Makale

EDİTÖRDEN

EDİTÖRDEN


Dr. Yüksel SALMAN

Yenilenme, hayatın her alanında sıkça kullandığımız bir kavram. Her sabah güne yeni umutlarla, yeni kararlarla başlarız. Geleceğe dönük planlarımızı her gün yeniden gözden geçirir, bilgimiz ve tecrübemiz arttıkça hayata ve olaylara bakışımız değişir. Gençliğimizde hayallerimizi süsleyen pek çok şeyin, ileriki yaşlarda değiştiğini fark ederiz. Kısacası değişme ve yenilenme hayatın bir gerçeği ve her alanı kuşatan bir olgudur. Anlam alanı oldukça geniş olan bu kavramın çağrışımları da genelde olumludur. Ancak “din” kelimesi ile yan yana kullanıldığında, dine izafe edildiğinde tartışmalar da kendiliğinden ortaya çıkar. Bu konudaki temel görüşler üç başlıkta özetlenebilir:

Birincisi, yenilenme fikrine veya kavramına tamamen olumsuz bakan görüş. Bu görüşe göre dinde yenilenme olmaz, yenilenme dinin özünden sapma anlamına gelir.

İkincisi, İslam dünyasının zayıf düşmesi, Batı’nın ilim, teknoloji ve ekonomide ilerlemesi karşısında bu gelişmelerin gerisinde kalmasının sebebi olarak yenilenememeyi, dinî doğru anlayamamayı görenler tarafından ortaya atılmıştır. Bu düşüncede olanlar, Batı’nın ilimde ve teknolojide ulaştığı seviyeyi yakalayabilmek için, bilim ve teknoloji alanında olduğu gibi dinî alanda da reforme ihtiyaç olduğunu düşünürler. Burada dinin modern dünyanın gereklerine göre yeniden yorumlanması düşüncesi hâkimdir.

Yenilenmeyle ilgili üçüncü görüş ise, dinin aslını muhafaza ederek, din olarak algılanmaya başlayan gelenek ve kültürel etkenlerden dini ayırmak anlamında yenilenmenin gerekli olduğu düşüncesidir.

İçtihat kurumuyla yenilenmeye sürekli açık olan İslam dininin inanç ve ibadetler konusundaki hükümlerinde değişim veya yenilenmeden söz edilemez. Ancak fıkıh âlimlerimizin İslam’ın ilk asırlarından itibaren ortaya koydukları içtihatlar, günlük hayatın problemlerine çözüm üretebilmeyi yani yenilenmeyi sağlamıştır. Bu içtihatlar, Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetinin rehberliğinde, geleneğin izini sürerek çözüm yolları üretmek, İslam’ın evrensel mesajını asrın idrakine sunmaktır. Çünkü insanlığa rahmet olarak gönderilen son dinin, problemler karşısındaki tavrı, pasif ve savunmacı değildi. Her asırda ve her coğrafyada yaşanan problemlere çözüm getirme, insana yakışır bir hayat sürmesini sağlama, nihai olarak da dünya ve ahiret mutluluğuna eriştirme misyonu vardı. Hz. Peygamber’in yaptığı buydu; problem teşhis edildi, çözüm önerileri ortaya konuldu ve uygulandı. Bu uygulamalar sırasında gerek vahiyle gerekse Hz. Peygamber’in sünnetiyle bir takım genel prensipler ortaya kondu. Bu genel prensipler sayesindedir ki her asırda ve her coğrafyada karşılaşılması muhtemel sorunlar için İslam’ın söyleyecek bir sözü vardır. Bu sözün vasıtası içtihattır. Ehil kişilerce yapılan her içtihat, bu ayki gündem konumuz olan yenilenmenin bir şeklidir aslında. Her içtihat, çağın sorunlarına İslam’ın verdiği bir cevaptır. Ve İslam’da yenilenme, modernitenin kiliseye yaptığı gibi zoraki bir değişme değil, kendi iç dinamikleriyle gerçekleşen ve olması gereken tabii bir süreçtir. Çünkü Hz. Peygamber, içtihatta bulunup hata eden âlim için Allah katında bir derece verileceğini, isabet edenin ödülünün ise iki derece olduğunu ifade ederek bu çaba konusunda ehil olanları yüreklendirmiştir. Yeter ki sağlam bir temele dayanılsın, yeter ki usulünce yapılsın. Yeter ki, vahiy ve sünnetin rehberliğinden ayrılmadan, temel taşları yerinden oynatmadan, problemler karşısında etkin bir tavır takınsın Müslüman âlim. Seyreden ve kabuğuna çekilip olanları ve olacakları endişeyle izleyen değil, elindeki Kur’an ve sünnet gibi iki büyük hazinenin ve kendi değerinin farkında olarak yüz yüze gelsin çağının problemleriyle.

Hem şahıs hem toplum olarak her an ihtiyaç duyduğumuz yenilenme konusuyla ilgili tartışmaları, gündeme gelen sorunları ve çözüm önerilerini, ehil kalemlerden çıkan değerli yazıları sizlerin beğenisine sunuyoruz.