Makale

Şiddetten Keyif Almak

Şiddetten Keyif Almak

Prof. Dr. Enbiya Yıldırım
Cumhuriyet Üniv. İlahiyat Fak.

İnsan birtakım problemlerle karşılaşsa da hayatı mutlu bir şekilde sürdürmek ister. İster ki ağır hastalıklara yakalanmasın, kazalarda sakat kalmasın, ailesi dirlik içerisinde olsun. Herkes bunları ister ancak herkes şunu da bilir: Hayat insana her türlü süprizi sunmak için bekler. Hayat bazen sevenlerini alarak, bazen umulmadık felaketlerle kişinin karşısına çıkar. Hayat zaman zaman insanın önüne sıkıntılar çıkardığı için, kişi, aşılabilecek bir sorunsa bunların altından kalkmaya çabalar. Aşmasının mümkün olmadığı elem ve sıkıntıları ise zamanla kabullenir hâle gelir. Ve böylece hayatını sürdürür gider.

Hayat her zaman sürprizlere gebedir, ancak önemli olan kişinin kendisinin bu olumsuzlukların kaynağında yer almamasıdır. Çünkü Allah Teala insanı diğerlerine sorunlar üretsin, hayatı başkalarına, ailesine çekilmez kılsın diye yaratmamıştır. Onu bütün mahlukatı içerisinde en güzel biçimde yaratmış, bütün evreni hizmetine sunmuş, sayamayacağımız nice nimetleri emrine vermiştir. Bütün bunları insana sunarken de ondan kendisine güzel kulluk yapmasını ve bulunduğu her yerde iyi ve güzel bir insan olmasını istemiştir.

Yüce Allah insanların böyle olmasını isterken, bütün insanlığa göndermiş olduğu dinin adı da bu amacı hedeflemektedir. İslam kelime itibarıyla barış, uzlaşma, emniyet ve hoşgörü anlamına gelmektedir. Dolayısıyla İslam Kur’an’ın mesajıyla insanlığa huzuru vaat ederken, kendisine inananlardan da bu mesaja uygun hareket etmelerini, bulundukları her yerde huzur ve hoşgörü kaynağı olmalarını istemektedir.

İslam’ın öngördüğü insan, yaratılış gayesine uygun olarak hareket eden, Rabbinin isteklerini yerine getirmeye çabalayan, etrafındaki insanları seven, onlara hiçbir şekilde zarar verip üzmeyen, çevresiyle hoş geçinen, kendisiyle iyi geçinilen, bulunduğu her yere güzellik adına bir katkıda bulunmaya çabalayan insandır. Daha geniş bir ifadeyle Müslüman, etrafıyla ve kendisiyle barışık insandır.

Bu gerçekliğe rağmen, çeşitli etkenler nedeniyle toplumsal değerlerin aşınmasıyla birlikte, insanların bazı güzel duygularında zayıflamalar olabilmekte, fırsat ele geçtiğinde başkalarına zarar verme noktasına gelinebilmektedir. Bu durumda kişi, bulunduğu çevreye, ailesine huzur ve mutluluk kaynağı olmaktan çıkmakta, huzuru ve dokuyu bozan bir makineye dönüşmektedir. Yaşamış olduğumuz zaman diliminde bunu çeşitli şekillerde görebilmekteyiz. Sürdürülen kan davaları, töre cinayetleri, kadına karşı şiddet aile katilliği bahsettiğimiz hususun tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Hukuk tanımazlığın en bariz örneklerinden biri olan bu felaketler bulundukları bölgeyi huzurun kalmadığı, insanların canlarını her zaman kaybedebilecekleri endişesini taşıdıkları bir alana çevirebilmektedirler.

Saldırganlık bazan insanların hak arama adına başkalarının ve kamunun malına zarar vermeleri şeklinde kendini göstermektedir. Bazı miting ve gösterilerde eylemcilerin sözde haklarını aramak adına polise ve jandarmaya saldırmaları, dükkanları kundaklamaları ve taşlamaları, araçlara zarar vermeleri yanında kamuya ait otobüs vs. ne varsa tahrip etmek için yarışmaları, insanın kendisine ve ülkesine olan sevgisinin azaldığının, Allah korkusunun, millet sevgisinin bitmeye başladığının bir göstergesidir. Bu tür faaliyetler içinde bulunan kimseler benzer şeyin kendilerine veya mallarına yapılması durumunda ne tür bir tepki vereceklerini düşünmeden, aynı ülkeyi paylaşmak durumunda oldukları yurttaşlara zarar vermektedirler. Oysa bu yolla ne elde ettiklerini ve neleri kaybettiklerini iyi düşünmeleri gerekir.

