Makale

Sevgiyi Besleyen Davranışlar

GÜNDEM

Sevgiyi Besleyen Davranışlar

Yrd. Doç. Dr. Hatice TOKSÖZ
Süleyman Demirel Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de hem Allah ile kullar hem de insanlar arasında sevginin önemi vurgulanmaktadır. Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde buyurmaktadır: “Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin. Çünkü Rabbin çok merhamet eden ve çok sevendir.” (Hud, 11/90.) “Allah çok bağışlayandır, çok sevendir.” (Buruc, 85/14.)
Mezkûr ayetlerde geçen Allah’ın Vedud (el-vedud) ismi, O’nun kullarına olan sevgisini, merhametini ve bağışlayıcılığını ifade etmektedir. Peki, Allah kimleri sever?
Allah sevgisine layık olanları, Kur’an’da şu şekilde bildirmektedir: “İman edip de iyi davranışlarda (salih amel) bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, gönüllerde bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 19/96.) Bu ayette Allah’ın iman edip, iyi davranışlarda bulunan kimseyi sevdiği ve ayrıca bu kimse için diğer insanların gönüllerinde bir sevgi yaratacağı bildirilmektedir. Toplumda, “Allah bir insanı severse insanlar da o kimseyi sever.” şeklinde var olan bu düşünceyi Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadisinde şu şekilde dile getirmektedir:
“Allah, bir kulu sevdiği zaman Cibril’e seslenir (ve ona şöyle der):
‘Ben filanı seviyorum, sen de onu sev.’ Bunun üzerine Cibril de onu sever ve gökyüzünde yaşayanlara seslenir (ve onlara şöyle der):
‘Allah, filanı seviyor, siz de onu sevin.’ Bunun üzerine göktekiler de onu severler. Sonra yerdeki insanlardan onu tanıyan Müslümanların gönlüne o kimse hakkında bir sevgi konulur da Müslümanlar arasında o kimse sevilir ve iyi kişi olarak anılır.” (Müslim, Birr, 157, III, 2030.)
Görüldüğü üzere hem Kur’an’da hem de Hz. Peygamber’in hadislerinde iman edip, iyi davranışlarda bulunan insanı Allah’ın, Cibril’in, Peygamber’in (s.a.s.) ve bütün insanların sevdiği vurgulanmaktadır. Şu hâlde Allah’ın sevdiği ve iyi davranışlarda bulunan insanı nasıl tanıyacağız?
Kur’an’da açıklanan iyi davranışlarda bulunan kimse, İslam ahlak düşüncesinde güzel ahlak sahibi olarak nitelendirilmektedir. Nitekim Hasan-ı Basri, güzel ahlakı, “güler yüzlü, tatlı sözlü olmak, iyilik yapmak ve kötülük yapmamak” (Gazali, İhyâu Ulûmi’d-dîn, III, trc. A. Serdaoğlu, İstanbul: Bedir Yayınları, 1974, s. 124.) şeklinde ifade etmiştir. Maverdi ise güzel ahlakı “yaşayışı rahat, tabiatı yumuşak, güler yüzlü, tatlı dilli ve ağır başlı olmak” (Ebu’l-Hasan el-Maverdî, Edebü’d-dünya ve’d-dîn, trc. S. Kip-Â. Sönmez, İstanbul: Bahar Yayınları, (t.y.), s. 341.) şeklinde tanımlamıştır. Genel olarak güzel ahlak sahibi, iyiyi tercih eden, iyi ve takdir edilen davranışları yaparak etrafındaki insanları mutlu edip onların rızasını kazanan, düşmanlık getirecek kötü davranışlardan sakınan, kötü ahlâk sahibi kimselerle dostluk kurmayan kimse olarak tanımlanmaktadır. İslam ahlak düşüncesinde iyi hasletlerle donanmış kimselerle dostluk övülmüş, buna karşılık kötü huylara sahip kimselerle dostluk ise uygun görülmemiştir. Hatta kötü huy sahibi kimselerle dostluk denize binmeğe benzetilerek, ona binen kimsenin bedeni selamette olsa bile kalbinin korku içinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca kötü arkadaşın iyi insanlara karşı olan hüsnüzannın bozulmasına neden olduğu düşünülmektedir. (Ebu’l-Hasan el-Maverdî, age. s. 222.)
İslam ahlak düşünürleri, insanda iyi ahlak sahibine karşı tabii bir meyil ve kötü ahlak sahibi kimselere karşı da fıtri bir nefret oluştuğu kanaatindedirler. Çünkü iyiliklerin insanların kalbini birbirine bağladığı ve insanlar arasındaki sevgiyi kuvvetlendirdiği, buna karşılık kötülüklerin gönülleri kırarak insanları birbirinden uzaklaştırdığı düşünülmektedir. Bu hususu Yüce Allah Kur’an’da şöyle bildirmektedir:
“…İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzerine yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın…” (Maide, 5/2.)
