Makale

GENETİK KOPYALAMA ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

GENETİK KOPYALAMA
ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Dr. Ekrem Keleş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Bilimsel gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Özellikle gen teknolojisindeki gelişmelerin hızına yetişmek mümkün değil. Dünyanın değişik ülkelerinde yüzlerce bilim adamının on yıldan daha fazla bir zaman laboratuarlarda üzerinde çalışarak ’insan Genleri Ha- ritası’nı çıkarması ve bunu ABD Başkanı Clinton’ın "Tanrının hayatı yarattığı dili bugün öğreniyoruz" diyerek duyurması bu alanda dönüm noktası sayılacak en önemli olaylardan sayılmaktadır. Artık bugün gen teknolojisinin ulaştığı noktada tartışılan konulardan biri insan kopyalanmasıdır.
ilgililerin verdiği bilgilere göre başarı oranı çok düşük olsa da(%3) canlıları kopyalamanın bilimsel olarak mümkün olduğu bugüne kadar hayvanlar üzerinde kanıtlandı. Bilim adamları koyun, fare, kurbağa, maymun, sığır ve keçileri kopyalamayı başardılar. Bu gelişmeler, teorik olarak insan kopyalamanın da mümkün olabileceği doğrultusundadır. Ancak bugüne kadar bu konuda herhangi bir deneme yapılmadığı ifade edilmektedir.
Teorik olarak insan kopyalamanın mümkün olabileceğinin duyurulması ve bazı kişi ve kuruluşların insan kopyalama girişiminde bulunacaklarını duyurmaları, konuya ilişkin yoğun dinî, ahlâkî, hukukî ve sosyal tartışmalar başlattı.
Konu insan olunca, doğal olarak meselenin dinî, hukukî, ahlâkî, sosyal ve psikolojik yönleri de bulunmaktadır. Dolayısıyla böyle bir husus yalnızca bilim çevrelerini değil, hükümetleri, hukûkî ve dinî çevreleri de yakından ilgilendirmektedir. Sözgelimi hayvanlarda kopyalama deneyleri sırasında ortaya çıkabilecek sakat yahut eksik yaratılıştı canlılar veya sonuç alınamayan girişimler (haklarını savunma imkanı olmayan bu can sahiplerine yapılanın manevi vebali saklı olmak şartıyla) bertaraf edilebilmektedir. Fakat insan üzerinde böyle bir girişimde bulunulur da sonuçta, sakat veya eksik bir insan dünyaya gelirse ne yapılacaktır? Bunu yok etmek mi gerekecektir? Yaşamasına izin mi verilecektir? Yaşaması halinde ortaya çıkacak hukukî, sosyal, psikolojik ve benzeri problemler ne olacaktır? Bütün bu soruların cevapları, mesele üzerinde yoğun tartışmalar yapılmasına sebep olmaktadır.
işte bu tartışmaların sonucunda bu tekniğe sahip birçok ülkede insan kopyalama yasaklanmıştır. Ancak uzmanların belirttiklerine göre insan kopyalamanın kanunen yasaklanmış olması, bu konuda girişim yapılmaması konusunda nihâî bir çözüm değildir. Dünyanın herhangi bir köşesinde bir tüp bebek merkezinde bu işlerle uğraşan herhangi bir uzmanın böyle bir girişimde bulunması mümkündür. İşte bu sebeple şimdilik farazî de olsa Müslüman ilim adamları da insan kopyalama ile ilgili dini hükmün ortaya konması için çalışmalarını sürdürmekte ve görüşlerini ortaya koymaktadırlar.
Genetik kopyalama nedir?
Hayvanlarda ve insanlarda doğal üreme yolu cinsel birleşme sonucu meydana gelen üremedir. Bu yolla yumurta ve sperm hücreleri birleşince döllenme sonucu meydana gelen tek hücre (zigot) yeni bir canlının başlangıcı olarak gelişmeye başlar. Bu tam teşekküllü hücre, yani döllenmiş yumurta, devamlı olarak bölünüp çoğalarak, her defasında kendisinin yeni kopyalarını yaparak sözgelimi insanda yaklaşık yüz trilyon hücreyi bulur ve insan meydana gelir.
