Makale

ÖNCE KADINLA İLGİLİ YANLIŞ TASAVVURLAR DEĞİŞMELİ

ÖNCE KADINLA İLGİLİ YANLIŞ TASAVVURLAR DEĞİŞMELİ
Doç. Dr. İbrahim Hilmi Karslı

“Huzur bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet lütfetmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rûm, 21.)

Başlıkta verdiğimiz bu ayet, ailede yaşanan merhamet, sevgi, sükûn gibi fıtri/yaratılış değerlerini bizlere anlatır. Bu sayede insan hem biyolojik hem de psikolojik yönden sükûna erer, huzur ve mutluluğa kavuşur. Her halde Kur’an’da aileyi en güzel hangi ayet anlatıyor dense, bu ayet akla gelir. Bu yönüyle bir anlamda Kur’an’ın aile tarifini verir ve bu konudaki temel dinamikleri en özlü bir şekilde ortaya koyar. Yaratılıştaki bu değerler, aile fertlerini birbiriyle kaynaştırır, yardımlaşma, fedakârlık, sabır vb. erdemlerin kaynağını oluşturur. Böylece anne baba neredeyse kendileri için değil, aileleri için yaşarlar.

Sevgi ve merhamet âdeta insanın doğasına ekilmiş çekirdekler mesabesindedir. Aile ortamları bunların yeşerip filizlenmesi için en müsait yerlerdir. Nasıl ki her bitki kendi toprağında boy atarsa, sevgi ve şefkatin gelişip serpildiği en verimli mekânlar da ailelerdir. Nitekim aile bağlamında sükûn, sevgi ve rahmet kelimeleri bu ayetin dışında bir başka yerde birlikte geçmez. Bu yönüyle aileler, Yüce Yaratıcı’nın “Rahman/eşsiz merhamet sahibi” ve “Vedûd/çok seven, sevilen” sıfatlarının adeta yeryüzündeki izdüşümlerini oluşturur. Çünkü Rabbimizin bu iki sıfatı en görkemli yansımalarıyla ailede tecelli eder.

Aile aynı zamanda insanı Allah’a taşıyan en önemli sembollerin mekânıdır. Bu yönüyle adeta yaratılış ayetlerinin okunduğu bir mekteptir. İnsan da bu mektepte fıtri ayetler kitabını tahsil eden bir öğrencidir. Dolayısıyla aile, düşünen ve ibret almasını bilenler için manevi yücelişin ocağıdır.

Ailede merhamet, sevgi, sükûn riyadan uzak en samimi şekilde yaşanır. Böylece Yüce Yaratıcı’yla en güçlü manevi bağlar kurulur. Rabbimizin bizlere hatırlattığı ilk hakikat yaratılışımızdır. (Alak, 1-2.) Yaratılış da bütün çıplaklık ve mucizevi yönleriyle ailede gerçekleşir. İnsanın anne rahmine düşüşü, orada ilahî rahmet ve kudretle olgunlaşması, dünyaya gelişi, annenin şefkat dolu kucağında büyütülmesi. Evet, anne-baba bütün bu rahmet tecellilerinin en yakın şahitleridir.

Konu edindiğimiz ayet, tarihte değişik yorumların konusu olmuştur. Bunlardan biri de Râzî’ye aittir. Ne var ki onun ayetin ruhuyla hiç de bağdaşmayan bir yorum yaptığı görülür. Şöyle ki, “Buradaki “Sizin için yarattı” ifadesi, Bakara suresinde geçen “Yeryüzünde olan her şeyi sizin için yarattı.” (Bakara, 29.) ayetinde olduğu gibi, kadınların, hayvanlar, bitkiler ve diğer canlılar gibi menfaat aracı olarak yaratıldıklarına delil teşkil eder. Bu ise, onların Allah’a ibadet etmek ve dinî emirlerle sorumlu tutulmak için yaratılmadıkları sonucunu doğurur. Bu durumda biz şunu söyleriz: Kadınların yaratılması Allah’ın biz erkeklere olan nimetlerindedir. Onların bizim için yaratılması ve dinî emirleri yerine getirmekle sorumlu tutulmaları bize olan nimetin tamamlanması amacına yöneliktir. Yoksa biz erkeklerde olduğu gibi onların dinî emirleri yerine getirmekle sorumlu tutulmaları söz konusu değildir. Bahsedilen bu durum, nakil, hüküm ve akıl açısından böyledir. Nakil açısından, burada zikredilen ayet ve diğerleri buna delildir. Hüküm açısından, kadın erkekten farklı olarak birçok konuda sorumlu tutulmamıştır. Akıl açısından da, kadın yaratılışı itibarıyla zayıftır; aklı eksiktir ve çocuğa benzer. Çocuk ise sorumlu değildir. Bu sebeple uygun olan kadının da kullukla sorumlu tutulmamasıdır. Ne var ki Allah’ın bize olan nimeti, kadınların sorumlu tutulması ile tamamlanır. Bu da onların azaptan korkması, kocaya itaat etmesi ve haramdan kaçınması amacına yöneliktir. Eğer aksi bir durum söz konusu olsaydı yeryüzünde fesat çıkardı.” (Râzî, Mefâtihu’l-gayb, Beyrut 1990, XXV, 97.)

