Makale

Çocukların topunu kesen kötü komşular

Çocukların topunu kesen kötü komşular
Ahmet Turan Alkan

Aaa, bu kadarcık mıymış, bu kadar küçücük mü, bu kadar daracık mı, bu kadar minicik mi, bu kadar silik, bu kadar sönük, bu kadar önemsiz miymiş!..

Ne zannetinizdi kuzum; çocukluk mevsiminin bütün endazeleri mübalağalıdır böyle. Bir keresinde saatlerce bıkıp usanmadan top koşturduğumuz bir arsanın yanından geçerken, “Yahu mendil kadar yerde, öyle büyük bir iştahla nasıl da top oynamışız?” diye hayretlere düşmüştüm. Eni iki buçuk, boyu sekiz metrelik uzunlamasına dar, zeminine dişli beton dökülmüş bir apartman giriş koridoru. Bir taraf üç metrelik duvar; nihayetinde ızgaralı demir kapı, ucu sokağa açık, peşkir kadar bir yercik...

Geçenlerde Mecidiyeköy’den geçerken Ali Sami Yen stadyumundan arta kalan moloz yığınına şöyle bir göz attım; küçücük bir yer. Koca stadyumu oraya nasıl sığdırmışlar şaştım kaldım.

İşte komşu deyince aklıma o “havlu” geliyor; aslında havlu filan değil, bildiğiniz avlu. Sivas ağzında havlu oluvermiş. Vâkıa arka tarafta kocaman bostan yok değil ama, oraya kadar inip kim salatalık devşirecek? El ön avlunun yarısını belleyip soğan maydanoz, dereotu bahçesi yapıvermiş komşumuzun hanımı. Orada top oynamak yasak. Aslında top oynamak, sigara, içki, uyuşturucu gibi temel yasaklar listesinde.

Uzun yaz günlerinde veya kısa kış günlerinde, ne zaman ki güneş batı ufkuna doğru devrilip göz gözü görmez hale gelince akşam ezanları hep o alelacele edayla, “Çabuk olun, vakit kısa, yetiştiniz ne âlâ!” tavrıyla müminleri namaza çağırmaya başlasa canımız sıkılırdı, ebeveyn zılgıtı neyse fakat topu görememek, sokak arası futboluna ister istemez son vermek manasına gelir. Uzak mesafelerle mahalleye serpiştirilmiş cılız sokak lambalarının altında ortada sıçan çevirerek maçı “temdid”e taşımaya çalışsak bu defa yoldan geçenler, sanki her gün mühürleme merasime bizzat şahit oluyorlarmış gibi endişeli ve vahim bir yüz ifadesiyle:

“Yerler gökler mühürlendi, hadi bakayım evlerinize, günah günah!” diyerek ekşirler ve içtimai vazifelerini ifa etmenin hazzıyla ağır adımlarla kapılarını çalarlardı. Komşu çocuğuna “saap” çıkılmış, muavenet edilmiş, terbiyesine katkıda bulunulmuştu. Önemliydi. Sadece kapı bir “Him hime” (Yani duvar duvara) komşunun değil, üç sokak ötedeki komşunun otoritesine bile saygı duymak vacipti. Şimdilerde ele geçmeyen bir nimet. Ne zaman komşu çocuğunu bir nasihat, hafif tertip bir ikaz sözü ile tedip etmeye kalkışsanız, annesi veya annannesi, “Sen benim çocuğuma ne karışıyorsun bakayım; bak kendi işine” dercesine hışımla görünür; pek bir şey söylemez ama siz durumdan vazife çıkarırsınız artık.

Yıllar sonra kendimi kendi çocuklarıma, “Yerler gökler mühürlendi, hadi bakalım eve, günah!” derken yakalayınca, yerlerin ve göklerin akşam namazı saatlerinde gerçekten melekler tarafından mühürlendiğini anladım, onların göremeyecekleri bir tebessüm dolaştı yüzümde.

Yerler gökler gerçekten mühürlenir miydi? Evet mühürlenirdi; en azından eğriyi doğrudan ayırmayı henüz geliştirememiş çocuklar için kesin bir hükümdür bu. Akşam ezanıyla birlikte “birileri” yeryüzüne iner, yerleri gökleri mühürler!