Cinsel yolla üreme süreci kısaca böyledir. Kopyalama yoluyla üremenin ise doğal eşeyli üreme yöntemlerinden çok farklı olduğu ifade edilmektedir. Mesela insan kopyalamanın mümkün olabileceği düşüncesinin ileri sürülmesine sebep olan koyunun kopyalanmasında uygulanan yöntem şöyledir: Erişkin bir koyunun memesinden alınan bir hücre, altı gün boyunca laboratuarda belli işlemlerden geçirilmiştir. Sonra başka bir koyunun döllenmemiş bir yumurtası alınarak bu yumurtanın genetik bilgilerini içeren çekirdeği çıkarılmış ve çekirdeği çıkarılmış bu yumurtaya diğer koyunun meme hücresinin çekirdeği yerleştirilmiştir. Daha sonra bu çekirdeğin, elektrik akımı altında çekirdeği çıkarılmış yumurtaya kaynaması sağlanmış ve bu aşılanmış yumurta bir başka koyunun rahmine yerleştirilmiştir. Hamilelik süresinin tamamlanmasından sonra kopya koyun doğmuştur.
Bilim adamlarının ifadelerine göre bu kopyalama olayına kadar erkeğin spermi olmadan dişinin hamile kalmasının mümkün olamayacağı yolunda kesin bir yargı vardı. İşte ilk defa bu kopyalama olayı ile erkeğin spermi olmadan da üremenin gerçekleşebileceği gösterilmiş oldu. Böylece erkeğin spermi olmadan erkek veya dişi başka bir canlıdan alınacak bir hücrenin genetik bilgilerini taşıyan çekirdeğinin bir dişinin yumurtasının çekirdeği çıkarılarak ona aşılanmasıyla üremenin gerçekleşebileceği ispatlanmış oluyordu.
Kopyalamanın bu türüne "Çekirdek Nakli" denmektedir.
Kopyalamanın döllenmiş hücrenin bölünerek çoğaltılması yöntemiyle gerçekleştirilen bir diğer şekli daha vardır. Bu yöntemde erkeğin spermi ile dişinin yumurtası döllendirildikten sonra, oluşan yeni döllenmiş hücre, bölünerek aynı genetik yapıya sahip birden çok hücre elde edilmektedir. Bunlardan her biri parçalanmadan önceki hücre gibi yeni bir canlı olabilecek potansiyele sahiptir.
Normal seyrine bırakıldığı takdirde bölünerek çoğalacak ve bir süre bir birinin aynı hücreler meydana getirmeye devam edecek olan bu hücre topluluğunu oluşturan hücreler, belli bir süre sonra özelleşme dönemi adı verilen bir sürece girerek her biri, vücudun hangi organını oluşturacak ise ona göre yapılanmaya başlamaktadır, işte bu hücre topluluğuna, henüz özelleşme aşamasına gelmeden müdahale edilerek bölünmesi sağlandığı takdirde genetik olarak aynı yapıya ve aynı kabiliyete sahip birden fazla zigot elde edilmektedir. Dişinin rahmine yerleştirildiği takdirde bunlardan her biri, aynı genetik yapıya sahip canlı olarak gelişebilecek niteliktedir. Dolayısıyla normal seyrinde devam etmesi halinde tek canlı olarak doğacakken, müdahale ile birbirinin yüzde yüz aynısı iki veya daha fazla canlının dünyaya gelmesi sağlanmaktadır. Bu ikinci yol, aslında teknik anlamda tam bir kopyalama işlemi sayılmamakla beraber yine de klonlama ile birlikte ele alınmaktadır.
Amacı açısından da kopyalama, tedâvî amaçlı ve üreme amaçlı şeklinde ikili bir ayırıma tabi tutulmaktadır. Tedavi amaçlı kopyalamada, hasta kişiye özel kök hücreleri üretmek amaçlanmaktadır.
Aşılanmış yumurta hücresinin henüz özelleşme aşamasına gelmemiş olanına kök hücresi denmektedir. Kök hücreleri, yetişkin canlıda bulunan özelleşmiş hücrelerden herhangi birine dönüşebilme yeteneğine sahiptir. Bu sebeple canlının vücudunda bozulmuş ya da hastalıklı dokuları yenileme özelliği sergileyebilir.
