Makale

Dindarlık ve İslâm Ahlâkı

Dindarlık ve
İslâm Ahlâkı

Doç. Dr. Adnan Aslan
İSAM


İçinde yaşadığımız modern çağın affedilmez hatalarından biri de dini rasyonel bir sistem, bir felsefe olarak algılamasıdır. Bu temel yaklaşımdan etkilenen Müslümanlar, son iki yüzyıldır İslâm’ın akıl ve mantık dini olduğunu, modern bilim ve teknolojiyle ne kadar uyumlu olduğunu hep söyledi durdu. İslâm elbette makul bir dindir. Bunu inkâr etmek ya da küçümsemek doğru değil. Fakat şu modern şartlarda İslâm’ın aklı aşan dolayısıyla ilâhî olan boyutunu savunabilmek zorlaştı. Dinin insan üzerinde bir otorite kurabilmesi ve onu değiştirebilmesi için onun üstünde olması yani onu aşması gerekir. İslâm’ın ve diğer semavî dinlerin, asıl tabiatını insanı aşan ciheti oluşturur. Dinin bu boyutu Allah’tan geldiğinin işareti ve dinlerin insan tarafından uydurulamayacağının da delilidir.


Modern dünyada dinleri rasyonel bir sistem olarak algılama, dinin pratik ve ahlâkî boyutunu ikincil konuma düşürdü. Bugün memleketimizde orta ve yüksek seviyede din eğitiminde, İslâm’ın ahlâkî ve manevî cihetinden daha ziyade kültürel ciheti daha ön plâna çıkarılmaktadır. Akademik camia ise dini, malumat ve fikre inhisar etmektedir. Bu bağlamda biz dinî bilgiyi, aynı zamanda dinî düşüncenin yeniden üretilmesine hizmet eden fikrî tartışmaları yadırgıyor ya da küçümsüyor değiliz. Bunlar kendi konumlarında ve kendi işlevselliği ölçüsünde elbette gereklidir. Fakat bizim asıl yadırgadığımız husus dinin ferdî ve toplumsal plânda yegâne tezahürü olan, insanı daha kâmil, toplumu ise daha güvenli, cemiyeti daha istikrarlı yapan dinin ahlâkî boyuna yeterince değer verilmemesidir. Dinin ahlâkî cihetini eğitimde ve toplumda etkin kılmak, sadece ahlâk felsefesi okutmakla, ahlâk üzerine yazılan eserlerin müfredata konulmasıyla başarılacak bir iş değildir. Bunların elbette faydası olacaktır. Yapılması gereken şey belki de din eğitimini örgün ve yaygın hâliyle bir bütün olarak, insana güzel ahlâkı kazandıracak şekilde yeniden yapılandırmaktır.

Yukarıda ifade etmeye çalıştığım mülâhazalarla sorumluluğu eğitime yükleyip, şu anki hâlimizi temize çıkarma niyetinde değilim. Hepimiz ferda fert sorumluyuz, işlediğimiz günahların cezasını ve iyiliklerin mükâfatını yine fert olarak biz muhatap olacağız. Bizi kurtuluşa götürecek, içinde yaşadığımız cemiyete güzellikler bahşedecek dindarlığımızı nasıl yeniden kazanacağız? Asıl mesele budur. Dindarlığımızın kaynağı dinî malumatımız, felsefî düşünceler veya aldığımız din eğitimi değildir. Bizzat ahlâktır. Ahlâkla inandığımız dini ferdî ve toplumsal plânda varlık alanına taşırız. Din, toplumda ahlâkî davranışlarla varlık kazanır ve toplumsallaşır. Ahlâkımızla ebedî kurtuluşa muvaffak oluruz. Ahlâkî zaaflarımız sebebiyle belki de inkisara uğrarız.

Ahlâk dinî hakikatin insanî boyutta temessül etmiş hâlidir. İslâm’ı biz muhteşem meyveli bir ağaca benzetecek olursak, İslâm’ın inanç ve akidevî boyutu ağacın köklerine, Kur’an ve hadis ağacın gövdesine, fıkıhla oluşan muamelat kısmı ağacın dallarına, İslâm sanatı ağacın yapraklarına, İslâm ahlâkını ise ağacın meyvesine benzetebiliriz. İslâm tasavvufu ise ağacın hayatta kalmasını sağlayan sudur. Ahlâk dinin semeresidir. Müntesiplerine ahlâkî davranışları aşılayamayan bir din, meyvesiz ağaç gibidir.

