Makale

Hristiyanlık’tan Budizm’e; Budizm’den İslam’a...Musa Selman

Hristiyanlık’tan Budizm’e; Budizm’den İslam’a...
Musa Selman

Kur’an’ı okumak bir solukluk işti. Ancak beklediğim gibi olmadı. Her satırı birkaç kere okuma gereği duyuyordum. Çünkü basit bir kitap değildi. İçerisi sanki benim için özel hazırlanmış “sık sorulan sorular ve cevapları” ile doluydu.


Hazırlayanlar: Aydoğan Arı - Yusuf Karabulut


1951 yılında Oregon’da dünyaya gelmişim. Ailem 1635 yılında İspanya’dan Amerika’ya göç etmişti. Amerika Birleşik Devletleri’nde bilinen en eski sülalelerden biriyiz. Dedelerimizin buraya göç etmelerinin sebebi dindar Hristiyan olmalarıymış. Aslen İngiliz olan ailem, kilisenin baskısından kaçarak önce İtalya’ya, oradan İspanya’ya ve en sonunda da Amerika’ya yerleşmiş. Şu an on ikinci nesil dünyaya geldi. Göç etmiş olmamızın sebebi olan din anlayışımız, ortalama bir Amerikalı’nın din anlayışından çok da farklı değildi. Babam bir hukuk profesörü, annem ise iyi bir Katolik ve ev hanımıydı. Dört kardeştik. İki ablam ve bir abim var. Anne-babamızın tek hayali hepimizin doktor ya da avukat gibi saygın mesleklerden birini edinmemizdi. Üniversiteye kadar olan hayatım Hristiyan bir çevrede geçmişti. Kardeşlerim içerisinde özellikle ben okumaya çok meraklı ve düşünmeyi seven biriydim. Hayatı sürekli sorguluyordum.
Mirasyedi bir Hristiyan’dım, gerçek manası ile dindar bir Hristiyan olamamıştım. Yüzyıllardır ailemin dinî hayatında süregelen erozyonlar beni de etkilemişti. Tıp öğrencisi olarak Princeton’da okumaya başladım. Ancak aldığım derslerde insanın tanımı/insanın nitelendirilişi, insan olarak tarif edilen mahluklardan biri olmak beni tatmin etmemişti. İnsan bir makine gibi değildi. Sadece bedenden ibaret olan biyolojik bir aygıt olamazdı. Bu düşünceler beni tıp tarihi okumaya yönlendirdi. Deliler gibi okuyordum. Doğu bilgilerinde geçen insan tanımından etkilenmiştim. Bu bilgilerde insan üç farklı varlık seviyesinde ele alınıyor ve birbirleri ile olan etkileşimleri anlatılıyordu. İnsanın ruh, can ve beden boyutu vardı. Bizim aldığımız eğitim, sadece beden boyutu üzerine eğilen ve diğer boyutları hiçe sayan bir anlayışa sahipti. Bu sebeple tıp okumayı bıraktım. Bir doktor olmamı bekleyen ailemin, okulu bıraktığımdan henüz haberi yoktu. Ciddi bir bunalıma girmiştim. İnsan neydi? Kimdi? Hristiyanlığa karşı olan inancımı iyice yitirmekle beraber, Doğu dinleriyle ilgili eserler okumaya başladım. Evime büyük sayılabilecek bir kütüphane kurdum. Düşünce tarihi, tıp tarihi, dinler ve insan üzerine ne varsa kütüphaneme ekliyor ve sürekli okuyordum. Bu okumalarım beni Budizm’e doğru götürmeye başlamıştı. Budizm’in insan anlayışı ve modeli beni hayli etkilemişti. Hepsinden ötesi, Batı insanının yaşadığı karmaşayı çözüyor gibi görünüyordu. İnsanlara huzur vaat ediyordu ve benim o sıralar en çok ihtiyacım olan şey huzurdu. Bu konudaki okumalarımı artırdım ve Budistlerle tanıştım.
Kısa bir süre sonra da Budist oldum. Benim için çok farklı bir deneyimdi. Sanki hayattaki sorularımın cevabını bu dinle birlikte bulmuştum. Kafamdaki karmaşıklığın çözüldüğünü hissettim. Budizm’in tüm versiyonlarını öğrendim. Vejetaryen oldum. Bedensel eğitim için gerekli olan bütün egzersizleri kendi üzerimde uygulamaya başladım. Özellikle nefes egzersizlerini oldukça dikkatli yapıyordum. Bir ara, bir ay sürecek olan, yavaş hareket etme ve nefes sayma, yenilene içilene dikkat etme gibi uygulamalardan oluşan ağır bir Budist inzivasına başladım. Bu tarz uygulamalarda inatçı ve sabırlı olduğumdan, hayli zor olan bu süreci başarı ile bitirdim. Ancak içimde tatmin olmayan bir yanım vardı. Zihnim yeniden sorular üretmeye başlamıştı. Tamam, bir huzur vardı; ama hareket yoktu. Bir şeyler eksikti ve tatmin olamıyordum. Aradığım şeyin Budizm olmadığına karar verdim ve tekrar arayışa geçtim. Yeniden ve daha yoğun bir şekilde kitapların dünyasına döndüm. Aradığım cevap oralarda bir yerlerde gibi geliyordu bana.