Kök hücresi kişinin kendi genetik özelliğini taşımıyorsa uyumsuzluk meydana gelir ve tedavi edilmek istenen hastanın vücudu tarafından reddedilir, işte bu noktada klonlama tekniklerine ihtiyaç duyulur. Çekirdeği çıkartılmış insan yumurtasına hastadan alınmış hücre çekirdeği aktarılır; kültür ortamında yetiştirilen ve yaklaşık 100 hücreye sahip olan embriyo, kök hücre kaynağı olarak kullanılır. Daha sonra ihtiyaca göre bu embriyonik kök hücrelerinin kan hücreleri, sinir hücreleri gibi farklılaşmış hücre gruplarına dönüşmeleri sağlanarak hastanın istifadesine sunulur. Eğer kültür ortamındaki bu embriyo taşıyıcı anneye yerleştirilir ve bebeğin doğması sağlanırsa o zaman çoğalmaya yönelik klonlama gerçekleşmiş olur." (yildizbozkurt@zaferdergisi.com, Online yazı, www.zaferdergisi.com)
Spekülasyonlar bir tarafa bırakıldığı takdirde insan kopyalama konusunda günümüzde üremeden daha ziyade kopyalamanın tedavide kullanılması tartışılmaktadır. Meselenin pratik yönü de özellikle bu tarafıdır.
Eğer müstakil bir canlı olma potansiyeline sahip kök hücrelerinden değil de vücudumuzun organlarından alınan özelleşmiş hücrelerin de aynı fonksiyonu icra edebileceğine dair yapılan çalışmalar olumlu sonuç verir ve bunların tedavi amaçlı kullanımı mümkün hale gelirse, bu takdirde insan olma potansiyeli taşıyan kök hücrelerin yedek parça gibi kullanımı söz konusu olmayacaktır. Dolayısı ile kopyalamada kök hücrelerin değil, bağımsız bir canlı olma potansiyeli kalmamış özelleşmiş vücut hücrelerinin kullanılması söz konusu olacaktır. Bunun ise dinî ve ahlâkî açıdan organ naklinden bir farkı olmayacaktır.
Genler üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilecek bilgilerin insan sağlığı alanında olduğu kadar, olumsuz çevre koşullarına dirençli türlerin geliştirilmesi, hayvancılık, tarım, bi- yoarkeoloji, antropoloji, insan göçleri gibi alanlarda kullanılabileceği ifade edilmektedir. Nitekim bu doğrultuda bazı uygulamaların yapıldığı bildirilmektedir. Mikroorganizmalar daha iyi tanınacağı için hem insanda hastalık yapan özelliklerin saptanması kolaylaşacak, hem de bu bilgiler endüstride enerji üretiminde, zehirli atıkların azaltılmasında, yenilenebilir kaynakların geliştirilmesinde kullanılacaktır. Zaten gen haritasının çıkarılması konusundaki projedeki ilk amacın, günümüzde tedavisi olmayan üç binden fazla genetik hastalığa yatkınlığı belirlemek, ilgili genlerin yerlerini, yapılarını aydınlatarak tanı ve tedaviyi olanaklı kılmak, gereken genetik düzeltmeleri yapmak olduğu belirtilmektedir. (İnsan Genom Projesi Umut mu? Kabus mu? Hazırlayan: Uzman Dr. Ayşim Tuğ, Ankara Ü. Tıp. Fak. Adli Tıp ABD Prof. Dr. Hamit Hancı Ankara Ü. Tıp Fak. Adli Tıp ABD Dr. Aysun Balseven Ankara Ü. Tıp Fak. Adli Tıp ABD (Online Makale, www.sag- lik.tr.net)
Ancak atomun parçalanması ile elde edilen bilginin kötüye kullanılması gibi gen teknolojisinin de kötüye kullanılması ihtimali bu alanda kafa yoranların aklına pek çok soru getirmektedir. Buna göre bu teknoloji başka amaçlarla kullanılırsa, ciddi sosyal, ahlâkî ve hukuki sorunlara yol açacaktır. İşte mesele üzerinde kafa yoranların dile getirdikleri muhtemel sorunlardan bazıları.
Kişilere ait olan ve gizli kalması gereken genetik bilgilerin başkaları tarafından bilinmesinin getireceği riskler, genlerinde bir hastalık unsuru bulunanların psikolojik durumları, insanlar için adeta yedek parça gibi uzuv bankaları oluşturulmaya kalkılması, gelecek kuşakları daha doğmadan araştırma deneği yapmanın ve onların doğal genetik miraslarını değiştirmenin ahlâkîliği ve hukukiliği, fıtrî cins seçimine müdahale girişimlerinin meydana getireceği tehlike ve benzeri pek çok risk ... Nitekim daha şimdiden birtakım düşündürücü teşebbüslerden söz edilmektedir.
