Makale

Söz Konusu Vatan İse...

Söz Konusu Vatan İse...

Yrd. Doç. Dr. Kıyasettin Koçoğlu
Iğdır Üniv. İlahiyat Fak.

Evrenin en kıymetli varlığı olan insanın kendi öz nitelikleriyle mevcudiyetini sürdürebilmesi bir kısım esaslara sahip olmasını gerektirmektedir. Bu esaslar renk, din, dil, ırk gibi ayrımların ötesinde insan olma paydasında birleşen ve herkes için geçerli olan evrensel dinamiklerdir. Can, mal, din, nesil ve aklın emniyeti şeklinde de özetlenen bu esaslar dinlerin de kabul ettiği temel haklardandır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin de temel felsefesini oluşturmaktadır. Bu beş temel esas aslında insanın kendisi olarak yaşamasını sağlayan asgari şartlardır. Ancak bunların hayat alanına aktarılabilmesi için hâkimiyetine ve mülkiyetine sahip olunan toprak parçasına yani vatana ihtiyaç duyulmaktadır.
Sosyal bir varlık olan insanın kendisinin ve neslinin güvenli bir şekilde inanç ve kültür değerleriyle birlikte hayatlarını sürdürebilmeleri ve geleceklerini emniyet altına alabilmeleri için bir vatana sahip olmaları hayati derecede önem arz etmektedir. Bundan dolayıdır ki, vatan her millet için çok vazgeçilmez önemi haizdir. Bizim kültürümüzde vatanı koruyup yükseltmek için verilen mücadelelere de ciddi değerler atfedilmektedir. Milletimiz için vatan aynı zamanda kutsal bir mahiyet taşımaktadır. Vatanın korunması için verilen mücadelenin sonucunda “şehit” ve “gazi” gibi hem maddi ama daha çok manevi değeri olan payeler verilmektedir. Vatan, bir toprak parçasından öte değerler ifade eder. Vatan, var olmaktır, özgürlüktür, can demektir, namus, din, mal ve kıymet verdiğimiz değerler, kısaca ben ve biz demektir. Vatan, dün, bugün ve istikbal demektir. Vatan için can verilir kan dökülür, ama ondan bir karış verilmez. Çünkü bizi biz yapan değerler vatanla mümkün olabilmektedir, vatanla yaşamaktadır. Tarihimizde de ecdadımızın vatan için yaptıkları mücadeleler dillere destan olmuş, türkü, ninni ve ağıtlarımızın hareket noktasını ve esin kaynağını oluşturmuştur.
Vatansız kalmanın ne anlama geldiğini, savaş ve terörün hakim olduğu, özellikle de komşu ülkelerde hem insanlık hem de din adına ortaya konulan eylemleri elem ve ibretle izleyerek görmekteyiz. Vatan bütünlüğünün tehlikeye düştüğü zamanlarda ne değerlerden ne maldan ne mülkten, kısaca bizi biz yapan hiçbir şeyden bahsetme imkânı olmamaktadır. Vatan savunmasının olmadığı/olamadığı yerlerde kutsal mekânlar talan edilir, mahrem mekânlar yerle bir olur.
Tarihî süreçte içinde bulunduğumuz bölgenin jeopolitik ve dünya coğrafyasındaki konumu nedeniyle pek çok düşman saldırısı ve işgallerine karşı ülke olarak mücadele etmişiz. Ecdadımızın verdiği destansı pek çok kahramanlık örneklerinden bazılarına yakın tarihimizde müşahede edilmiştir. Çanakkale Zaferi, 30 Ağustos Zaferi başta olmak üzere I. Dünya Savaşı sonrasında topyekûn ülke olarak verdiğimiz Kurtuluş Mücadelesinin her adımı destansı öykülerle doludur. Her karışının şehit kanıyla yoğrulduğu vatan toprağının altında binlerce kefensiz yatanları hissetmemek mümkün mü? Bu acı hatıralar, hemen hepimizi çok yakından ve derinden hissedecek kadar etkilemiştir. Kimilerinin babası, kimilerinin dedesi, ama illaki bir veya birkaç sevdiğimiz, yakınımızın kanları ile yıkanmıştır bu topraklar.
Tarih sahnesinde cereyan eden ve bugün bizleri üzen veya sevindiren pek çok hadise vardır. Bunlar bizlerin ibretle okuyarak geleceğe bakış oluşturmamız açısından önem arz etmektedir. Zaferler, milletlerin geleceklerini sağlama alan, tarihte dikilmiş dalları ve meyveleri ile geleceğe yön veren köklü ağaçlar gibidir. Gelecek nesiller bu sağlam temeller üzerinden aynı ruh ve kendi çağlarının şartları bağlamında mücadelelerini sürdürdüklerinde, bu zafer ağaçlarının meyveleri ve dalları daha da çoğalırken kökleri de sağlamlaşmış olacaktır.