Bu ayette de bildirildiği üzere takvada Allah’ın rızası, iyilikte de insanların hoşnutluğu söz konusudur. Ancak insanların birbirine düşmanlık beslemesi ve düşmanlıkta yardımlaşmaları uygun görülmemektedir. İslam ahlak düşüncesinde kötü ahlak olarak da nitelendirilen ve insanların birbirinden uzaklaşmalarına sebep olan bu davranışların bazıları; hırs, kötü düşünceye sahip olma (suizan), cimrilik, büyüklük taslamak ve haddi aşmaktır.
Kötü ahlak huyları olarak da zikredilen bu davranışlar, gerçekte kalbin hastalıkları olarak ifade edilmektedir. Örneğin hırs, insanın dünyaya, mal-mülk biriktirmeye aşırı düşkünlüğü manasındadır. Suizan ise kimseye güvenmemektir. Suizan, Allah’a karşı olursa şüphe ve sapıklığa, insanlara karşı olduğu takdirde de hıyanete sebep olur. (Ebu’l-Hasan el-Maverdî, age. s. 248-249.) Bu davranışlar, insanın değerini düşürmeye, diğer insanlar tarafından nefret edilmesine ve toplumsal ayrılıklara yol açar. Benzer şekilde cimrilik de insanı hem Allah’tan hem de diğer insanlardan uzaklaştıran bir hastalık olarak ifade edilmektedir. Çünkü cimri kimsenin nefsi, sevdiği şeylerden ayrılmaya dayanamaz, aradığının peşini bırakmaz ve hakkı da yerine teslim etmez. Nitekim Gazali, cimrilik hastalığının tedavisinin cömertlik ve infak etmek olduğunu belirtmektedir. Ancak cimrilik hastalığının tedavisinde insan aşırıya giderek israfa kaçmaması gerekir. Zira israf da kalbin bir hastalığıdır. Bu yüzden de cömertliğin, israf ile cimriliğin itidal noktası olmasına dikkat edilmesi gereklidir. (Gazzâlî, age. s. 144.) Ayrıca İslam ahlak düşünürleri kalbin bir hastalığı olan cimrilik ve israfın ortası olan cömertliğin toplumsal boyutuna dikkat çekerek cömertlikte edebe riayet edilmesini tavsiye etmişlerdir. Nitekim bu hususu Cüneyd-i Bağdadi şu olay ile anlatır:
“Bir cuma günü salihlerden biri yanıma gelerek, ‘Benimle birlikte bir fakir dervişi gönder ona ikramda bulunayım, evimde yemeğimi yesin de beni sevindirsin.’ dedi. Ben sağa sola baktım, bir fakir gördüm, üzerinde ihtiyaç hâli görünüyordu. Onu çağırdım ve kendisine, ‘Bu yaşlı amca ile git, yemeğini ye de kendisini memnun et.’ dedim.
Biraz sonra davet eden adam yanıma geldi ve “Ey Ebu’l-Kasım! Bu fakir adam sadece bir lokma yedi, sonra çıktı gitti.’ dedi. Ben adama, ‘Herhalde sen onu incitecek bir söz söyledin.’ dedim. Adam, ‘Ona incitici bir şey söylemedim.’ dedi. Sağa sola bir göz attım, baktım ki fakir orada oturuyor. Ona, ‘Bu adamı niçin tam olarak sevindirmedin, yemeğinden yemedin?’ diye sordum, fakir şöyle dedi:
‘Efendim, Kûfe’den yola çıktım, Bağdat’a kadar geldim. Bu arada hiçbir şey yemedim. Sizin huzurunuzda açlığımdan dolayı benden kötü bir edebin ortaya çıkmasını hoş görmeyerek açlığımı gizledim. Siz beni çağırınca sevindim; çünkü teklif ilk olarak sizden gelmişti. Adamla gittim, ama kalben buna razı olmamıştım. Sofraya oturduğum zaman adam bana bir lokma vererek, ‘Ye, bu benim için on bin dirhem gümüşten daha sevimlidir.’ dedi. Ondan bu sözü işitince kendisinin düşük himmetli ve basit hesaplı biri olduğunu anladım, yemeğini yemekten çekindim.’ Cüneyt, fakiri davet eden adama, ‘Ben sana ona karşı edepte kusur etmişsindir demedim mi?’ dedi. O zaman adam, ‘Yaptığıma tövbe ediyorum.’ dedi. Bunun üzerine Cüneyt fakirden tekrar adamla evine giderek onu sevindirmesini istedi.” (Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, trc. D. Selvi, İstanbul: Semerkand, 2014, s. 540.)
Sonuç olarak, Kur’an’da idealize edilen mükemmel insan (insan-ı kâmil) mertebesine ulaşmanın yolu erdemli davranışlar sergilemektir. Bunun yanı sıra gönül kıran davranışlardan sakınarak insanların sevgisini kazanmaktır. Unutmayalım ki sevgi, insanlar arasında karşılıklı muhabbete vesile olan; birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını yeşerten ve daima yaşamasını sağlayan önemli bir faktördür.