"Örneğin ABD’deki bazı sperm bankaları zeka ve çeşitli yetenekler yönünden üstün olduğu düşünülen erkeklerin spermlerini toplamakta, bunları yine üstün zekalı kadınlar için saklamaktadırlar. Bu uygulamaları genom projesinin beklenen en olumsuz sonuçlarından biri olan öjeni (eugenics) kavramı içinde değerlendirmek olanaklıdır. İnsanları bazı genetik özelliklerine göre ayırarak toplumu ıslah etme anlayışı, bir başka tanımla üstün ırk kurma saplantısı 20. yüzyılda milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. İnsan genomuyla ilgili bilgilerin yine insan türünü iyileştirme gerekçesiyle kullanılabileceği düşüncesi ciddi bir endişe kaynağı olmuştur. Bu düşüncenin egemen olması durumunda "normal-anormal" ve "has- talık-sağlık" kavramları genetik bilgilere sahip güçlerin anlayışı doğrultusunda, onların değer yargılarına göre yeniden tanımlanabilecektir." (Bir önceki kaynak)
Görüldüğü gibi fizik ve kimya alanında teknolojinin iyiye de kötüye de kullanılmasının mümkün olduğu gibi gen teknolojisi de iyiye de kötüye de kullanılabilecek bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan bu teknolojinin kullanımının dini, ahlâkî ve hukuki kurallar çerçevesinde olması gerekir. Yoksa insanlığın yararına kullanılabilecek bu müthiş bilgi, tam tersine insanlık için bir felakete dönüşebilir. Öyle ise acaba bu konuda İslâmî bakış açısıyla neler söylenmeye çalışıldı? Şimdi bunlara bakalım.
Kopyalamanın fıkhî boyutu
Kopyalamanın duyurulmasından bu yana tüm dünyada ortaya çıkan dini, ahlâkî ve hu- kûkî değerlendirme ve tepkiler genellikle ortak bir noktada buluşmaktadır: Ekolojik dengeye zarar vermemek şartıyla bitki ve hayvan kopyalanabilir ama insan kopyalamaya kalkı- şılmamalıdır. Bu yasaklanmalıdır. Böyle bir şey cinayet olur.
Bu kapsamda İslâmî çevrelerde de genellikle dini kurumlar, fıkıh kurulları ve diğer İslâmî kurum ve kuruluşlar insan kopyalamanın caiz olmayacağı, bunun kesinlikle haram olacağı yolunda fetvalar verdiler.(Konuya ilişkin değerlendirmeler için bakınız: Ürdün Tabipler Odasına bağlı islâmi Tıbbi İlimler Cemiyeti, ’Kazâyâ Tıbbiye Muasıra fî Dav’iş-Şeriati’l-lslâmiye: Islâm Şeriatının Işığında Çağdaş Tıbbi Konular’, Metabiu’t-Düsturi’t-Ticariyye, Amman 2000, 2. Cilt (Bu cilt Salih Uçan tarafından ’Islâm ve Tıp Açısından İnsan Kopyalamak Caiz mi’ adıyla yayınlanmıştır., Bilge Yayıncılık, İstanbul 2003; Yusuf el-Karadavi, Fe- tava Muasıra, Dâru’l- Kalem 2002 (Kahire ve Kuveyt), 111/522-529; Mecmeu’l-Fıkhi’l-lslâmi Kararları no: 21582; Ahmet Yaman; "Klonlama ya da Genetik Kopyalamaya Islâm Hukuku Açısından Bir Yaklaşım" "Diyanet ilmi Dergi, c 34, sayı 2, (Nisan-Mayıs-Haziran 1998), Köprü Dergisi, Genetik Bilimi Nereye Gidiyor, no 83, Yaz 2003) Ancak bu konuda bir hüküm verebilmek için henüz vaktin erken olduğunu, beklemek ve son derece ihtiyatlı davranmak gerektiğini söyleyenlerin yanında konunun biraz daha ayrıntılı olarak ele alınması ve kopyalamanın çeşitli şekillerine göre değişik değerlendirmeler yapılması gerektiğini söyleyenler de bulunmaktadır.
Şimdi Müslüman ilim adamları ve fıkıh kurulları tarafından yapılan değerlendirmelerin anlam olarak bir özetini sunmaya çalışacağız.
İlim adamları kopyalamayı ele alırken bitkilerin ve hayvanların kopyalanması ile insanın kopyalanmasını birbirinden ayrı olarak değerlendirmektedirler. Ayrıca tedâviye yönelik kök hücre kopyalanması ile üremeye yönelik kopyalamayı da ayrı ele almaktadırlar.
