Makale

Maneviyat eğitimi

Maneviyat eğitimi


Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz


Adı ister bilgi ve terbiye; isterse eğitim ve öğretim olsun, insan kişiliğinin teşekkülünde öğrenip bilgi sahibi olmanın, terbiye ve tezkiye ile eğitilmenin büyük önemi vardır. Kur’an’da Peygamberimiz’in vazifelerini anlatan ayetlerde “kitabı öğretmek” ibaresiyle öğretim ve bilgiye, “tezkiye” lafzıyla da terbiye ve eğitime işaret edilmektedir. (Bkz. Bakara, 129, 151; Âl-i İmrân, 164; Cum’a, 2.) Eskiden ikisine birden talim ve terbiye denirdi. Bugün ise öğretim ve eğitim deniliyor.

Dinî ve manevi terbiye, dinin insanlara yine insan eliyle bir kültür ve medeniyet mirası olarak intikali demektir. Nesillerin bu mirasa gereği gibi sahip olabilmesi için bu eğitim ve terbiyenin, şartlarına uygun biçimde verilmesi gerekmektedir.

Aslında terbiye denilen şey insanlara öğretim yoluyla kazandırılan bilgilerin “hâl” diye anılan manevi olguya dönüştürülmesinden ibarettir. Bir başka ifade ile terbiye, “söz ve kâli”, “davranış ve hâle” tebdil etmek; önce bilip ardından yaşamaktır.

Manevi eğitim, en kolay ve en hızlı biçimde kemal sahibi insanların diğerleri üzerinde yaptığı tabii etki sayesinde oluşur. Eğitim, yazılı metin ve kurallar manzumesinden ibaret değildir. Meyvenin güneş ışığından istifade ile sararıp olgunlaşması gibi insanların güzel ahlak sahibi insanların yanında olgunlaşıp kemale ermesidir. Bu itibarla maneviyat eğitiminin en güzel yolu kemal sahibi insanlarla beraber bulunmaktır. Tecrübe sahibi; yaşadıklarından ders çıkarmış olgun insanların etrafında bulunmak, eğitimin en etkin yollarından biridir. Nitekim “hâl, ehl-i hâl ile hemhâl olmak suretiyle öğrenilir” denilir.

Peygamberimiz (s.a.s.)’in etrafında bulunan sahabiler de o hidayet güneşinden dört yolla istifade etmişlerdi:
1- Akvâlini/sözlerini dinlemişler,
2- Ef’âlini /fiillerini izlemişler,
3- Takrîrâtını/başkasının davranışlarını tasdik/onayını görmüşler,
4- Ahvâlini/hâllerini, duygularını özümsemişlerdi.

Sahabiler doğrudan doğruya Rasulüllah (s.a.s.)’ı hâliyle, duygularıyla, yüzündeki ifadeleriyle görme bahtiyarlığına erdiler. Bugün bizim öğrendiklerimiz daha çok yazılı metinlerdendir. Bugün hâl sahibi insanlarla beraber olmak, onların duygularını gönüllerimize transfer gayreti içerisinde bulunmak, yavan ve kuru bilgiden sıyrılmamızı sağlayacaktır. Bu usul, manevi eğitimde en sağlam ve kestirme yoldur.

Yavan ve kuru bilgi kişiliklerin teşekkülüne yetmez; insanlar bilgiyi özümsemek ve örnekle yüreklerine sindirip kendilerine mâl etmek isterler. Bu itibarla manevi eğitim için anne-baba, öğretmen ve büyüklerin iyi birer rehber ve model olmaları gerekir.

Maneviyat eğitiminde iyi model ve rehberin varlığı gençlerin eğitim sürecindeki arayış ve adım adım kemale yaklaşmalarının en önemli ilk merhalesidir. Ancak manevi eğitimde olgunlaşma süreci hemen akşamdan sabaha olacak bir husus değildir. Çünkü maneviyat yolunda insanın safha safha kulluk; Allah’a ibadet ve taat ile kemal arayışı içerisinde bulunması gerekir. Nitekim Ziya Paşa der ki:

Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der
Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der.

Dün mektebe giden, bugün üstat olayım demeye kalkarsa eksik olur. Dolayısıyla insanın maneviyat yolunda önce bir nefs mücahedesinden geçmesi gerekir. Çile çekmek, dert sahibi olmak insanın kemalini hazırlayan önemli özelliklerdendir. Çilesiz, dertsiz bir insanın kemal sahibi olması mümkün değildir. Derler ki deniz sahillerindeki beyaz çakıl taşları aslında kayalardan kopmuş sivri kaya parçalarıdır. Ama dalgalar tarafından dövüle dövüle o kaya parçalarının hiçbir sivriliği kalmamış; âdeta cilalanmış gibi olmuşlardır. Taşların görüntülerindeki güzellik dalgalar tarafından dövülerek çektikleri çileler sayesinde oluşmuştur.

