Makale

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NIN İLK YILLARI

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NIN İLK YILLARI

Dr. Mehmet Bulut
DİB / Uzman

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarihi gelişimini dönemlere ayırarak incelemek gerekirse, kuruluş tarihi olan 1924’ten 1931’e kadar olan yılları için ayrı bir başlık açmak yerinde olur. Nedenine gelince;

Ülke genelindeki bütün cami ve mescitlerle buralardaki görevlilerin idaresi 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kuruluş kanununun 5. maddesi ile -burada geçecek her iki kurumu o günkü adlarıyla zikredeceğiz- Diyanet İşleri Reisliği’ne verilmiş iken, Evkaf Umum Müdürlüğü’nün 1931 mali yılı bütçe kanununun 6. maddesi ile bu yetki 1931 yılında zikri geçen müdürlüğe devredilmişti. Buna göre, cami ve mescitlerin yönetimi ve buralarda görevli hayrat hademesinin; yani imam, hatip, müezzin, kayyım gibi cami görevlilerinin tayin, nakil, görevden uzaklaştırma, emeklilik gibi özlük haklarına ilişkin bütün yetkiler Vakıflar idaresine devredilmiş, Reisliğin cami hizmetlerine ilişkin yetkisi ise, bu hizmetlerin sadece dinî boyutunu yine bu müdürlükle koordineli olarak takiple sınırlı kalmıştı. Bu çerçevede 4081 hayrat hademesi ile 26 cuma ve kürsü vaizi, kadrolarıyla birlikte bu genel müdürlüğe geçtiği gibi, Başkanlığın merkez teşkilatındaki bu hizmetlere bakan “Müessesat-ı Diniye” ve “Memurin ve Sicil” müdürlükleri de kadro ve personelleriyle aynı müdürlüğe devredilmişti. Bu itibarla 1931 tarihi, Başkanlık için önemli bir gelişme ya da bir kırılma noktası sayılabilir.

1931’den 1950’ye kadar devam eden camilerin ve din görevlilerinin Vakıflarca idaresi tecrübesi, kuşkusuz ayrı bir yazıya konu teşkil edecek bir hadisedir. Çünkü bu uygulama ile Osmanlı döneminde olduğu gibi, cami hizmetlerinin vakıf gelirleriyle istihdamı mı amaçlanmıştır gibi önemli bir soruyu da akla getirmektedir.

Reisliğin sözünü ettiğimiz ilk yıllarını iki ayrı tablo halinde yansıtmak, iki açıdan değerlendirmek mümkündür. Birincisi, bu yıllarda yapılan ve takdirle yâd edilmesi gereken hizmet ve gayretler, ikincisi de yine bu yıllarda yaşanan sıkıntılardır. Bu yazımızda meselenin yalnız birinci boyutuna kısaca temas etmek istiyoruz.

Öncelikle şunu hatırlatmak gerekir: Diyanet İşleri Reisliği sonradan ihdas edilmiş, dolayısıyla geçmişle bağı olmayan bir teşkilat değildir; bilakis 1920-1924 yılları arasında din hizmetlerini deruhte etmiş olan Şer’iye ve Evkaf Vekâletine bel vermiş bir kurumdur. Bilindiği gibi Şer’iye Vekâletinin Osmanlı dönemindeki karşılığı ise Şeyhülislâmlıktır. Bu açıdan Reisliğin kadroları, 1924’te kuruluşuyla birlikte sil baştan oluşturulmamıştı. Buna göre, Şer’iye Vekâleti döneminde ve hatta Osmanlının son yıllarında müftü, vaiz ve benzeri görevlerde olan birçok kişi, kadrolarıyla birlikte bu yeni teşkilatta görevlerine devam etmişti. Benzer şekilde, Reisliğin ilk yıllarında gerçekleştirilen bir kısım hizmetlerin geriye doğru bir uzantısı vardı. Bunun en bariz örneği yayın hizmetleridir. Bakıyoruz ki, 1924’te kurulmuş olan Diyanet’in yayınladığı ilk eser olan A. Hamdi Akseki’ye ait Ahlâk Dersleri’nin yayın tarihi de 1924. Akşamdan sabaha bir yayın faaliyeti gerçekleştirilemeyeceğine göre, onun geçmişte bir karşılığı olmalıydı. Araştırdığımızda öğreniyoruz ki bu kitap, Şer’iye Vekâletince hazırlatılmış; ancak oraya yetişmediği için Diyanet İşleri Reisliği’nin ilk yayını olarak basılmış. Din hizmetlilerine ilişkin daha önceki yıllarda uygulanan bir kısım mevzuat (Tevcih-i Cihat Nizamnamesi gibi) da uzun yıllar Diyanet İşleri Reisliğince de uygulanmıştı.

