Makale

Cami kubbelerinde yankılanan çocuk sesleri

Cami kubbelerinde yankılanan çocuk sesleri


Lamia Levent


Mescid-i Nebevi’nin mütevazı ve sade duvarlarına değen Hz. Peygamber (s.a.s.)’in huşu ve huzur dolu sesiyle sahabe en nadide anlarından birini daha yaşıyorlardı. Onun imamlığında kıldıkları kim bilir kaçıncı namazlarıydı bu. Ama her seferinde bu güzelliği yaşamak ve uzayıp giden Kur’an kıraatinin manasına, onun sesinin ahengiyle ulaşmanın vermiş olduğu feyizle öte âlemlerin kapılarını aralıyorlardı. Onların yaşadığı bu manevi atmosferin hissettirdiklerini tasvir etmek mümkün değildi.

Mescidin duvarlarında yankılanan Nebiler nebisinin sesine birden bir çocuk ağlaması karıştı. Arka saflarda çocuklarıyla namaza duran kadınların arasından geliyordu bu minik çocuğun sesi. Cıvıl cıvıl şakıyan çocukların sesi, peygamber mescidinin alışık olduğu seslerdendi. Hz. Peygamber (s.a.s.) ile namaz kılmak için mescide gelen kadınlar, çocuklarını da beraberinde getirirlerdi. Mescit, erkekler kadar kadınların ve çocukların da mekânıydı. Mescid-i Nebi’nin kapıları herkese sonuna kadar açıktı ve o kapı her gelene cennetten bir vaha sunuyordu…

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in merhametli yüreği çocuklar, kimsesizler, yetimler ve yokluk içinde olanlara hiç dayanmazdı. Değil mi ki o, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti! Biçarelerin her daim yanında olan o rahmet ve şefkat peygamberi, duyduğu bu çocuk ağlaması üzerine, her zaman uzun tuttuğu kıraatini daha fazla uzatmadı. Hem annesi hem de çocukcağız daha fazla üzülmesin diye her zamankinin aksine namazı kısa tuttu. (Nesai, Kıble, 35.)

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatında çocuklar müstesna bir yere sahipti ve onlarla kurduğu ilişki derin bir muhabbete dayanmaktaydı. O, çocuklara duyduğu sevgiyi her fırsatta dile getiren, onlarla oynayan, hasta bir çocuğu ziyaret edecek kadar değer veren yüce bir gönle sahipti. Allah’ın huzuruna durduğu o kutlu dakikalarda bile onları kırmamaya çalışır ve çok sevdiği torunları sırtında daha fazla eğlensin diye secdelerini uzatırdı. (Nesai, Tatbik, 82; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 493-494.)

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), Mescid-i Nebi’nin cemaati arasındaki minikler, dünyanın en güzel süsü olan çocuklar, mescidini de süslesinler, bitmeyen neşeleriyle mescidinde çiçek açtırsınlar diye, ne kadınları ne de çocukları mescitten hiçbir zaman men etmedi. Her Müslüman Allah’ın evinin misafiri idi ve O’nun konuklarına her zaman yer vardı onun mescidinde.

Camide çocuk cıvıltısı
Hangimizin çocukluk hatıraları arasında, ramazan ayında mahallenin çocuklarıyla beraber katıldığımız teravih namazları yoktur. Ramazan aslında çocukların camiyle, cemaatle, ibadetle tanıştıkları ay olması bakımından da müstesna bir yere sahiptir. Ramazan, akşam namazından sonra sokağa çıkmamıza izin vermeyen ebeveynlerimizin, bu konuda müsamaha gösterdikleri aydır aynı zamanda. Pek çok güzelliği bizlere yaşatan ramazan ayı, çocukların da en sevdikleri aydır.

Anne babamızın arkasından neşe içerisinde mahalle camisindeki teravihlere katıldığımız zamanlar bizim için ibadet coşkusundan ziyade, büyüklerin katıldığı bir cemaatte onlarla birlikte olmanın ve onların eda ettiği bir ibadete iştirak etmenin merak ve heyecanı anlamına gelmekteydi. Mahalle camisinin avlusu sair zamanlarda biz çocuklar için bir oyun mekânı olduğu kadar, ramazanlarda, kandillerde caminin o lahuti havasını teneffüs ettiğimiz birer mabede dönüşürdü.

Çocukların dinî heyecan ve coşkuyu en derin şekilde yaşayacakları ve İslam dini ile ilgili temel rükünleri; namazı, Kur’an’ı, dua ve vaazları en güzel şekilde öğrenecekleri mekânlardır camiler. Çocukların İslam dininin ruhunu yakalamaları, yüreklerinde yankılanacak o sedasına aşina olmaları ve yaşattığı güzellikleri anlamaları da ancak cami ile kuracakları ünsiyetle mümkün olur.