Asırlık İslâm ağacı eskisi gibi meyveye durmaz oldu. Bunun elbette tarihî, sosyal, kültürel ve ferdî nedenleri vardır. İslâm kendi medeniyetini kaybedip, bilgi üretimindeki öncülüğü ve dolayısıyla gücünü Batı’ya kaptırınca ve Batı’nın tahakkümü ile birlikte, Müslüman memleketler cehaletin ve yoksulluğun pençesine düştüler. Bu İslâm dünyasında özellikle yönetici sınıfın, elit kesimin İslâm’a olan güvenlerini sarstı; bu durum eğitimli kesimde farklı hatta İslâm dışı arayışların ortaya çıkmasına sebep oldu. Kültürel olarak İslâm bilgiyi, bilimi, sanatı ve teknolojiyi yönlendirme gücünü kaybetmesiyle birlikte, İslâm ahlâkı toplumu oluşturmada aslî konumunu kaybetti. Modern yeni dünyanın oluşmasıyla, modern müesseselerde tezahür eden sisteme katılım, uzmanlık, bilgi ve para, toplumda yapısal oluşumun ölçüleri oldular.

Ahlâk sadece dinin özü, dindarlığın aslî tezahürü, ferdî mutluluğun ve cemiyetin istikrarının kaynağı değil aynı zamanda medeniyetin varlık sebebidir. Çağımızın yaşadığı bütün buhranların, ekonomik krizlerin, sosyal problemlerin ve çevre meselesinin, şiddetin, yabancılaşmanın, yalnızlığın, güvensizliğin, istikrarsızlığın kaynağı ahlâk buhranıdır. Batı’nın ahlâk buhranı, problemin bir ahlâk meselesi olduğunu görmesine engel olacak kadar büyüktür. Çağımızın önemli ahlâk filozoflarından olan Alasdair MacIntyre, bugün Batı toplumunun ahlâkî felâket yaşadığını ve fakat Batı’da hakim olan ahlâk felsefesinin bu felâketi görebilecek konumda olmadığını söylemektedir. Sebepleri iyi teşhis edilmeyen bir hastalığın tedavisi nasıl mümkün olacaktır? Dünyanın bu elim şartlarında, açlık, çevre, şiddet gibi devasa problemlerin yaşandığı şu dünyada biz Müslümanlar duyarsız kalamayız. Bu bizim dinî kimliğimize aykırıdır. İnsanlığın problemleri aynı zamanda bizim problemlerimizdir. Dünyanın şartları böyle de Müslüman milletlerin şartları bundan çok dahamı iyi? Fakirlik, cehalet, açlık, şiddet ve tefrika Müslümanların da önemli problemlerindendir. Bütün bu problemlerin üstesinden nasıl geleceğiz? Önce kendi dünyamızın sonra bütün dünyanın yaralarına nasıl merhem olacağız?

Bütün bunları başarmak için, din algımızı yeniden düzenlemek, İslâm’ın kültürel birikimini yeniden keşfetmek, dinî yaşayışımızı yeniden kazanmak durumundayız. Dinî yaşayışımız, dindarlığımızı kazanmak ancak, İslâm ahlâkını benimseyip yaşamakla mümkün olacaktır. Bu ifade sadece malumu ilamdan başka bir şey değil. Asıl mesele bunu nasıl başaracağımız meselesidir. Dinî kaynaklarımızı Kur’an ve hadis ve bunlar üzerine bina edilmiş muhteşem İslâm düşünce ve yaşayış geleneği işte orada durmakta. Kaynakların bize ne dediğini, neyi yapmamız, neden kaçınmamız gerektiğini biliyoruz. Nasıl yapılması gerektiğine dair bilgimiz, yapılacak şeyin gerekliliğine dair inancımız, bunu başaracak gücümüz ve irademiz de var. Ama yine de gereğini yapamıyor, öngörülen ve istenilen ahlâkî standartları bir türlü başaramıyoruz. Neden? Zira ahlâkî düsturları benimseme ve onu üstlenme sadece ferdî cehtle başarılabilecek bir şey değil de ondan. Ahlâk toplumsal bir olgudur, sadece cemaatle birlikte, cemaat içinde kazanılır ve cemaat içinde muhafaza edilir. Hadislerde cemaate ve cemaatle namaza vurgu bunun içindir. Din cemaatle birlikte vardır; dindarlık ve ahlâk ancak cemaatle birlikte varlık kazanır. O halde biz dindarlığımızı ve ahlâkî yaşantımızı ve hassasiyetimizi ancak İslâm cemaatinin bir parçası olmakla, o külden bir cüz olmakla yeniden kazanabiliriz.