Bu genel tespitten sonra Reisliğin ilk 5-6 yılına ilişkin gelişmelerinden birkaçına temas edebiliriz.
İlk Bütçesi
Kuruluş yılı olan 1924’te, devlet bütçesinde Diyanet İşleri Reisliği için toplam 1040 kadro tahsis edilmişti. Merkez teşkilâtı personeli 58’di. 396 müftü ve 477 vaiz kadrosu bulunmaktaydı ki, özellikle vaiz sayısı dikkatimizi çekmektedir. Bu bütçe ile Reisliğe ayrılan tahsisat yaklaşık 1,5 milyon liradır ve bu meblağ, Türkiye’nin o yılki genel bütçesinin % 1’ne tekabül etmektedir. Söz konusu bütçede Diyanet İşleri Reisinin maaşı 155, Maarif Vekilinin maaşı ise 200 liradır.

Reisliğin İkinci Bütçesinin TBMM’nde Müzakeresi ve Meclisin Yayın Kararı
21 Şubat 1925’te görüşülen Reisliğin ikinci bütçesi, çok önemli müzakerelerin cereyan ettiği ve önemli kararların alındığı tarihi bir görüşmeye sahne olmuştu. Buna göre, kuruluşundan sonra teşkilâtın ilk yıllarında gerçekleşen en önemli gelişme, bu bütçe müzakeresi sırasında verilen bir önerge ile Başkanlıkça bir Kur’an meâl ve tefsiri ile hadis tercümelerinin yaptırılması için Diyanet İşleri Reisliği bütçesine 20 bin lira özel ödenek tahsis edilmesi kararının alınmasıdır. Söz konusu ödeneğin ayrılmasına müteakip birkaç yıl daha devam edilmiştir. Diyanet İşleri Reisliğince 1935 yılından itibaren yayınına başlanan "Hak Dini Kur’an Dili" ile 1928 yılından itibaren yayımlanmaya başlanan "Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adlı eserler, bu karar sonucu ortaya çıkmıştı. Ülkenin birçok sıkıntı ve probleminin bulunduğu bir dönemde, halkın dinlerini sahih kaynaklardan ve doğru bir şekilde öğrenmeleri meselesinin TBMM’nde detaylı bir şekilde müzakere edilmiş olması ve sorunun çözümü doğrultusunda fiili adımların atılması, fevkalade önemsenecek bir hadisedir. Yoksulluğun had safhada olduğu, halkın büyük fakru zaruret içinde bulunduğu bu yıllarda İslam’ın en önemli iki kaynağıyla ilgili eser yayınlamak üzere ayrılan 20 bin liralık meblağ asla küçük görülmemeli.

Cumhuriyet idaresinin ve Diyanet İşleri Reisliği’nin din hizmetinde yayın faaliyetini öne çıkarmış olması da ayrıca önemsenmesi gereken bir olgudur.

Türkçe hutbe
Cuma ve bayram hutbelerinin mev’ize kısmının cemaatin diliyle verilmesi gerektiği hususu Cumhuriyetten önce de zaman zaman gündeme getirilmişti. Nitekim Diyanet İşleri Reisliği’nin kuruluşundan sonra ilk icraatlardan biri bir Türkçe hutbe mecmuası hazırlanması olmuştur. Kur’an tefsiri ve hadis tercümelerinde olduğu gibi, Türkçe hutbe mecmuası hazırlanması doğrultusundaki irade ve gerekli maddi kaynak yine TBMM’nden ortaya konmuştu, hem de Meclisin aynı tarihli birleşiminde... Bu karar doğrultusunda ve kısa sayılabilecek bir zaman diliminde Reislik 51 hutbeden oluşan bir mecmua hazırlayarak “Türkçe Hutbe” adıyla 1927 yılında Reisliğin ilk yayınları arasında yayımladı. Bir yıl sonra da ikinci baskısını gerçekleştirdi. Her ne kadar imzasız yayınlanmışsa da, bu hutbe metinlerinin merhum A. Hamdi Akseki tarafından hazırlandığını düşünüyoruz. (Geniş bilgi için bkz. Mehmet Bulut, “Türkçe Hutbe”, Diyanet Aylık Dergi, Nisan 2006, s. 48-50)

TBMM’nin 2 Nisan 1925 tarihli oturumunda, “Hâfız-ı Kur’an” yetiştirilmek üzere Diyanet İşleri Reisliği bütçesine bir başka ödeneğin konulmasını daha kararlaştırdığını görüyoruz.