Yapılan fıkhî değerlendirmeler, ekosisteme zarar vermemek yani Cenâb-ı Hakkın evrene koyduğu doğal dengeyi ve yapıyı bozmamak ve bu doğal denge içindeki çeşitliliği daraltmamak şartıyla genellikle bitkilerin ve hayvanların kopyalanmasının caiz olabileceği doğrultusundadır. Aynı şekilde insanın tedâvîsine yönelik kopyalama çalışmalarına da bir takım şartlar çerçevesinde yeşil ışık yakılmaktadır.
Tedâvî sınırlarını aşarak insanın normal üreme dışında kopyalama yoluyla üremesini sağlamaya yönelik girişimlerin ise bilimsel, hukukî, ahlâkî, psikolojik, sosyolojik ve dini bir çok riski beraberinde getirebilecek nitelikte olduğu, bu sebeple ne getirip ne götüreceği iyice ölçülüp tartılmadan bu tür girişimlere kapı açılmaması gerektiği ifade edilmektedir. Çünkü Yüce Allah, insanı en güzel bir biçimde yaratmış ve ona en büyük saygınlığı vermiştir.
"Andolsun ki, biz insanı şerefli kıldık "(isra,
70) ve "Biz insanı en güzel biçimde yarattık" (Tin, 4) ayetleri insana Yüce Yaratıcının verdiği saygınlığı ortaya koymaktadır.
Allah (c.c) insana diğer canlılardan farklı olarak akıl, zeka, duygu ve düşünme yeteneği vermiş ve onu yeryüzünde halife yapmıştır.
Bunun bir sonucu olarak onu yeryüzünün imarı ile görevlendirmiş ve İlâhî mesajı taşımakla yükümlü kılmıştır.
İslam dini, insan yararına gerçekleştirilen her türlü çalışmayı teşvik eder ve bu tür çalışmaları, topluma bir görev olarak yükler. Ancak bunların hukuki, ahlaki ve manevi değerler açısından problem oluşturacak ve insanlık için tehlike arz edecek noktalara getirilmesini de asla onaylamaz. Bu alanda gerekli önlemlerin alınmasını öngörür. Esasen, ’Teknolojinin insanlık amaçlan uğrunda sınırlandırılması1 kavramı, bilim ve hukuk otoritelerince de savunulmaktadır. Bu itibarla, hangi şekilde olursa olsun, insana, çevreye, ekolojik dengeye ve topluma zarar vermemek kaydıyla, genler üzerinde biyolojik ve tıbbi nitelikli çalışmalar yapmak, İslam açısından bir sakınca taşımamaktadır. Hatta, İslam, insanlığa hizmet gayesi taşıyan bu ve benzeri çalışmaları takdir ve teşvik etmektedir. Önemli olan, varılan bilimsel sonuçların insanlığın hayrına kullanılmasıdır. Bu çalışmalar, Allah’ın koymuş olduğu fıtri sistemi ve doğal kuralları daha iyi keşfetmemize yardımcı olmakta ve Yüce Yaratıcının büyüklüğünü daha iyi anlamamızı sağlamaktadır.
Aklı kullanmayı, düşünmeyi, çalışmayı ve ilerlemeyi emreden İslâm Dini’nin yeni buluş ve keşiflere açık olduğu bir gerçektir. Ancak bu çalışmalar, çeşitli yönlerden mahzur ve faydaları ile birlikte ele alınarak hükme bağlanmak durumundadır.
Kopyalamanın istismara açık bir konu oluşu, insan neslinin ıslâhına yönelik çalışmalara, bu çerçevede üstün ırk oluştur- ma(öjeni) anlayışına kapı açma potansiyeli taşıması,Yüce Allah’ın, Evrene yerleştirdiği doğal dengeyi, yaratılıştaki çeşitliliği ve fıtratı bozma ihtimali, neslin karışması riski, toplumun temel taşı olan ailenin zarar görmesi tehlikesi, kopyalama sonucunda ortaya çıkacak benzerliklerin getireceği sakıncalar, kişilik haklarının ihlali ve benzeri problemler, bu konuda hüküm verirken gözden ırak tutulmaması gereken hususlardır. Özetlemeye çalıştığımız bu değerlendirmeler, İslâm fıkıh akademisi kararlarında, bazı ilim adamlarının değerlendirmelerinde ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konuya ilişkin sorulara verdiği cevaplarda yer almıştır.
