Makale

Gönüllülük

Gönüllülük


Ahmet Taşgetiren


Halkımızın güzel bir özdeyişi vardır: “Gönülsüz yapılan aş, ya karın ağrıtır ya baş!”
“Canıgönülden yapmak” der halkımız, büyük istekle, büyük aşkla, varını yoğunu ortaya koyarak yapılan bir işe… Hizmet verenin büyük sevinç duyduğu, hizmet alanın yüreğinde sevinç uyandıran şeydir canıgönülden yapılan şey.
“Gönülsüzlük”, “kerhen”i içerir, zorlanmayı, yük gibi kabullenmeyi içerir.

Bizim kültürümüzde “savaşta bile gönüllülük”ten söz edilir. İnsanlarımız, bazı idealler için hiç de kolay vazgeçilemeyecek olan şeyi, yani canını “gönüllü” olarak vermeye aday olur.

Annelere, çocuğu 9 ay 10 gün kendi bünyesinden beslemek, büyük acı çekerek doğurmak, sonra zahmet içinde emzirmek, büyütmek, Rabbani bir gönül yatkınlığı hâlinde verilmiştir. Annelik bir gönül işidir.

Öğretmenlik, yani eğitim hizmeti de öyle.
“Gönüllülük”ün en çok yakıştığı işin “Din gönüllülüğü” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Daha doğrusu “Din hizmeti”, hangi nitelikte olursa olsun, “Gönüllülük” dışında ifa edilecek bir hizmet değildir. Belki de şöyle ifade edilirse daha net bir şey söylenmiş olur: Gönülsüz din hizmeti, dine bedel ödetmek ve din ile insan arasına bir mania gibi girmek demektir.

Dine hizmet işinin mayasında “Gönüllülük” vardır çünkü.
Buradaki gönüllülüğün mahiyeti de “Allah için gönüllülük”tür.
Yani bir “Ecr = Ücret” olacaksa, yaratılanlardan hiçbir şey beklememek, bunun tayinini mutlak anlamda rahmeti, lütfu, ecri sonsuz ve bimisil olan Yaradan’a bırakmaktır.

Kur’an’da, Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb Peygamberler (Aleyhimüsselam)’in dilinden defalarca şu ilanat yapılır:
“Sizden bir ücret (mal) istemiyorum. Hizmetimin mükâfatı ancak âlemlerin Rabbine aittir.” (Şuara, 109, 127, 145, 164, 180; Hud, 29, 51.)

Yine Kur’an’da, aynı ifadeleri Rasulüllah Efendimiz (s.a.s.)’in de kavmine belirtmesi istenir:
“(Ey Rasülüm) de ki: ‘Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine bir iman ve itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum.” (Furkan, 57.)
“Yoksa sen, onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişler midir?” (Tûr, 40; Kalem, 46.)
“(Ey Rasülüm) Buna karşı (yaptığın tebliğ ve imana davetten dolayı) onlardan bir ücret de istemiyorsun. O Kur’an, bütün âlemlere ancak bir nasihattir.” (Yûsuf, 104.)

Gönüllülük neyi ihtiva eder?
Gönüllülük bir ruh hâlidir ve o ruh hâlinin dokuduğu şahsiyet kıvamıdır.

O ruh hâlinin özünde, en başında gönüllü olduğu alanı sevmek ve yapacağı işin heyecanını duymak vardır. Bizzat istemektir gönüllülük. Bir yükse söz konusu olan, onu taşımaya talip olmaktır.

Mesele din gönüllülüğü olduğunda ise, bu çerçevede insanı sevmek, dini sevmek, camiyi sevmek, mihrabı, minberi sevmek vardır. Kur’an’a ve Rasulüllah’a sevdalı olmak vardır. Bütün bu sevgileri, hayat gayesi hâline getirmek vardır.

Din gönüllülüğünün özü, din ile insan arasında kalbî bir bağ inşa etmekte odaklanır. Din gönüllüsü, bizzat kendi varlığı bile o bağdır. Sözleri ile, davranışları ile, jestleri, mimikleri ile o bağı ilmek ilmek dokur. İnsanın gönlünü alır, dine taşır, dini alır, insanın gönlüne taşır. Rasulüllah Efendimiz (s.a.s.)’in “Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz, müjdeleyiniz korkutmayınız, kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.” mealindeki uyarıları, ancak “gönül köprüsü” hâlindeki gönül insanlarının marifetiyle gerçekleşir.

Yaptığı işten heyecan duymak dediğimizde ise, Rasulüllah Efendimiz’in tebliğ heyecanına işaret eden o ilahî tespiti hatırlamamak olmaz. Şöyle buyuruluyor:
“Neredeyse kendine kıyacaksın, onlar iman etmeyecekler diye...” (Şuara, 3.) Amcası Müslüman olsun diye kendini paralamak, Mekke’de insanlara göz koymak ve “İki Ömer’den biri Müslüman olsa...” diye içinde temenniler büyütmek...

Bu, insanın Allah yolu ile buluşması coşkusunu Rasulüllah, Hz. Ali’ye hitabında şöyle ifade buyurur: “Ey Ali, senin vasıtanla bir insanın hidayete ermesi, ovalar dolusu kızıl deveden (ya da dünyadaki her şeyden) daha hayırlıdır.”

Rasulüllah Efendimiz bu ulvi heyecan içinde, Mekke’nin panayırlarını dolaşır ve bizi çok şaşırtacak biçimde “Lailahe illallah deyin, kurtulun!” ifadeleriyle insanları Allah’ın dinine çağırır.

