Makale

Çocuklarınızın ayarlarını bozmayın

Çocuklarınızın ayarlarını bozmayın
Nazlı Özburun

Okulların açılmasıyla birlikte ailelerde yeniden bir panik dönemi de başlamış oldu. “Okul açılsa da şu çocuklara bir çeki-düzen verilse!” diye düşünen ebeveynler, şimdi de “Bu çocuklara ne yapalım da daha başarılı olsunlar ve geleceklerini garanti altına alsınlar?” derdine düştüler.

Her ebeveynin kafasında ayrı bir proje olduğundan, bu projeye uygun çocuklar yetiştirebilmek için de uzmanların kapıları aşındırılmaya başlandı.
Peki, çocuklarımız bizim projelerimize uygun yetiştirilebilir mi?
Yetiştirilebilir ise ne olur?

Daha memnun, daha mutlu çocuklarımız mı olur? Yoksa daha hırslı, tatminsiz, çocukluğunu yaşayamadığı için vaktinden önce olgunlaşmış, tahammülü azalmış, idare edemeyen, bir yerde bir dakikadan fazla kaldığında sıkılan çocuklarımız mı olur?

İyi anne-baba olmak nedir? Maddi-manevi bütün gücümüzü çocukların gelecekleri için harcamak, yaşamın her anında çocuklarımızı düşünmek, tedirgin olarak günlük doğrular ve hâkim moda anlayışına göre çocuk yetiştirmek midir?

“Şimdi”yi yaşamasını geleceği için feda ettiğimiz çocuklarımız, “şimdi”nin getirdiklerini yaşayamadan yarına ulaşabilecekler midir? Ulaştıkları “yarının” da bir “yarını” yok mudur?
Peki, bu çocuklar ne zaman yaşayacaklar?

Bütün bu soruları düşünmeden, bu sorulara tatminkâr cevaplar veremeden ve çocuklarımızı “bugün”den ve bugünün getirdiklerinden mahrum ederek geleceğe taşıyamayız…

Bugünün getirdiği ise çocuğun yaşı ve ihtiyaçları ile doğru orantılı olmalıdır.
Doğru alışkanlıklar kazandırmak ve doğru arkadaşlıklar kurmasına zemin hazırlamak, çocuk için yeterli bir tatmin çizgisi inşa edecektir.

Samimiyetin olduğu, içtenliğin yaşandığı, hayatın iyi ve kötü yanlarının deneyimlenebildiği bir yapıda, çocuğumuz “proje dışı” ama potansiyelini açabilmiş bir birey olarak katılacaktır hayata.

Etütler, kurslar, ek dersler, özel öğretmenler, sınavlar ve buradaki hassasiyetimiz, projemize uygun bir çocuk üretebilir, ama bilmeliyiz ki mutlu bir çocuğumuz olmayacak, omuzları düşmüş, duygularını bastıran, kendi olmak için değil ve yönlendirilmekten şaşkına dönmüş bir çocuğumuz olacak…

“Altın orta”dan bahseden Aristoteles’e kulak verirsek eğer, o bize “uyum ve denge”den ve bunun doğal sonucu “mutluluk ve başarı”nın geleceğinden bahsedecektir.

Eskinin “suskun” ve sistemin içinde “ne verilirse alan” çocuklarının yerini, bugünün “yatırım yapılan” çocukları aldı... Ebeveynler çocuklarının ne getirdiğine, neyi yapabileceğine bakmadan, kendilerine göre her çocuktan bir mühendis, bir doktor çıkarmaya, bunun yanında “Gitar çalsın, karate de bilsin... İngilizcesi iyi olsun ama matematikte de birinci olsun…” diye didinip duruyorlar.

Potansiyel geliştirmek, çocuğun yeteneklerini yönlendirerek olur, anne-babaların ukdelerini gerçekleştirerek değil! “Ben yapamadım, o yapsın; ben okuyamadım, o okusun; o hep en iyi, en mükemmel yerlerde olsun!” demek, çocuğun geleceğini yapılandırmayı istemekten ziyade, kendi gerçekleştirilememiş arzularımıza çocuk üzerinden doyum arama çabasıdır.

İşte bu çaba çocuğun ayarlarını bozar. Çocuk “kendisi olarak mı, yoksa başarılı olduğu, annesinin/babasının arzularını gerçekleştirdiği sürece mi sevildiği” konusunda gelgitler yaşayacaktır.

Düzgün bir öğretmen, doğru bir okul, güçlü bir aile, tutarlı bir değerler alanı çocuğun yetenek ve yatkınlıklarına göre zorlama olmadan yapılan bir yönlendirme ve tabii ki her adımda dua ve iyi olacağına dair bir teslimiyet maksimum huzur için yetecektir.
Aksi halde kaygı ve korku ile oradan oraya savrulan anne-babalar, “Acaba doğru ve yeterli miyim?” sorgulamaları, sürekli geride kaldığına dair düşünceler ve bu düşüncelerin peşinden gelen endişeler arasında telef olmak kaçınılmaz görünüyor…

Anneler/babalar olarak, çocuklarımızı hayata mı hazırlıyoruz, yoksa gururlanmak için birer proje olarak mı görüyoruz? Sanırım bunu yeniden düşünme zamanıdır.