Muhammed Re’fet Osman’ın araştırması
Ezher Üniversitesi Şeriat ve Kanun Fakültesi Mukayeseli Fıkıh öğretim üyesi Prof. Muhammed Re’fet Osman, insan kopyalamanın altı şekli olduğunu, bunlardan dördü konusunda kesin haram hükmü verilebileceğini, ikisi hakkında ise haram veya mübah şeklinde bir hüküm vermeyerek bunların haramlığını veya mübahlığını belirleyecek sonuçlar ortaya çıkıp netleşene dek beklemenin uygun olacağını belirtmektedir.
Muhammed Re’fet Osman’ın bahsettiği şekiller şunlardır:
Birinci şekil: Bir dişinin hücre çekirdeğinin, bir başka dişinin çekirdeği çıkarılmış yumurtasına yerleştirilerek bunun rahime konması. Araştırmacı çeşitli usûl ve fıkıh kurallarına dayanarak bu şekildeki bir insan kopyalamanın kesinlikle haramlığına hükmetmektedir. Dayandığı kurallar şunlardır:
Birincisi, aynı cinsin bireyleri arasında cinsel ilişkinin haramlığına kıyas kuralı.(Dişiler arasında lezbiyen- lik, erkekler arasında homoseksüellik). Aynı cins bireyler arasında cinsel ilişki haram olduğuna göre, çocuk yapmak öncelikle haram olur.
İkincisi, sedd-i zerâî (Kötülüklere ve harama götürecek yollara ve sebeplere geçit vermeme) kuralıdır. Çünkü böyle bir şey kadınlar arasında yayıldığı zaman bu durum, rezalete götürür.
Üçüncüsü ise, çocuğun karşılaşacağı psikolojik ve sosyal zararı önlemektir.
ikinci şekil: Kadının hücre çekirdeği alınarak kendisinin yumurtasına yerleştirilmesi yöntemidir. Bu da birinci şekildeki gibi haramdır. Haramlığının delilleri aynıdır.
Üçüncü şekil: Bir erkek hayvanın hücre çekirdeği alınarak kadının yumurtasına yerleştirilmesi yöntemidir. Bu da kesin haramdır. Bu, Allah’ın yaratması ile oynamak ve onu bozmak demektir. Çünkü bu, yeni bir yaratık ortaya çıkaracaktır.
Dördüncü şekil: Çekirdeği alınan hücrenin bir erkek insana ait olması, fakat bu kişinin, yumurta sahibi kadının eşi olmamasıdır. Bu da haramdır. Çünkü, her ne kadar unsurlarını taşımadığı için fiili bir zina olmasa da bu, zina anlamına gelir. Zira neseplerin karışması açısından zinanın doğuracağı sonucu doğurur, işte bundan dolayı aynı hükmü alır.
Dr. Muhammed Re’fet Osman, diğer ilim adamlarıyla beraber, insan kopyalamanın bu dört şeklinin, kesinlikle haram olacağı görüşündedir. Fakat diğer ilim adamlarından farklı olarak aşağıdaki iki şeklin hükmü konusunda beklemek gerektiği ve haramdır diye hemen hüküm vermemek gerektiği kanaatindedir. Bu iki şekil şunlardır.
Birinci şekil: Canlı olmak şartıyla, genetik bilgiyi taşıyan hücre çekirdeği kocanın hücresinden alınarak eşinin yumurtasına yerleştirilmesi yöntemi. Muhammed Re’fet Osman, bu hususta haramdır veya mübahtır diye hüküm vermeksizin kopyalama konusundaki ilmi araştırma ve deney sonuçlarını beklemek gerektiği kanaatindedir. Şayet sonuçlar, bedensel, psikolojik veya sosyal açıdan eksik ve bozuk bir çocuk ortaya çıkarırsa; hüküm, kesin haram doğrultusunda olacaktır. Fakat bu yöntemle doğacak çocuk doğal olup herhangi bir bozukluk bulunmazsa bu takdirde hüküm, bilim adamları, insan hakları uzmanları ve fakihler arasında tartışılabilecek nitelikte olur. Bu durumda ancak doğal olarak cinsel ilişki yoluyla çocuk sahibi olamayan eş, kopyalama yoluyla çocuk sahibi olma yoluna başvurma hakkına sahip olur.
ikinci şekil: Bu siyam veya tek yumurta ikizleri olarak bilinen ve yukarıdaki yöntemlerden farklı olarak insan kopyalamanın spermden müstağni kalınamayan şeklidir. Aslında bu, ikizlerde olduğu gibi aynı genetik özellikleri taşıyan birden fazla çocuk elde etme uğraşısından başka bir şey değildir. Yumurtanın rahim dışında spermle döllendirilmesi ve bu döllenme sonucu oluşan hücrenin, hepsi de birbirinin aynı olan ve aynı genetik özellikler taşıyan birden fazla hücreye bölünmesi yöntemiyle gerçekleştirilen bu şekil konusunda da haram veya helal diye hüküm verilmeyerek beklemek daha doğrudur.
