Makale

Malı Sırtta Taşımak

Malı Sırtta Taşımak

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Kişinin, meşru yollarla sahip olduğu servetini Allah rızasını gözeterek ihtiyaç sahiplerine harcamasını ifade eden infak, Kur’an’da mümin’in özelliklerinden sayılmış (Bakara, 254), her biri yüz daneli yedi başak veren bir tohuma benzetilen bu salih amelin, Allah katındaki karşılığının bire yedi yüz olduğu ifade edilmiştir. (Bakara, 261) Hadiste, infak edenin kazançlı, cimrilik yapanın ise zararlı çıkacağını anlatmak üzere, her sabah bir meleğin, servetini Allah yolunda harcayan için, “Ya Rabbi! Bu kulunun harcadığı malın yerine yenisini ver” diye dua ettiği” diğer meleğin ise, “Ya Rabbi! Elinde tutup cimrilik edenin malını telef et” dediği bildirilmiştir. İkinci meleğin duasıyla, serveti üzerinde tir tir titreyip, Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden başkalarını faydalandırmayan, muhtaçlara vermeyen, Kur’an’ın ifadesiyle elini boynuna bağlayıp cimrilik eden (Nahl, 29) kimseler uyarılmaktadır.

Biriktirdiği malın devamlı artacağını ve hiç eksilmeyeceğini düşünerek bencilce davranan kimse, evinde yaptığı bu ince hesabın her zaman çarşıya uymayacağını, emanet elinden alındığında anlayacak, fakat o zaman iş işten geçmiş olacaktır. Toplayıp saydığı malın âdeta kendisini ebedileştireceğini zannettiği (Hümeze, 1-3) bir anda, gözünden sakındığı o servetin tamamen başkalarına kalacağı gerçeğini son anda idrak edecektir. Kimseyle paylaşmak istemediği kazancının niçin bereketsiz olduğunu anlamakta güçlük çekecektir. “Sadaka malı eksiltmez.” (Müslim, Birr, 19) buyuran Allah Rasulü’nün bu hikmetli sözündeki espriyi anlamadığı için, karşılıksız verdiği her şeyin, servetini azaltıp kendisini zarara sokmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünecektir.

Sevgili Peygamberimiz, infak eden cömert kimseyle cimrilik yapanı, üzerinde zırh bulunan bir kişiye benzetmiş, cömert olanın Allah için yaptığı her harcamada zırhının genişlediğini, cimrinin ise bir sadaka vermeye niyetlendiğinde zırhının onu sıkıp hareketsiz bıraktığını ifade ederek, (Buhari, Zekat, 28) cimriliğe yol açan mal hırsının insanı nasıl bir halet-i ruhiye içine soktuğunu anlatmak istemiştir. Kur’an-ı Kerim’de de, hayır sahibi babalarının bıraktığı bahçeyi kimse görmeden, hiçbir fakirin talebine maruz kalmadan erkenden hasad etmek düşüncesiyle yola çıkan fakat, bu niyetlerinden dolayı Allah’tan gelen bir afetle kapkara kesilen bahçelerini tanıyamayan gençlerin pişmanlıkları tasvir edilmiştir. (Kalem, 17-32) Bütün bunlar, her insanda doğal olarak var olan mal-mülk sevgisinin dizginlenemez bir hırsa dönüştüğünde nelere mâl olduğunu gösteren örneklerdir.

Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan her türlü harcamayı içine alan infak, farz olan zekattan, nafile sadakaya, ailenin geçimini teminden, meşrû amaçla sarf edilen aynî-nakdî, maddî-manevî her türlü yardıma kadar uzanan geniş bir kapsama sahiptir. Mümin imkanları ölçüsünde infakta bulunurken, hem ibadet yapmanın, hem de muhtaçları memnun etmenin manevi haz ve tatminini yaşayacaktır. Bu hazza ulaşmak için mutlaka varlıklı olmak da gerekmemektedir. Zira sevgili Peygamberimiz sadaka vermenin her Müslümana gerekli olduğunu açıklarken, buna gücü yetmeyenlerin sırasıyla, elinin emeğiyle çalışıp kendisine ve başkalarına faydalı olmalarını, mazlum ve mağdurlara yardım etmelerini, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmalarını ve nihayet bunların hiçbirini yapamayanların kötülükten uzak durmalarını, bunun da onlar için bir sadaka olduğunu ifade etmiştir. (Buhârî, Edeb, 34) Sadaka da “infak”ın bir parçası olduğuna göre, mü’min’in işlediği salih ameller, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir bütünü oluşturacak, bu da onun sağlam imanının hayata yansıyan canlı bir tezahürü olacaktır.

Bu fani dünyada insanın sınandığı şeylerden birinin de mal olduğunu bildiren Cenab-ı Hak, (Enfal, 28) “kendisine inanan kullarının israftan ve cimrilikten uzak durarak, ikisi arasında dengeli bir yol tutanlar olduğunu” (Furkan, 67), ancak kâfir ve münafıkların bu sınırları zorladıklarını belirtmiştir. Çünkü onlar, “Allah bize lütfundan verirse bol bol sadaka vereceğiz” dedikleri halde O’nun nimetlerine nail olunca cimrilik ederek yüz çevirmişlerdir. (Tevbe, 75-76) Yarattığı kulları en iyi tanıyan yüce Allah, onların bu zaafına çarpıcı bir şekilde şöyle işaret etmektedir: “De ki: Eğer, Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, o zaman, tükenir korkusuyla sıktıkça sıkardınız. Zaten insan çok cimridir.” (İsrâ, 100)

“İman ile cimriliğin bir kulun kalbinde asla bir arada olamayacağını” (Nesâî, Cihad, 8) bildiren Peygamber Efendimiz, Kur’an’ın, müminlerin vasıfları arasında saydığı infak’ın önündeki en büyük engel olan bu kötü ahlakın, Müslümana yakışmayan bir özellik olduğunu vurgulamak istemiştir. Çünkü cimri, Allah’ın bir emaneti olan malı, kendisine yük yapan insandır. Bu yükü o, hem bu dünyada hem de ahirette taşımak zorunda kalacaktır. Bu dünyada, gözü gibi esirgediği malını koruma endişesiyle ömrünü mahvedecek, öbür âlemde ise kör kuruşun hesabını vermek için ter dökecektir. Akıllı insan, malını sırtına alan değil, onun sırtına binendir. Serveti yük yapmamak, onu, amaç değil araç olarak görmekle mümkündür. Malı, bu dünyada kimseye minnet etmemenin bir aracı olarak gören insan, ona ancak hak ettiği kadar değer verir. İhtiyacından fazlasını başkalarıyla paylaşarak yükünün ağırlaşmasına izin vermez. Kısacası, Yunus Emre’nin geniş gönlü ve engin basiretiyle asırlar öncesinden dile getirdiği şu dizeleri hayatının düstûru hâline getirir:

“Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.”