O sıralarda üniversite hayatına geri dönmüştüm. Felsefe tarihi okumaya başladım. Üniversitede bir hocamız vardı; Müslüman olmamasına rağmen Arap kıyafetleriyle derse geliyordu. Kendisi Nijerya’da görev yaptığı sırada bu kıyafeti beğenmişti ve okulda da giymeye devam ediyordu. Bir gün kendisine sıkıntılarımı açtım ve o da bana Kur’an okumamı, aradığım cevapların orada olabileceğini söyledi. Sonra bana İngilizceye tercüme edilmiş bir Kur’an hediye etti. Zaten kitap delisi olan biri için Kur’an’ı okumak bir solukluk işti. Ancak beklediğim gibi olmadı. Her satırı birkaç kere okuma gereği duyuyordum. Çünkü basit bir kitap değildi. İçerisi sanki benim için özel hazırlanmış “sık sorulan sorular ve cevapları” ile doluydu. İlk defa bir kitaptan bu kadar etkilenmiştim. İslam üzerine araştırmalara başladım. Aradığım her şey İslam’da vardı. Ancak İslam’a girmek için henüz hazır değildim.
Müslüman insanlarla tanışmaya başladım. İlk tanıştıklarım Kuzey Afrikalı Müslümanlardı. Kültürleri ve inançları ile çok değişiktiler. Müslümanların sohbetlerine gitmeye devam ettim. Bunlardan bir tanesi hayatımın dönüm noktasıydı. Sohbete Türkiye’den gelen bir hocanın da katılacağını söylediler. Sohbeti bazen Arapça bazen de Türkçe yapıyorlardı. Ben her iki dili de anlamıyordum ama yine de nasibimi alıyordum. Konuşulan dil bizim konuştuğumuz bir dil değildi ama anlamanız için o dili bilmeniz gerekmiyordu. Sadece teslim olmanız yeterliydi. Henüz Müslüman olmamıştım; ancak namazlara katılıp onları seyrediyordum. Onların hâllerini anlamıyor olsam dahi etkileniyordum. Budistken bulamadığım her şeyi burada bulmuştum. Hem hareket vardı hem bilgi hem de kalp hayatı vardı. Ancak içimde hâlâ bir fren mekanizması beni Müslüman olmaktan geri tutuyordu. Hâlbuki kalben bu dinin doğru olduğuna çoktan iman etmiştim. Bir cuma namazıydı. Namaz kılındı ve namaz sonrası sohbet başladı. O an ayağa kalktım, o cemaatin önünde ve Allah’ın huzurunda Müslüman olmak istediğimi söyledim. İmamın yanına gittim ve kelime-i şehadet getirdim. Sanki o an başka bir varlık boyutuna geçmiştim. Garip duygularla dopdoluydum.
1980 yılıydı ve yirmi dokuz yaşındaydım. Bir yandan Müslüman olduğuma seviniyor bir yandan da boşa geçmiş olan senelere üzülüyordum. Cemaatle birlikte namazlara devam ettim. Ramazan ayında oruç tuttum. Bir yandan da okula devam ediyordum. Eşimle Müslüman olmadan önce tanışmıştım, yaklaşık aynı zamanlarda Müslüman olmuştuk; sonrasında da evlendik. O da benim gibi arayış içerisinde olan bir insandı. O da sorularının cevabını İslam’da bulmuştu. Üniversite sonrasında Arap ülkelerine İslam’ın ana vatanını görmek üzere gittik. Birkaç yıl orada kaldıktan sonra Türkiye’yi ziyaret ettik. Türkiye’de yaşanan İslam farklıydı. Daha global ve herkese hitap eden bir anlayış geliştirmişlerdi. Zaten İslam’ı yaşayanlardan en çok etkilendiklerim Türkler olmuştu. Şimdi Amerika’dayız ve hayat devam ediyor. Dokuz kişilik Müslüman bir aile olduk. Allah’a bugünleri bize yaşattığı için şükrediyoruz.