Makale

DİNİ SORULAR ve CEVAPLAR

DİNİ SORULAR ve CEVAPLAR

Hazırlayan: Dinî Soruları Cevaplandırma Komisyonu

Şirk ile küfür arasında ne gibi fark vardır?
Küfür, Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği kesinlikle sabit olan dinî esaslardan bir veya bir kaçını inkâr etmek demektir. Şirk ise Allah Teâlâ’nın varlığını kabul etmekle birlikte, ilâhlığında, isim, sıfat ve fiillerinde eşi ve ortağı olduğuna inanmak, yahut Allah ile birlikte başka bir varlığa ya da varlıklara ibadet etmektir.
Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır. Bu anlamda her şirk küfürdür, fakat her küfür şirk değildir. Şirk Allah’a, zat, isim ve sıfatlarına ortak tanıma sonucu meydana gelir. Küfür ise, küfür olduğu bilinen birtakım inançların kabulü ile gerçekleşir.
İman artar veya eksilir mi?
İman, inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Bir kimse, iman esaslarının tümünü kabul edip de, bir ya da birkaçına inanmazsa, iman etmiş sayılmaz. Bu durumda, iman gerçekleşmediğinden, artması ve eksilmesi söz konusu değildir.
Ancak iman güçlü ve zayıf olmak açısından farklılık gösterir; kiminin imanı kuvvetli, kiminin de zayıftır.
İmanda bu çeşit farklılığın bulunduğuna Kur’an- ı Kerim’de işaret edilmiştir: "Herhangi bir sure indirildiğinde, içlerinden (alaylı bir şekilde) ’bu hanginizin imanını artırdı?’ diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sure onların imanını artırmıştır." (Tev- be, 124); "O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir." (Fetih, 4); "Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların (mü’minlerin) imanlarını artırır." (Enfai, 2)
Çorap üzerine mesh edilebilir mi?
Mestler üzerine meshin caiz olmasının şartları arasında; mestlerin bağsız olarak ayakta durabilecek kadar katı olması, içine su almaması ve normal yürüyüşle 5 km. veya daha fazla yürüyüşe dayanıklı olması yer almaktadır. Bu şartları taşıyan çorapların üzerine meshetmek caizdir. Bu nitelikleri taşımayan çorap üzerine meshedilmez.
Bunun yanında, mestler üzerine giyilen çoraplar,
ince olup, abdest alırken üzerine meshedildiğinde altına ıslaklığı geçirirse, üzerine meshedilmesinde sakınca yoktur. Mest üzerine giyilen çorap, altına ıslaklığı geçirmediği takdirde üzerine meshedilmesi caiz değildir.
Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mâni midir?
Abdest alırken, yıkanması gereken uzuvlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih olmaz. Gusül- de ise vücutta, suyun ulaşabildiği her yerin yıkanması gerekir.
Bu itibarla, abdest veya gusül alacak kimsenin, yıkanması gereken uzuvlarında, suyun altına ulaşmasına engel olacak bir tabaka bulunmamalıdır. Oje gibi vücut üzerinde tabaka oluşturup, suyun bedene ulaşmasına mâni olan maddeler, abdest ve gusle engel olur. Bunların abdest veya gusülden önce giderilmesi gerekir. Buna karşılık deri üzerinde tabaka oluşturmayan saç boyası, kına gibi maddeler, abdest ve gusle mâni değildir.
Tuvalette abdest alınabilir mi?
Tuvalette abdest alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak böyle yerlerde besmele, zikir ve duaların içten söylenmesi uygun olur.
Abdest ve gusülün tam olup olmadığı konusundaki vesveseye itibar edilir mi?
Vesvese, çeşitli sebeplerle insanın yaşadığı kararsızlık, şüphe ve kuruntu hâlidir. Bu hâl, çoğu kere abdest ve guslün tamam olup olmadığı şeklinde görülmekte, elde olmayan kötü ve yanlış düşünceler şeklinde de olabilmektedir.
Vesvese sebebi ile, gusül ve abdestin tekrarlanması gerekmez. Vesvese gelse bile, abdest ve gusle devam edilmelidir.
Kişi vesveseye itibar etmemeye çalışmalı, içe doğan şüphe ve tereddüt hâllerinin asılsız olduğunu kendine telkin etmeli, ayrıca zaman zaman Felâk ve Nas sûrelerini, anlamlarını da düşünerek okumalıdır.
Namazlar cem’ edilmek (birleştirilmek) suretiyle kılınabilir mi?
Belirli şartları taşıyan her Müslüman’a günde beş vakit namaz farzdır. Her namaz kendi vakti içinde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: "Namaz, müminler üzerine belli vakitlerde eda edilmek üzere farz kılınmıştır" (Nisa, 103) buy- rulmaktadır. Bu itibarla normal şartlar içinde, her namazın vaktinde kılınması gerekir. Ancak geçerli bir mazeretin olması durumunda cem’ yapılabilir.
