Makale

Gönül İkliminde

Sadık Yalsızuçanlar

Gönül
İkliminde

Türkçemizin en hicranlı, en zengin kelimesi olan gönül’e pek çok dünya dilinde, örneğin Batı dillerinde rastlamak mümkün değildir.
Kalp, yürek vs. karşılığı bir sözcüğe rastlarsınız fakat ’gönül’ sadece Türkçemize özgüdür. Dilimizde gönül kazanmanın değerine ve gönül kırmanın tehlikelerine işaret eden çok sayıda güzel söz bulunur.
En az bir o kadar da deyim vardır gönle dair, gönülle yapılmış... Bizler daha çok gönül ikliminde soluk alıp veren müslimler olarak, tarihin bütün dönemlerinde, en çok ’şiir’ türüne dayalı bir edebî/inisiyatik gelenek üretmişizdir.
Gönül yıkmak, dünyanın direklerini viran etmek gibidir. Gönül yapmak ise, dünyayı imar etmeye benzer. Çünkü dünya, hakikî bir insanın gönlünden geniş değildir. Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek, bir insanı diriltmenin (yaşatmanın) bütün insanlığı diriltmek olduğuna ilişkin haber de esasen gönülle ilgili bir ima taşımaktadır.
’Benim gönlüm Kâbe’dir’ diyen şair, gerçekte bu hakikati dile getirmektedir, yoksa arzın merkezi ve ’Beytullah’ olan Kâ- be’yi inkâr etmemekte, onun değerini küçültmemektedir. Madem ki, inanmış kulun kalbi de beytullah’tır o halde, o da, varlığın kendisine sığdığı bir Kâbe’dir.
Nasıl ki evimize bir konuk geleceği zaman temizler, siler süpürür, onun gelişine hazır hale getiririz; aynı şekilde, gönlümüze de Rabbimizin teşrifi için, bir şairin deyişiyle, ’o haneninde mihmanın teşrifine hazır hale getirilmesi’ yani arıtılması, temizlenmesi, tezkiye edilmesi gerekir.
Gönlün arınması, ancak kullukla olur. Kulluğun nihaî amacı ise, insanın ne kendisine ne de başkasına zarar vermeyecek hale gelmesidir.
İnsanın dilinden, elinden, beş duyusundan çirkinlik ve kötülüklerin tümüyle çekilmesi; başkalarının kendisinden emin olması, her davranışının arı ve temiz olması, yani şairin ifadesiyle ’yeryüzünde şairane ikamet eder’ hale gelmesi halinde, gönül artık manevî bir Kabe’ye dönüşmeye başlamıştır.
Bu gönülde ancak iyilik, güzellik ve gerçeklik yansır. Ve onu yıkan da dünyayı viran etmiş demektir.
Gönül dendiğinde Efendimiz’in kalbi anlaşılır daha çok. Bir insan-ı kâmil olarak Efendimiz (s.a.s.)...
Efendimiz için Adem-i Hakiki tabiri de kullanılır. Gerçek insan… Kamil insan, varlığın meyvesi ve özeti olarak, aynı zamanda kendisinde Allah’ın isim ve sıfatlarının kamil manada tecelli ettiği, varoluşu temsil eden, varolanın tüm hakikatinin kendisinde toplanmış olduğu kimsedir. Efendimiz, bu anlamda kamil insanın prototipidir.
El-Cili’nin ifadesiyle kamil insanın gönlü, arş gibidir. O, arzın ve varoluşun sütunu, direğidir. Onun gönlü yıkılınca, varlığın bir sütunu çökmüş olur.
’Ben kırık gönüllerdeyim’ haberini de burada hatırlamak yerinde olacaktır.
Kimsesiz, yetim, dul, yoksul, çaresiz ve güçsüzlerin gönüllerini kazanmak, Allah’ın ve Habibi’nin rızasına erişmektir. Bu sırdandır ki, Efendimiz, çocuklara, hastalara, yaşlılara, kimsesizlere, çaresizlere, güçsüz ve yoksullara özel bir şefkatle muamele eder, onların gönlünü kazanmaya çalışır, sıkıntıları giderir, dertlerini paylaşırlardı. Onun kâmil varisi olan âlimler de, bu Nebevî ahlâka bihakkın uymaya gayret ederlerdi.
Gönül ehli olmak, gönülleri mamur etmek, gönlün sırlarına ermek, kimsesizlerin kimsesi olmak, kötülüğe iyilikle mukabele etmek, inanmış kulun yapması gerekenler cümlesindendir.
Özellikle modern çağın kaotik dünyasında, yalnız, mutsuz, tedirgin ve çıkarcı bir yaşam süren insanlar açısından böylesi bir halin ne denli gerekli olduğu açıktır. Büyük Yunus’la son verelim:
’Gelin tanış olalım İşi kolay vuralım Sevelim sevilelim Dünya kimseye kalmaz’