İnsan da ne kadar çok çile çeker ve zorluklar aşarsa o kadar iyiliğe, güzelliğe ve kemale kanat açar. Hiç çilesi, dert ve sıkıntısı olmayan ve hiçbir imtihandan geçmeyen insanda kemal aranmaz. Nitekim altının en değerlisi kuyumcunun elinde çekiçle dövüle dövüle güzel bir şekle girenidir.

Maneviyat, bilgiden ziyade bir sevgi işidir. Sevginin temelinde ilgi ve yöneliş vardır. İnsanların fıtratlarında yüce yaratıcıya ve mutlak güce bir yöneliş, dînî hayata tabii bir ilgi vardır. Ancak bu ilginin sevgiye dönüşmesi ve bilgi ile beslenmesi esastır. Dinî hayata bilgi boyutu ihmal edilmiş yoğun bir ilgiyle yönelmek, ham softalıkları; sevgi boyutu ihmal edilmiş kuru bir bilgiyle yönelmek, ruhsuz dindarlıkları doğurur. Aranan ikisi de değildir.

Ne bilgiden mahrum cahilane bir ilgi, ne de sevgiden ve heyecandan yoksun kuru bir bilgi. Sevginin de bilginin de yerli yerine oturduğu güçlü bir İslami kişilik ve kimlik. Çünkü din, tene ve bedene mutluluk ve bolluk getirme davası değil, aksine ruhu ve ruhun inceliklerini tene, bedene ve hayata hâkim kılma eylemidir. Kâinat kitabını okuyarak, yaratıklarda yüce Yaratıcının eserini görmek ve yaratılanı Yaratanından ötürü sevmektir.

Maneviyat eğitiminde kendinin farkında olmak; yani canı bilmek önem arzetmektedir. Çünkü insanın kendini tanıması, varoluşundan beri ilgi duyduğu bir alandır. Nitekim: “Kendini bilen Rabb’ını bilir.” (Keşfü’l-hafâ, II, 262, hadîs no: 2532.) sözü bu anlayışın temel mantığıdır. Kur’an’ın ilk inen ayetlerinde Allah Teala: “Ey Muhammed! Yaratan Rabbının adıyla oku. O Rabb, insanı ana rahmine tutunarak gelişen embriyomdan yaratmıştır.” (Alak, 1-5.) buyurarak insana, kendisine bakmasını ve varoluş sürecini izleyerek kendisini tanımasını emretmektedir. İnsanın içindeki canın farkına varması, manevi gelişim ve eğitimin basamaklarındandır.

Kendini bilmek, canı bilmek; insanın nefsini, kendini tanıması, kabiliyet ve zaaflarının farkında olmasıdır. Kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmesi, zaaflarını ıslah ile eğitmesidir. Eğitim insanda var olan yetenekleri ortaya çıkarır ve geliştirir, eksik yanlarını irade ile tashih imkânı sağlar. Nefsi bilmek ve kendini tanımak, Hakk’a varmanın ön şartıdır. İlimden, irfandan maksat hep kendini tanımak, Hakk’a yol bulmaktır. Nitekim Yunus şöyle der:

İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin / Bu nice okumaktır. (Yûnus Emre Dîvânı, s. 101, 91/1.)

Maneviyat eğitiminin muhatabı insanların gönülleridir. Mevlana, gönül eğitimini değirmen benzetmesi ile anlatır. Gönlü buğdaya, insanı değirmene, bedeni taşa, düşünceleri suya benzetir. (Bkz. Dîvân-ı kebîr, IV, 142, b. 1279.) Gönül, değirmendeki buğdaydır. O insanlığa hayat veren gıdadır. Değirmen taşı olan beden, buğday mesabesindeki gönlü ezmekle ona çile çektirmektedir. Un hâline gelen buğday incelmekte; benlik ve gururdan kurtulmaktadır. Su ise düşünceleri temsil etmektedir. Susuz değirmen dönmez. (Dr. Mustafa Usta, Divân-ı Kebîr’de Mevlânâ’nın Eğitim Görüşü, İstanbul 1995, s. 55, 142-149.)

Din ve maneviyat eğitimi her şeyden önce aşk işidir. Aşkın olmadığı yerde tahkik değil, ancak taklit olabilir. Akıl bir fener, aşk ise güneştir. Aşk güneşi doğuncaya kadar akıl feneri lazımdır. Aşk güneşi doğunca fenere ihtiyaç kalmaz. Dinî ve manevi güzelliklerin terbiye boyutuyla özümsenerek toplumu kuşatması, sevginin güneş misali zuhuruyla mümkündür.

Manevi eğitim ve terbiyenin amacı insanları cehaletten kurtarıp bilginin aydınlığına ulaştırmaktır. İyiye, güzele, doğru hedeflere yöneltmek için insanlara gerekli kaideleri göstermek ve bu hedefleri engelleyen sebepleri ortadan kaldırıp ahiret saadetini kazandıracak davranışlara erdirmektir.