Araştırmacı bu değerlendirmesinin insan kopyalansın anlamında bir amaç taşımadığını veya insan kopyalanmasına fetva vermek olmadığını özellikle vurgulayarak bunun fıkıh literatürümüzdeki farazî fıkıh kapsamında bir değerlendirme olduğunu vurgulamaktadır. (www.islamonline.com)
İslâmi Tıbbi ilimler Cemiyeti üyesi ve aynı zamanda İslâm Hukuku Profesörü Muhammed Süleyman el-Eşkar bitkilerde kopyalama yönteminin aşılama yoluyla öteden beri uygulandığına dikkat çekerek, hayvan kopyalamanın da pek çok yararlar sağlayabileceğini belirtiyor. insan kopyalamanın ise, Doly örneğindeki şeklinin yani bedensel kopyalamanın kesinlikle caiz olamayacağını, ancak normal olarak döllenmiş yumurta hücresinin bölünmesi ile gerçekleştirilen şeklinin bazı şartlarla caiz olacağını ifade ediyor. (Muhammed Süleyman el- Eşkar Nah ve Ictihadin Yazbitu Kaziyyetil Istihcah/ Kopyalama Meselesini Kural Altına Alacak Bir İçtihada Doğru,online makale, www.islamonline.com)
Bu hususta son olarak değerli hocamız Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın şu sözlerini aktarmak istiyoruz:
"insanın beynine bağlı, beyni ile ilişkili bulunan zekası başta olmak üzere insani özelliklerini genetik kopyalamanın nasıl etkileyeceğini şimdiden bilmek de, tahmin etmek de -ilmen- mümkün değildir; çünkü deneyler hayvan üzerinde yapılmaktadır ve insan, hayvan değildir.
Bu işlemin insana uygulanmasının sonuçlarını görmenin tek yolu insan üzerinde deneyler yapmaktır; böyle bir deneye ne ahlak, ne din, ne de hukuk izin verir.
Allah isterse insan, bir erkeğin spermi ve bir kadının yumurtası olmadan da olur, nitekim Hz. Adem’i Allah böyle yaratmıştır. O isterse bir kadının yumurtası olmadan bir kadın yaratabilir; nitekim Hz. Havva annemizi böyle yaratmıştır. O isterse bir erkeğin spermi olmadan bir erkek yaratabilir; nitekim Hz. İsa’yı böyle yaratmıştır. O isterse yaşlandıkları için sperm ve yumurtadan mahrum bulunan yaşlı bir çifte bir çocuk verebilir; nitekim Hz. Yahya’yı böyle vermiştir... Ama O isterse böyle yaratır ve O yarattığında da hiçbir problem çıkmaz."(Yeni Şafak, 9.3.1997)
Genetik kopyalama ve kader
Allah’ın üzerinden zaman geçmez. Çünkü zaman yaratılmıştır. Onu yaratan Allah’tır. Onun için zaman mefhumu, insanlara göredir, Allah’a göre değildir. Bu sebeple Allah’ın, kulların gelecekte yapacakları şeyleri ezelde bilip takdir etmesi, kadere insanlar tarafından bakışı yansıtan bir izahtır. Kadere, her şeyi yoktan var eden ve bu çerçevede zaman ve mekanın da yaratıcısı olan Allah Teâlâ cephesinden bakıldığı zaman, ’Zaman’ mefhumu ortadan kalkar. Kader, Allah’ın geçmiş ve gelecek bütün olayları ezeli ilmiyle tek bir an olarak bilmesidir. Allah’ın ilmi zamana ve mekana bağlı değildir. Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir, insanın henüz karşılaşmadığı bir olay, kendisi açısından yaşanmamış bir olaydır. Ancak Allah için bilinmezlik diye bir şey söz konusu değildir. Allah katında bizim şu an yaşamakta olduğumuz ve ilerde yaşanacak olan her şey olup bitmiştir.
İnsanın doğumundan ölümüne kadar karşılaşacağı olumlu ya da olumsuz gibi görünen bütün olaylar, Allah’ın ezeli ve ebedi ilmi dahilinde gerçekleşir. Bu husus En’am Sûresinin 59. ayetinde şu şekilde ifade edilmektedir. "Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katindadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın."