Buna rağmen, yerler gökler mühürlenmesine rağmen eve girmemekte inat edenlerimiz bakımından bu hâlimizi uzaktan müşahede eden büyüklerimiz acı acı kafalarını salladıktan sonra “cık cık” yapıyor ve:

“Ne günlere kaldık; hiç ahlak, namus, din, iman, hayâ, ar, edep kalmamış, bunlardan ne köy olur ne kasaba” diye iç geçirerek hayıflanıyorlardı. O günden beridir kim ki yeni neslin terbiyesizliğinden, dalgacılığından, vurdumduymazlığından, milli ve manevi meselelere karşı ilgisizliğinden yakınıp avurdunu doldura doldura şikâyetlenmeye koyulsa ciddiye alasım gelmiyor ama başıma iş almamak için, “Haklısın, hakikaten yeni nesilde iş yok ama çocuktur belki ilerde düzelirler” diye bir küçük ricat kapısı aralayıp başka mevzulara çeviriveriyorum sözü.

Koca sokağın ortasında tekmelenmekten baygınlık geçirmek üzere olan top, sanki intikam alırcasına havalanır ve gidip daracık avlusunun sokağa açılan kapısı hep duvar gibi asık yüzlü ve ketum, pencereleri hep kapalı evin bahçesine düşerdi. O zaman bir tabunun peçesini istemeden aralamışçasına korkar, hatta dehşete kapılırdık çünkü o adam eğer oradaysa topu eline alır, sokağa çıkar ve yere yatırıp koyun boğazlar gibi keserdi topu. Nasıl bir dehşet hissi anlatılmaz. Kötü bir rüya gibi.

Belki evde hastası var, belki asabı doğuştan bozuk, belki bizim top havada hayli müddet süzüldükten sonra hep adamcağızın cacık kâsesinin içine düşüyor. Siz olsanız, müşfik komşu rolü oynayacağım diye, mahallenin veletlerine şefkat gösterisi yapar mısınız?

İyidir, hoştur da komşuluk aslında meşakkatli iştir. Kendi çocuğunuza gösteremediğiniz anlayış ve şefkati komşunun çocuğuna göstermeniz beklenir sizden. Evde gürültü olsa diklenir, baba-anne otoritesini güm diye vaz edersiniz ama komşudan gelen gürültünün mutlaka makul, inandırıcı ve ille de hoş görülmesi gereken bir sebebi olduğuna kendinizi inandırmanız gerekir. İyi komşuluğun sırrı budur zaten.

Belki otuz sene olmuştur. Tatil günü, apartmanın bütün duvarlarında eşit olarak titreşerek bütün binayı zangırdatan matkap sesiyle irkildim. Bir, üç, beş değil, gürültü mütemadi bir faaliyete işaret ediyor. Galiba komşulardan biri enikonu tadilatta.

Çıkıp baktım. Oturma ruhsatı alınmaksızın teras katına korsanlamasına çıkılan çekme katın yeni “maliki” harman tuğlasıyla örülmüş duvarın birini yıktırıyor. Dur durak dinlemiyor, mal benim yıkarım havalarında. Belediyeye şikâyet ettim; zabıta geldi. Yeni komşunun annesi olacak hatun, pek de terbiyeli sayılamayacak bazı suçlayıcı kelimeler eşliğinde üzerime yürüdü, o güne kadar hiç bir kadın beni o kadar korkutmamıştı.

Malımda gözün mü kaldı hain herif, çatla da patla, yaptıracağız işte!
Yaptırdılar nitekim; patırtı günlerce sürdü. O günden beridir kötü komşu nedir bilirim az buçuk.
İyi komşuyla herkes geçinir, herkes iyi komşunun kadr ü kıymetini bilir; oysa ki cennetin anahtarlarından biri de kötü komşunun boynunda asılıdır; bunu size söyleyen olmuş muydu daha önce?

“Kötü komşu insanı hacet sahibi yapar” diye bir söz vardır, şöyle bir araştırdım. Bizim oralarda bu atasözünü “hacet” ile söylüyorlar. Kısaca “Hacat” derler ki, alet, avadanlık, ne bileyim, keser, tencere, kap-kacak gibi gündelik hayatta işe lazım olan gereçleri ihtiva eder. Başka yerlerde ise kötü komşunun insanı mal, ev, para sahibi yaptığı ileri sürülüyor ki, mübarek komşunun kötüsü bile bir noktada işe yarıyor demektir. Kötüsü böyleyse iyisi tadından yenmez vallahi...

Gelelim kıssadan hisse faslına; kötü komşu hep başkalarıdır, biz nedense oldum olası iyi komşuyuzdur, kötülüğü kendimize yakıştırmaz, üzerimize kondurmayız, peki doğru mudur? Haydi gözden geçirelim; iyi komşu muyuz? İyi insan mıyız, iyi miyiz?

Sor nefsine, o sana söyler söyleyeceğini...