Sevgi, heyecan ve coşkunun, hemen yanında misyonunu yüksünmekten, yük gibi taşımaktan kurtulmak vardır. Bu iş, üzerine yüklenen bir ağırlığı “zoraki” taşımak değil, taşımaya talip olunan bir görevin ifasıdır. İstenendir, aranandır, yüklenmenin hayatın gayesi ve şeref kabul edildiğidir, nasiptir, kısmettir, ilahî armağandır, o iş için seçilmişlik duygusu verendir.

Gönüllülüğün bir şahsiyet dokusunda da fedakârlık, hatta adanmışlık vardır. Alınların terlemesinin, işin mahiyeti gereği olduğunu bilmek ve en başta o yürek kıvamını kuşanmak vardır. Gurbet vardır, anneye, babaya, yâre, evladü ıyale hasret vardır, açlık vardır, yorgunluk vardır, ama bütün bunları “ale’r-re’si ve’l ayn” diye gönül hoşluğu ile kabullenmek vardır. “Fedakârlık” kelimesini bile fazla bulmak vardır.

Din gönüllülüğünün gerektirdiği bir başka şahsiyet dokusu, yüreği geniş olmaktır. En küçük engellerde daralmamaktır. İnsanlığı içine alacak bir vüs’ate sahip olmaktır. İnsanlar türlü türlüdür. Kolay, su akışı gibi gelen insanlar olduğu gibi zor, dirençli, nüfuz edilemez, her an elden kaçacak kadar seyyal insanlar da vardır. İnsanların zoruna da kolayına da kapısı açık olan insanın yüreği, gönüllü yüreğidir. Böyle bir yürek kıvamı, emek verilmiş, terbiye edilmiş, ona göre yoğrulmuş bir yürek kıvamıdır.

Gönüllü, insanlar arasında ayırım yapmaz. Hiç kimse hakkında, “bundan bir şey çıkmaz” şeklinde kalıcı menfi yargıda bulunmaz. Irk, renk, dil, cinsiyet, yaş farkı gözetmez. İnsan haysiyetinde, yaratılmış herkeste bir iyilik potansiyeli görür. Herkes, Allah yolu ile buluşmaya adaydır. Hiç kimsenin yolu, peşinen kesilmiş değildir. Hiç kimse peşinen “cehennemlik” diye tasnif edilemez. Hiç kimseye “Canın cehenneme” diye tekme vurulamaz.

Gönüllülük, şahsi iktidar, güç, kudret, itibar vesilesi değildir. Gönüllülük, vermektir. Hep vermektir. Hizmettir. Onun için gönüllünün gururla, kibirle, övgü isteğiyle, riya ile ilişkisi olmaz. Zor bir imtihandır, hem hizmet içinde olup, hem de gururdan, kibirden, beğenilme duygusundan, merkezde olma heyecanından kurtulmak... Tevazuda toprak gibi olmak zordur. Gönüllü, Halik Teala’nın, Rasulüne “Sen öğüt ver, sadece öğüt verensin, onlar üzerinde bir zorba değilsin.” (Ğaşiye, 22.) hitabını unutmaz.

Din gönüllüsü, dinin sahibi ile hukukunu özenle tanzim eder, O’nu asla unutmaz, sürekli O’nun nazarları altında bir hayat sürer. Herkesi O’na çağırdığına göre, kendisi de O’na yakın olmak için gayret eder. Kalbinde O vardır, dilinde O vardır, hayatının her safhası O’nun taht-ı tasarrufundadır.

“Dinin sahibi ile hukuku gözetmek”, dine sadakati, dini, Rabbin rızasına uygun olarak anlamayı, yorumlamayı ve yaşamayı da beraberinde getirir. Allah’a din öğretmeye, dinle ilişkiyi Yaratan’a minnet gibi sunmaya, nefislere hoş gelecek din yorumlarına gitmeye mezun olmadığını bilir. Rabbin hoşnut olacağı bir dini yaşar, yine aynı dini taşır insanlara.

Din gönüllüsü, ahireti unutmaz. Rabbin huzuruna kalb-i selim götürmenin olmazsa olmaz olduğunu bildiği için, yaptığı hizmetin kalb-i selim yolculuğu olmasına itina eder. Kalplere hükmeden Allah’tır ve gönüllü, sürekli bir kalp işçiliği hâlindedir. Kalp işçiliği bir ebedî hayat işçiliğidir. Bir cennet işçiliğidir. Bir ilahî rızayı kazanma gayretidir.

Din gönüllüsü rahmet insanıdır. Güzel Müslümandır, müşfiktir, mütebessimdir; abus çehreli değildir, mütevazıdır. Toplumun en zayıf kesimleriyle beraber gözükmekten utanmaz. İnfak ehlidir, cömerttir, ikramda bulunmayı sevendir. İyi insan denen şey ne ise odur. Eşiyle, çocuklarıyla, hısım akrabası ile ilişkileri Yaradan’ın hoşnut olacağı tarzdadır.

Din gönüllüsü, Rasulüllah Efendimiz’in manevi mirasçısı makamındadır. Sözünde onun sözleri olmalıdır. Özünde o olmalıdır. Onun izine basarak yürümelidir. Yüreği, onun yüreğine raptolmalıdır. Onun kervanına katıldığını, onunla birlikte yürüdüğünü unutmamalıdır.

Gönüllü, halk içinde Hak ile birlikte olabilmeyi başarandır.