Özellikle ramazan ayında, kandil gecelerinde ve bayram namazlarında büyük kalabalıklardan oluşan cami cemaatleri çocukların İslam ve Müslüman algılarında müthiş ufuklar açar. Camilerin içine sığmayan, sokaklara taşan cemaat, büyük bir huşu ve düzen içerisinde kılınan namazlar, hep bir ağızdan getirilen tekbirler ve aminler, bir anda çocukları heyecanın doruklarına taşır.

Bunun tam tersi de mümkündür. Camilerde gürültü yaptıkları, camiyi kirlettikleri ve düzeni bozdukları gerekçesiyle çocukların camilere getirilmemesi gerektiğini ifade edenler de vardır. Hatta Allah’ın evinde, çocukları azarlayan ve camiden kovan kimselere de rastlamak mümkündür. Ancak çocukların cami içerisinde azarlanması onlar da camiye ve caminin ifade ettiği değerlere karşı bir antipati de oluşturabilir. Nitekim pedagog Adem Güneş, bu kişilerin camilere ve cemaate karşı önyargılarla dolduğunu söylüyor. Güneş, “Camide azarlanan, kovulan veya fiziksel şiddet gören çocuk cami cemaatini ‘kaba’ ve ‘duygusuz’ olarak tanımlar. Bu önyargı dine karşı da yaygınlaşmaya başlarsa, yetişkinlik döneminde dine soğuk durabileceği hesap edilip bu sorumluluğa girmekten çekinmek gerek.

Camide kaşları çatık ve kendisine ters davranan biri ile karşılaşan çocuk, cami ve din kavramlarını kendi dünyasında kaşları çatık o kişi gibi algılar.” diyor. (Zaman Gazetesi, 16.09.2009, “Camide Çocuk Sesi”) Yedi yaşından önceki çocukların seslerinin “gürültü” olarak değil, sanki bir “melek” cıvıltısı gibi algılanması gerektiğini, cemaatin bu konuda titiz davranıp çocuklara karşı saygısızlık etmemesi gerektiğini dile getiriyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde üç sınıf insan için kalemin kalktığını yani sorumluluğun olmadığını buyurmaktadır. Bu üç sınıftan biri de çocuktur. (Buhari, Hudud, 22.) İbadet ve cami adabı konusunda henüz gerekli dikkat ve özene sahip olmayan çocukları camiden men ederek onların hassas yapılarında olumsuz izler bırakmak demek, aynı zamanda dinle aralarında bir mesafe açmak anlamına da gelebilir. Gerek ramazan ayında gerekse diğer zamanlarda büyük bir şevk ve neşe içerisinde camilerimizi adeta süsleyen yavrularımızı ödüllendirmek ve camiyi sevdikleri bir mekâna dönüştürmek bizim için bir görev olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in mescidinde eksik olmayan çocuk seslerini, kendi camilerimizde de duyabilmek için onları beraberimizde camiye götürme gayreti içinde olmalıyız.

Küçük büyüklerden cami hatıraları
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi camiler, her birimizin hafızasına kazınmış ve çocukluk yıllarında yaşadığımız hatıralarıyla bir anlamda din ile olan ilişkilerimizde belirleyici olmuştur.

Pek çok büyük şahsiyetin anılarında, çocukluk yıllarında gittikleri cami hatıraları önemli bir yer tutar. Bu kişilerin cami ile çocuklukta kurdukları rabıta onların şahsiyetlerinin oluşumunda da belirleyici olmuştur diyebiliriz. Nitekim Türk edebiyatının yetiştirdiği büyük şairlerden Mehmet Akif Ersoy’a “Camideki Şair” unvanı verilmesi onun cami ile arasındaki yakın münasebetten kaynaklanmaktadır. Mehmet Akif “Safahat”ına, çocukluk yıllarını ve öğreniminin ilk basamağını geçirdiği Fatih Camii şiiri ile başlamaktadır.

Âkif, Fatih Camii Medresesi’nde müderrislik yapan babası Temiz Tâhir Efendi’yle olan cami hatıralarını şöyle kaleme almıştır:
“Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: ‘Bu gece,
Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!’
Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi.
Namâza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi,
Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,

Ne âşıkane koşardım hasırlar üstünde!” (Mehmet Âkif Ersoy, Safahat (Haz. M. Ertuğrul Düzdağ), Gonca Yay., 3. Bas., İst., 1989.)

Yazar Ahmet Altan çocukluk yıllarında gittiği mahalle camisini bir makalesinde şöyle resmediyor:

“Evimizin hemen karşısındaki küçük cami. Ramazan geceleri mahallenin çocuklarıyla birlikte gittiğimiz teravih namazları, camideki büyüklerin bize başka zamanlarda pek de göstermedikleri bir şefkati göstermeleri, hâlâ çocuk aklımla ezberlediğim biçimde söylediğim ‘allahhümme salli ala’nın muhteşem melodisiyle dalgalar gibi kabaran o tuhaf coşku, namaz çıkışında hissettiğimiz o ağırbaşlı memnuniyet...” (Ahmet Altan, “Cami Işıklarına Bakan Çocuk” Hürriyet, 23 Ekim 2005.)