Bahsedilen bu anlayışı kabul etmek mümkün değildir. Çünkü temel İslami ilkeler açısından kadın, hem insanlık değeri hem de kulluk sorumluluğu bakımından erkekle eşit seviyededir. Yoksa erkek amaç değer, kadın ise ona hizmet eden bir araç değer değildir. Nitekim Rasul-i Ekrem’in ifadeleri ile kadın ve erkek, insanlığın birbirine benzeşen ve birbirini tamamlayan iki yarısıdır. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 94.) Yine kadınların bazı dinî emirlerden muaf tutulmaları, kulluk sorumluluklarının esasıyla ilgili değildir. Bu, sadece her iki cinsin biyolojik ve psikolojik farklılıklarının bir neticesidir.

Râzî’nin yorumları, yaşadığı tarihsel şartlarda yaygın olan çarpık bir kadın telakkisini bizlere anlatır. Böyle bir anlayışın hâkim olduğu toplumsal yapılarda kadının mutlu olması herhalde mümkün değildir; çünkü burada kadın hem insani hem de dinle olan ilişkisi itibarıyla ikincil bir konumda ele alınmaktadır; hatta nesneleştirilmekte ve fesadın kaynağı olarak görülmektedir. Söz konusu kadın algısı, aile yuvasında sağlıklı ilişki ve iletişim kanallarını tıkar. Kadının kendi doğası istikametinde hem insani hem de kulluk yeteneklerini geliştirmesini engeller. Bu anlayışın, bazı yansımalarının günümüzde dahi kısmen devam ettiği anlaşılmaktadır.

Aslında ayet, erkeğiyle kadınıyla aileyi meydana getiren her iki cinse hitap etmektedir. Ayetin öncesini ve sonrası bu gerçeği doğrulamaktadır. Kaldı ki Arapçada “zevc/eş” kelimesi, sadece erkeğin eşi değil, kadının eşi anlamında da kullanılmaktadır. (İbn Aşûr, Tefsîru’t-tahrîr ve’t-tenvîr, Tunis, XXI, 71.)

Yine benzer kalıplarla gelen ayetler Kur’an’da değişik yerlerde geçmektedir. (bk. A’râf, 189; Nahl, 72; Şûra, 11.) Bunlar toplu olarak değerlendirildiğinde, mezkûr ayetten, erkeğiyle kadınıyla insanın aynı cinsten yaratıldığı, bunun da ona bahşedilen ilahî bir lütuf olduğunun kastedildiği anlaşılacaktır. Şu hâlde karı-koca ilişkisine bir nimet olarak bakılacaksa, bu sadece kadının erkeğe değil, erkeğin de kadına bir nimet olarak bahşedilmesi yönüyle düşünülmelidir.

Ailede diğer iki yaratılış gerçeği “sevgi” ve “merhamet”tir. Bunların olmadığını farz edersek, ailenin dolayısıyla insanlık cemiyetinin ayakta durması mümkün değildir. Aynı zamanda bunlar aileyi meydana getiren bireylere manevi-ahlaki sorumluluklarını da hatırlatmaktadır. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi son derece önemlidir. Çünkü aksi takdirde aile ocağı huzur, sevgi ve merhamet ocağı olmaktan çıkar; kin ve husumetin kol gezdiği bir kasvet ve gerilim ortamına dönüşür. (Teğâbun, 14.)

Şu halde aile olmak, sadece erkek ve kadının bir araya gelmesi demek değildir. Aile sevgi ve şefkat değerleri üzerine kurulur. Eğer şefkat ve merhamet aile bahçesinde filiz vermiyor; aksine kin ve husumet boy gösteriyorsa, bu ailede bir şeylerin yanlış gittiği kesindir. O bakımdan mutlu aile fedakârlıkta bulunmayı, sabırlı ve bağışlayıcı olmayı gerektirir. Nitekim Hz. Peygamber buna teşvik eder ve şöyle der: “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır.” (Tirmizî, Menâkıb, 63.) Bu, elbette ki her iki taraf için de geçerlidir. Eğer bu hassasiyet olmazsa, sevgi ve şefkat çiçekleri aile bahçesinde yeşermez, gönül süruru, göz aydınlığı eş ve çocuklar olmaz. Hatta yeşermeye başlayan sevgi tomurcukları solar, zamanla da kuruyup gider.