İnsanın kendisine ve çevresine huzur vermeyişinin örneklerini çoğaltmak mümkündür. Şehir içi yolları yarış pistine çeviren insanların, başkalarının haklarına saygılı olduklarını söylemek mümkün değildir. Bu saygısızlık hemen hemen hergün birkaç kişinin hayatına mâl olmakta, buna rağmen aynı çılgınlıklar sürmektedir. Yuvaları söndürülen veya sakat bırakılan insanların çektikleri sıkıntılardan ders alınmamakta, başkalarının canı değersiz görülmektedir. Oysa birilerini sakat bırakan veya ölmesine neden olan kişilerin verdikleri acıyı anlamaları için sadece sonucu düşünmeleri yeterli olacaktır. Bunu düşündüklerinde etraflarına zarar vermeden önce aynı toplumu paylaştıkları insanları ailelerinin bir ferdi gibi görecekler ve karşılarındakilere daha fazla saygı göstereceklerdir.

Zarar verme sadece insan canına kıymakla bitmemekte, bazen trafik levhalarına kurşun sıkılarak, üzerlerine sloganlar yazılarak, bazen yeni dikilen ağaçlar kırılarak veya başka yollara başvurularak herkesin ortak malı olan kamu mallarına zarar verilmektedir. Bu da şiddetin bir başka göstergesidir. İnsanın kendi malına yapılmasını istemediğini, herkesin ortak malına yapması hoş görülecek bir davranış değildir. Park alanlarına, ulaşım araçları olan trenlere, vapurlara ve belediye otobüslerine zarar verilmesi de bu çerçevede değerlendirilebilir.

Örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte, insanın başkalarına verebileceği en büyük zarar terör faaliyetleri içinde bulunması, başkalarını öldürmesi veya öldürmek kastıyla sakatlaması, geride kalanları öksüz, yetim ve dul bırakması, yüreklere ve ocaklara ateş düşürmesidir. Bu, insanın bulunduğu toplumun inanç değerlerinden ve bağlarından uzaklaşmasının zirvesidir, ülkesine düşman olmasının göstergesidir. Çünkü benzer şey kendi ailesine yapılacak olduğunda dayanamayacak olanın, bunu bir başkasına yapabilmesi manevi değerlerin zayıflamasıyla, milli değerlerden uzaklaşmakla izah edilebilir.

Oysa az yukarıda değindiğimiz üzere barış ve esenlik anlamına gelen dinimiz hem ailede hem toplumda ve bütün âlemde birliği, sevgiyi ve kardeşliği emretmektedir. Zulmü, azgınlık ve fenalığı yasaklamaktadır. Nitekim bir hadis-i kudsîde Yüce Allah, “Ben zulmü kendime haram ettim, size de haram kıldım, birbirinize zulmetmeyiniz” buyurmaktadır. Hz. Peygamber de Müslümanı; “Eli ve dili ile başkalarına zarar vermeyen ve şerrinden emin olunan kişi” diye tanımlamaktadır.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de insanların bir başkasının canına haksız yere kıymasını haram kılmıştır. Böyle bir suçun cezasının cehennemde ebedi kalmak olduğunu bildirmiştir. (Nisa, 93) Allah Teala’nın bir insanı öldürmeyi ebedi cehennemlik bir suç olarak göstermesi, bunu kendisini tanımamakla eş değer bir suç gibi kabul ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla Allah’ı tanımamak nasıl büyük bir günah ve suç ise, bir insanı öldürmek de aynı şekilde büyük ve ağır bir suçtur, günahtır. Yüce Allah yine Kur’an’da haksız yere bir insan öldürmeyi bütün insanlığı öldürmek; bir kişiyi kurtarmayı da tüm insanlara hayat vermek olarak takdim etmektedir. (Maide, 32) Dolayısıyla bir insanı öldürmek ile bütün insanlığı öldürmek arasında fark yoktur. Çünkü bu kişi, Allah’ın verdiği canı almaya soyunmuş, her insanın en temel ve vazgeçilmez hakkı olan yaşama hakkına kastetmiş demektir.

Oysa Hz. Peygamber insanlara karşı merhametli olmayı emretmektedir. Bu bağlamda, “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” buyurmaktadırlar. Diğer bir sözlerinde de sadece insanlara değil, yeryüzündeki bütün canlılara şefkatle yaklaşmamızı emretmiş, Allah’ın rahmetini kazanmak için, yeryüzündeki her canlıya merhamet etmemiz gerektiğini bildirmişlerdir.

Sözün özü, İslam dini savaş durumlarında bile masum insanların öldürülmemesini, çocuklar, yaşlılar, kadınlar ve din adamlarına dokunulmamasını, ağaçların kesilmemesini, hayvanların telef edilmemesini emretmiş, masum insanların kanının dökülmesini de yasaklamıştır. Dolayısıyla bu tür anarşi, terör ve şiddet eylemleri içinde bulunanlar (eğer hâlâ Müslüman iseler) en başta dinlerinin kendilerinden beklediği insanlığı gerçekleştirememiş olmakta, etraflarına sadece üzüntü ve elem vermektedirler. Kendi aile çevrelerine tattırdıkları derin acı yanında, ülkelerine de ıstırap ve azap yağdırmaktadırlar.

Saydığımız ve sayamadığımız bütün bu olup biteni, İslam içinde bir yere yerleştirebilecek bir Allah kulu bulmak mümkün değildir.