Bugün 30 Ağustos Zaferini bayram olarak onurlu, gururlu, bir o kadar da ibretler alarak kutlamaktayız. Her anı farklı açılardan değerlendirilmesi gereken, kahramanlıklarla dolu, yokluktan yeniden dirilmenin destansı öykülerini içermektedir. Bu kahramanlık öykülerinin, kıyamete kadar sürmesi için bir kısım noktalara özellikle dikkatlerin yoğunlaştırılması gerekmektedir. Bunlardan birisi, zaferin bizzat kendisidir. Ulusumuz için taşıdığı anlam ve önemdir. Ve hangi fedakârlıklar ile kazanıldığı yani millet olarak ödediğimiz bedelin kavranması ve bu büyük bedelin niçin, ne uğruna verildiğinin iyice anlaşılması ve içselleşmesidir. Bu anlayış, geleceğimizin de teminatı olacaktır.
Bir diğeri ise bence sonuçta ulaşılan zafer kadar üzerinde titizlikle durulması gereken bir noktadır. O da yaşanılan bu zor dönemin kısaca açlık, yokluk, hastalık, tefrika gibi iç problemler yanında düşmanların güzel yurdumuzu parçalamak için topyekûn işgal faaliyetlerinden oluşan felaketler ile dolu olan sürecin nedenleridir. Söz konusu vatan olunca, atalarımızın içerisinde bulundukları şartların ve imkânsızlıkların tahayyül edilemez boyutta olmasına rağmen en kıymetli varlıkları olan çocuklarını, eşlerini, babalarını, kardeşlerini daha öte canlarını ortaya koyarak gerekeni yapmalarıydı. Ve böyle de yapılmıştır. Ancak tekrar o makus kara bulutların yeniden ülkemiz üzerinde dolaşmasını, hatta ihtimalinin dahi oluşmaması için bu dönemleri hazırlayan olumsuzlukların, iç ve dış sebeplerin iyi analiz edilerek gerekli derslerin çıkarılması ve elzem olan tedbirlerin önceden alınması gerekmektedir.
Savaşlar cephede yapılmaktadır. Ancak asıl savaş cephe gerisinde yürütülmektedir. Yani zaferleri kazanmak sadece kahraman ordularımızın görevi değil. Özellikle hele günümüzde cephe kavramının içerik ve anlamındaki gelişmeler de dikkatte alındığında sadece savaş alanı ile sınırlı düşünülmesi, sanırım meselenin büyüklüğünün kavranılamaması gibi bir hataya bizleri götürecektir.
Bugün milletlerarası arenada tarihî süreçte ülke olarak insanlığın iyiliğine, barış ve huzuruna yönelik yapmış olduğumuz liderlik ve rehberlik rolümüzün yeniden güncellenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bunda sadece milletimizin geleceği ve layık olduğu duruma gelme zaruretinin etkisi olduğu kadar, temel karakter ögelerimizdeki insanilik ve tarihte temsil ettiğimiz ve bayraktarlığını yaptığımız evrensel değerlerimiz ile farklı milletlerin aynı ortamda barış ve huzur içerisinde yaşamasını sağlayan tecrübelerimize, insanlığın özellikle bölgemizin olan ihtiyacı da önemli etkendir. Bu durumdan kaçınma şansımız bulunmamaktadır. Yani tarihten gelen sorumluluk ve misyonumuzu reddi miras ederek kenara çekilmemiz söz konusu değildir. Buna hem yaşadığımız toprakların tarihsel miras ve tecrübesi engel olduğu gibi, hem de taşıdığımız ahlaki ve manevi değerlerimiz engel teşkil etmektedir.
O zaman yapılması gereken şey, dün 30 Ağustos Zaferini kazanarak bizlere hediye eden maddi ve manevi ruhun bugüne yansıyan boyutuyla yaşatılmasıdır. Bu sadece cephede yani bu işin mesleğini icra eden kahraman ordumuzun görevi olmayıp aynı zamanda eğitim, ekonomi, sanayi, ziraat, siyaset vb. bütün alanlarda üzerimize düşen görevlerin bihakkın yerine getirilmesi gerekmektedir. Çünkü vatanı sevmenin bir başka ifadesi de görevin hakkıyla ifa edilmesidir.
Bu günlerde 30 Ağustos Zaferinin yıl dönümünü büyük bir onur ve gurur içerisinde kutlamaktayız. Bu zaferi bizlere bahşeden Yüce Allah’a sonsuz şükürler ederken zaferin başkomutanı, onun silah arkadaşları ve bu orduyu yokluklar içerisinde var eden ve onu destekleyen aziz milletimizin her ferdini saygı ve minnetle yâd ediyoruz.