Basın Açıklamaları
Reisliğin ilk yıllarına ilişkin notlarımızı, ilk Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi imzasıyla 1924 yılının matbuatında yer alan bir iki basın açıklamasına değinerek bitirmek istiyoruz.

6 Nisanda idrak edilen 1924 yılı Ramazanı münasebetiyle basın organlarına gönderilen ve “Diyanet İşleri Reisi Rıfat” imzasını taşıyan “Hissiyât-ı Diniyye Cerîhadâr Edilmemeli” başlıklı yazı, tespitlerimize göre Diyanet İşleri Reisliği’nin ilk basın açıklamasıdır (Başka bir yazımızda bu açıklamadan ayrıca söz etmek istiyoruz).

Bu açıklamada Rıfat Efendi, vatandaşlara ramazan ayında bulunduklarını hatırlatarak, her ne sebeple olursa olsun oruç tutmayan insanların, halkın arasında açıktan yemek ve içmekten kaçınmalarını, oruçlu insanların inanç ve ibadetlerine saygı gösterilmesini özellikle rica etmekte ve halkı bu yönde aydınlatma hususunda matbuata da görev düştüğünü belirtmekteydi.

Reisliğin ikinci bir basın açıklaması 27 Nisan 1924 tarihini taşımaktadır. “Beyan-ı Hakikat-Müslümanlara” başlığını ve “Diyanet İşleri Reisi Rıfat” imzasını taşıyan bu açıklamada, o yıllarda sağda solda neşredilmeye başlanan “Türkçe Kur’an” tercümeleri konusunda birçok vatandaşın Reisliğe müracaat ederek bunların güvenilirlik durumunu sorduklarını dile getirmekteydi. Açıklamasında öncelikle uzmanlarından oluşan bir kurul tarafından hazırlanacak Türkçe bir meal ve tefsire duyulan ihtiyacı dile getiren Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi, fasiküller halinde yayınlanan Nûru’l-Beyân adlı tercümeden örnekler vererek yapılan hatalara dikkat çekiyor ve bu tür meallerin işin gerçeğini bilmeyen insanların zihinlerini karıştıracağına işaret ediyordu.

Benzer bir uyarının 1 Teşrinievvel 1340/Ekim 1924’te bu kez Cemil Said Bey tarafından tercüme edilip yayınlanan “Türkçe Kur’an-ı Kerim” için yapıldığını görüyoruz. “İkaz” başlığı altında ve yine “Diyanet İşleri Reis Rıfat” imzasıyla basına gönderilen açıklamada şöyle denmekteydi:

“Türkçe Kur’an-ı Kerim” namıyla ve Cemil Said imzasıyla intişar eden eser tetkik olundu. Kur’ân-ı Azimüşşan ile karşılaştırıldığı zaman serapa muharref olduğu anlaşılan bu esere ‘Türkçe Kur’an’ demek esasen caiz olmadığı gibi Kur’ân-ı Kerîm’in tercümesi diye itimat etmek de caiz değildir. Binaenaleyh gû-nâgûn (çeşit çeşit) maksatlarla neşredilen bu gibi eserlere aldanmamalarını müslümanlara tavsiye etmeyi bir vazife addederiz.”

Son olarak bu tercüme hakkında aynı günlerde Ahmed Hamdi Efendi’nin (Akseki) Sebilürreşad Dergisi’nde kişisel olarak bir makalesinin yayınladığına da işaret etmek istiyoruz. Adı geçen derginin 624. sayısında, “Türkçe Kur’an-ı Kerim Namındaki Kitabın Sahibi Cemil Said Bey’e” başlığını taşıyan açık mektup tarzındaki bu yazıda, bu kitabın hataları ve tutarsızlığı örnekler verilerek genişçe ele alınmıştı.