Bu durum her olay için geçerlidir
Genler üzerinde yapılan çalışmalar da bu kapsamdadır. Gen haritasının çıkarılmasıyla bazı hastalıkların tedavi edilebilir hale gelmesinin, önceden tedavi edilemezken ilacının bulunması sonucu herhangi bir hastalığın tedavi edilir hale gelmesinden farkı yoktur. Bunu insanın kendi kaderini yazdığı şeklinde algılamak ve yorumlamak son derece yanlış olur. Çünkü bu da Allah’ın bilgisi dahilinde ve Allah’ın yarattığı materyaller üzerinde gerçekleştirilmek- tedir.Yani insan oğlunun bir gün gen haritasını çıkaracağı, Allah’ın bilgisinin dışında kalan bir durum değildir. Örneğin bu çerçevede elde edilen buluşlar neticesinde ölümcül bir hastalığı tedavi edilen insanın kaderi değişmemiştir. Çünkü bu insanın kaderinde söz konusu buluşlarla hastalıktan kurtulma vardır.
Sonuç olarak, genetik şifrenin çözülmesi ve bu alanda yapılan olumlu veya olumsuz çalışmalar ve insan oğlunun genetik programa müdahale edebilecek imkânları elde etmesi, kadere karşı gelmek demek değildir. Aksine, Allah’ın yarattığı bilginin insanlık tarafından keşfedilmesi ve kullanılması demektir. Eğer bu bilimsel gelişmeler sayesinde bir insanın ömrü uzarsa bu Allah’ın önceden takdir ettiği bir iştir. Yoksa insan, buluşlarıyla daha önceden Allah’ın bilgisi dahilindeki takdiri değiştirmiş değildir.
Kopyalama ve yaratma
Kopyalamaya "yaratma" olarak bakmak hiçbir şekilde mümkün değildir, insanı veya başka herhangi bir canlıyı yaratmak, ancak Allah’a mahsustur. Nitekim bilimsel gelişmeler de bunu açıkça ortaya koymaktadır. Kopyalama çalışmaları, Allah tarafından yaratılmış olan materyaller üzerinde yapılmaktadır. Bir ayette şöyle ifade edilmektedir. "O, gökleri ve yeri eşsiz-ör- neksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece "ol" der, O da hemen oluverir." (Yâsin, 82)
Görüldüğü gibi kopyalama yoktan bir varlığın var edilmesi değildir. Kopyalamada kullanılan maddeler esasen var olan şeylerdir. Hücre, yumurta, bu hücrelerin çekirdekleri ve bunlarda bulunan genetik bilgi hepsi de Allah’ın yaratması çerçevesinde mevcut şeylerdir. Bunlar hazır olarak alınıp üzerinde çalışma yapılmaktadır. Bu işlem yapılırken de teknolojik imkânlardan yararlanılmaktadır.
Sonuç olarak, insan gen teknolojisi insanlığın yararına olacak şekilde kullanılabileceği gibi, zararına da kullanılabilecek büyük bir potansiyele sahiptir. İşte bu çerçevede İslam alimleri, Allah’ın kâinata yerleştirdiği doğal dengeye zarar vermemek, bu doğal denge içindeki çeşitliliği daraltmamak ve insanlık için yararlı sonuçlar ortaya koymak şartıyla genellikle bitkilerin ve hayvanların kopyalanmasına caiz denebileceğini ifade etmektedirler. Aynı şekilde insanın te- dâvîsine yönelik kopyalama çalışmalarına da bir takım şartlar çerçevesinde yeşil ışık yakılmaktadır. Tedâvî sınırlarını aşarak insanın normal üreme dışında kopyalama yoluyla üremesini sağlamaya yönelik girişimlerin ise bilimsel, hukukî, ahlâkî, psikolojik, sosyolojik ve dini bir çok riski beraberinde getirebilecek nitelikte olduğu, bu sebeple ne getirip ne götüreceği iyice ölçülüp tartılmadan bu tür girişimlere kapı açılmaması gerektiği ifade edilmektedir. Bu noktada önemli olan, varılan bilimsel sonuçların, canın, malın, neslin, aklın ve dinin korunması şeklinde özetlenen ve Hak dinlerin korunmasını temel hedef olarak belirlediği beş ana ilkeyi ve evrensel ahlâkî değerleri ihlal etmemesi ve Yüce Allah’ın kâinata yerleştirdiği doğal dengeyi bozmaması ve yaratılıştaki çeşitliliğe zarar vermemesidir.