İnsan, dini sadece bir idrak ve fikir olarak değil aynı zamanda ve daha çok pratikler olarak yaşar. Dinî pratikler ve en geniş anlamıyla ahlâkî davranışlar, insanda bir benlik ve dinî bir şahsiyet oluşturur. Dini anlayan ve takdir eden insanın zihni ve aklı değil, cemaat içinde oluşan ve varlık kazanan bu şahsiyeti ve benliğidir. Müslüman namaz kılarken, kurban keserken ve oruç tutarken, Rabbi huzurunda huşuyla ibadet ederken, dinin manevî dünyasına iştirak ederken hep kendi oluşturduğu benliği devreye girer. Dini anlayan, Allah’a inanan, peygamberi tasdik eden ve onu seven, onun arkadaşlarına saygı duyan, onlarla sıkı fıkı bir ilişki geliştiren işte bu benlik ve bu şahsiyettir. İnsan dinî bilgi ve din hakkındaki malumatını, bu yoğun dinî tecrübe anlarında geride bırakır. Bir kul ve yalın bir Müslüman olarak huzura çıkar. Cemaat içinde dinî, ahlâkî ve manevî pratiklerle kazandığı benliği ve bu benliğinin vüsati ölçüsünde dinî kavramları anlar ve dinî pratiklerin hikmet ve önemini takdir eder. Bir cemaat içinde ve cemaatle birlikte dinî pratikleri içselleştirememiş, dini bütün boyutlarıyla ihata edecek benlik vüsatine ulaşamamış olanlar, dine varlık veren ittika, tevekkül, tefekkür, haşyet, vera, zühd, tezekkür gibi temel kavramları, bütün boyutlarıyla asla bilemeyeceklerdir. Bu kavramlar ancak iştirakle bilinir. Bu kavramları kendi benliklerinde yaşamayanlar, kavramların varlıklarına kendi benlikleriyle iştirak edemeyenlerin, bunları gerçek anlamıyla bilmeleri pek mümkün olamayacaktır. Bu tür insanlar ancak bu kavram ve pratiklerin hakkında konuşur, o kavramlar hakkında etraflarını bilgilendirirler.

Kısaca ifade etmek gerekirse, içinde yaşadığımız modern çağ, ilim, kültür ve insan anlayışıyla yeni ve rasyonel bir medeniyet inşa etti. Biz de gelişen ve bize tahakküm eden bu medeniyetten pay almak, en azından bir tarafına eklemlenmek için dinimizin ve kültürümüzün aklî unsurlarını ön plâna çıkarmaya, onları daha fazla vurgulamaya başladık. Eğitim sistemimizi ona göre, çağın beklentilerine göre oluşturduk. Batılılar ahlâk hakkında konuşmayı gündemlerinden kaldırdı diye biz de kaldırdık. Onlar bilimi, teknolojiyi ve dolayısıyla ilerlemeyi dava edindiler biz de edindik. En büyük hedefimiz muasır medeniyet seviyesine çıkmaktı. Dünya Batılıların istediği yönde ilerledi. Fakat Batı maddî alanda katettiği büyük ilerlemeyi ahlâkî anlamda başaramadı. Şimdi bütün dünyayı tehdit eden buhranlarla, çevre problemleri, ekonomik krizler, sosyal problemlerle karşı karşıyız. Bizi ancak bir ahlâk inkılabı kurtarır. Bunu da şu anki şartlarda sadece İslâm ve Müslümanlar başarabilir.