Maneviyat eğitiminin önünde birçok engel vardır. Bunların başında nefsin Hakk ile ülfetten, taat ve ibadetten hoşlanmaması gelir. Bunun sebebi kişinin nefsin her isteğine ram olup boyun eğmesidir. Manevi eğitim sürecinde bunun tedavisi ise nefsin isteklerine karşı koymakla mümkündür. Nefsi, nefse ağır gelen şeylerle meşgul etmek; az yemek, az uyumak, az konuşmaktır.

İtibar duygusu ve baş olma tutkusu da mâneviyat yolunda bir engeldir. Bu da kendini beğenme hastalığından kaynaklanır. Bunun tedavisi ise Allah’ın kendisine hakkı hakk bilme lütfunda bulunduğunu, kendisinin Allah’ın bu lütfuna karşı şükürde kusur ettiğini düşünerek tevâzu ve alçak gönüllülük yolunu tutmaktır. Yani hiçlik şuuruna erebilmektir. Çünkü insan hiçlik duygusuna erdikçe kendisini daha iyi tanıyabilecektir.

Maneviyat eğitiminde insanın hırs ve dünya düşkünlüğünü azaltması gerekmektedir. Bunun yolu ise ölümü çokça hatırlamak, ebediyet yurdunun dünyada değil, ahirette bulunduğunu düşünmektir. Manevi eğitimde her an ölüm düşüncesi içerisinde bulunan insanın günlük hayatı daha bir anlam kazanacaktır.

İnsanı hayata bağlayan veya hayatı anlamlı kılan Allah inancı ile ebedî hayat tutkusudur. Manevi eğitim ve terbiye insana ruhi ve içtimai pek çok yararlar sağlar. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Manevi terbiye insana önce kendini, ardından Rabbini tanıtır. Kur’an’ın ilk ayetindeki: “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 1.) emri bilgi yolunu ve Rabbi bilme yöntemini açık ifadelerle ortaya koymaktadır. Bu ayetin kapsamında bilgi, yaratıcı, yaratılan insan ve onlar arasında kulluk ilişkisi öne çıkmaktadır. Bu tip ilişki ve buna âid bir terbiye insana evrendeki yerini göstermektedir.

2- Manevi terbiye, ferdî hayatı düzene koyarak kafaların ve gönüllerin itminana ermesini ve dünyanın anlamlı hâle gelmesini sağlar. Manevi ve dinî terbiye sayesinde insan zamanı düzenli kullanmasını; Allah, insanlar ve tüm yaratıklarla ilişkilerinin hangi seviyede olacağını, bilgiden öte eylem ve hâl olarak öğrenir. Ayrıca fertleri düzenli bir hayatı benimseyen toplumların, toplumsal düzenleri de sağlıklı olur.

3- Maneviyat ferde de, topluma da iyiyi, doğruyu ve güzeli telkin eder; ona ulaşmanın yollarını kolaylaştırır. Ferdî hayat toplum hayatının önüne, toplumsal değerler ve kurallar da ferdin varlık ve değerlerinin önüne geçmemelidir. Değilse birinin mutluluğu diğerini gölgede bırakabilir. Ne fert topluma, ne de toplum ferde feda edilmelidir. Bu anlayışı en iyi sağlayan dinî şuurla verilen manevi terbiyedir.

4- Manevi terbiye toplumun bütün kurumlarıyla belli ölçüde bütünleştirilerek verilmelidir. Böylece manevi eğitim, cemiyette sosyal adaletin gerçekleşmesine, içtimai değerlerin yerleşmesine etkili olacak ve toplum değerlerinin reddettiği şeylerin yapılmasına fırsat vermeyecektir.

5- İnsanoğlu günün her saatinde çeşitli problemlerle karşı karşıyadır. Geçimsiz bir eş, itaatsiz çocuklar, geçim sıkıntıları, sağlık problemleri insanların iç dünyasını devamlı surette elem ve acılara boğmaktadır. İnsan fıtratında ise elem ve acılardan kaçıp sevinç ve hazlara koşma tutkusu vardır. Elemlerin hazza dönüşmesi veya tesirini azaltması, iç dünyamızın manevi telkin ve terbiye ile güçlendirilmesine bağlıdır.

Elhasıl maneviyat eğitimi insana her türlü sıkıntılara karşı tahammül gücü vererek elemleri azaltır. Hatta zamanla elemlerin verdiği acıları, karşılığında alınacak ecri düşünerek hazza dönüştürebilir. Olayların sonsuz kudret sahibinin iradesiyle meydana geldiğine inanan insan, ruhunda sonsuz bir dayanma gücü hisseder ve çevresindeki menfi şartlara rağmen kurtuluş çareleri bulabilir.