Cem’, "iki namazı birleştirmek" anlamına gelen bir tâbir olup, öğle ile ikindi namazlarının öğle veya ikinde vaktinde; akşam ile yatsı namazlarının akşam veya yatsı vaktinde birlikte kılınmasını ifade eder.
Pek çok sahih hadis; özellikle seferî iken öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının birleştirilerek kılınabileceğini öngörmektedir, ibn Abbas, "Rasûlullah (s.a.s.) Tebûk seferinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldı" demiştir. (Müslim, Sa- lâtü’i-Musâfirîn, 51,53) Başka bir hadiste de, Rasûlullah’ın Medine’de (yolcu olmadığı), korku ve yağmur bulunmadığı hâlde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldığı rivayet edilmiştir (Müslim, Salâtü’l-Musâfirîn, 54)
Bu itibarla, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları, alışkanlık hâline getirilmemek ve geçerli bir mazerete dayanmak kaydıyla, hem takdim hem de tehir biçiminde (birini diğerinin vaktinde) cem edilerek bir arada kılınabilir.
Namazları birleştirerek kılacak kişi, bu namazları peş peşe ve sırasına göre kılar; iki farz arasındaki sünnetleri kılmaz.
Yolculukta kılınamayan namazlar nasıl kaza edilir?
Namaz, kişinin zimmetine nasıl ve ne şekilde terettüp ederse, onu o şekliyle eda veya kaza edecektir. Yolculukta iken namazı kazaya kalan kişi, evine döndükten sonra da olsa, dört rekatlı olan farzları iki rekat olarak kaza eder. Mukim iken namazı kazaya kalan kişi de, yolculukta bu namazı tam olarak kaza eder.
Hasta ve ölen kişilere karşı vazifelerimiz nelerdir?
İslam dini sosyal dayanışma, adalet ve yardımlaşmaya büyük önem vermiştir. Bu çerçeveden olarak, hastaları ziyaret ederek onlara Allah’tan şifa, sıhhat ve afiyet dilemek, sabır ve tahammül tavsiye etmek, dünya hayatını terk etmek üzere olan hastaları kıbleye çevirip, onlara şahadet telkin etmek tavsiye edilmiş, vefat hadisesi gerçekleşince ölüyü yıkamak, kefenlemek, namazını kılmak, kabre kadar taşımak, defnetmek ve ölü için dua etmek de sosyal görev olarak kabul edilmiştir. Ayrıca ölen bir Müslüman’ın ardından Allah’tan rahmet dilemek, hayırla yâd etmek ve iyiliklerinden bahsetmek, dinimizin tavsiye ettiği davranış biçimidir. Nitekim Hz. Peygamber, ölülerimizi hayırla anmamızı bizlere tavsiye etmiştir.
Diğer taraftan mirasçılar, ölenin varsa borçlarını mutlaka ödemeli, vasiyetlerini yerine getirmelidirler.
Birden fazla cenaze için tek bir cenaze namazı kılınabilir mi?
Birden fazla cenaze hazır olduğunda, bunların namazlarını ayrı ayrı kılmak daha uygun ise de, birden fazla cenaze için tek bir namaz kılmak da yeterlidir.
Bir cenazeye birden fazla namaz kılınabilir mi?
Cenaze namazı bir defa kılınmakla farz yerine getirilmiş olur. Bu nedenle, tekrar kılınması gerekmez. Ancak, cenaze namazında bulunamayan kişiler, daha sonra münferit olarak veya ayrı bir cemaatle, aynı cenaze için tekrar cenaze namazı kılabilirler. Nitekim Hz. Peygamber, cenaze namazında hazır bulunamadığı Ümmü Sa’d için daha sonra cenaze namazı kılmıştır. (Tirmizî, Cenâiz, 47)
Ölü sahiplerinin, cenaze merasiminden sonra yemek vermesi uygun mudur?
Hz. Peygamber, ölünün kendi ailesinin yemek hazırlayıp; gelenlere ikram etmesini hoş karşılamamıştır. Ölen kişinin mirasçıları fakir iseler veya aralarında bülûğ çağına erişmemiş çocuk var ise, geriye bıraktığı maldan yemek yapılarak, cenazeye gelenlere verilmesi helâl değildir. Ancak akraba ve komşuların, cenaze sahiplerine bir günlük yemek hazırlayıp götürmesi müstehaptır.
Lâtin harfleriyle yazılmış Kur’an-ı Kerim’in okunması uygun mudur?
Kur’an-ı Kerim Arapça’dır. Hâlen kullanmakta olduğumuz Lâtin alfabesinde yer alan harfler, Arapça’daki bütün sesleri karşılamamaktadır. Bu sebeple birtakım özel harf ve işaretler kullanılmadan, Kur’an- ı Kerim’in Latin alfabesiyle eksiksiz ve doğru olarak yazılması ve hatasız okunması mümkün değildir. "Transkripsiyon" denilen özel harf ve işaretler ise, Arap harflerini bilmeyenler için bir anlam taşımaz. Bu itibarla Latin harfleriyle yazılmış Kur’an-ı Kerim’i doğru ve düzgün okuma imkanı olmadığından, bu harflerle yazılan Kur’an’ı okumak uygun değildir. Arap harflerini bilmeyen kişilerin, ezbere bildikleri sureleri ve yüzünden de Kur’an’ın meâlini okumaları daha isabetli olur.