Makale

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber... Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber? Necip Fazıl Kısakürek

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?
Necip Fazıl Kısakürek

Vedat Ali Tok

Necip Fazıl Kısakürek, Hz. Muhammed’in ölüm sebebini, ölümün güzel olması ile izah eder. Bu, bir çeşit edebî sanattır. Bir olayı, kendi asıl sebebinin dışında başka bir sebebe bağlama sanatı, yani hüsn-i talil sanatıdır.

Ölüm fikri, hayatımızda bizi en çok meşgul eden konulardan biridir. Dünya kurulalıdan beri insan, ölüm karşısında şaşkınlığını, üzüntüsünü, korkusunu yenememiştir. Bu yüzden ölüme karşı arayış içinde, ölümsüzlüğün peşinde olmuş. Hatta ölümsüzlükle ilgili efsaneler uydurulmuş, masallar anlatılmış, hikâyeler yazılmış. İçildiği takdirde ölüme çare olacağına dair rivayetler bulunan ölümsüzlük suyu (âb-ı hayat) bu hayâlî ilaçlardan biridir. Efsaneye göre; Hızır, İlyas ve İskender karanlıklar ülkesindeki âb-ı hayatı aramak için yola düşerler. Hızır ve İlyas geldikleri bir dere kenarında, yanlarında bulunan balığı yemeye niyetlenirken, Hızır’ın elinden damlayan su balığı canlandırır. O an Hızır ve İlyas, bu suyun âb-ı hayat olduğunu anlarlar ve bu sudan içerler. Ardından İskender’i aramaya çıkarlar. İskender’i bulduklarında geri dönerler; ancak dereyi bulamazlar... Hızır ve İlyas artık ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Tabii ki bu bir efsanedir.

Zaman zaman içinde bulunduğumuz çağda bile dünyanın bazı ülkelerinde, bazı bilim adamlarının ölüme çare bulunabileceği fikriyle araştırma yaptıklarını duyuyoruz.
Ölümsüzlüğün ilâcını aramak, elbette ölümden korkulmasından kaynaklanıyor. Çünkü ölüm, insanın ebediyyen dünya hayatından ayrılması, eşini, dostunu bir daha görememesi anlamına geliyor.

Hâlbuki doğan her canlı ölüme mahkûmdur. Bu dünya için “fânî” sözü boşuna kullanılmamıştır. Dünya, insan için iki kapılı bir handan ibarettir. Bir yolcunun hana gelip bir müddet konakladıktan sonra, handan ayrılması gerektiği gibi, insan da dünyada belirli bir müddet konaklayıp sonra ebedî yurduna göçecektir. Demek ki ölümden kaçış mümkün değildir. Cahit Sıtkı Tarancı bu gerçeği şöyle ifade eder “Otuz Beş Yaş” şiirinde:

N’eylesin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misâli o musalla taşında

İnsan için ebedî hayat mutlaka vardır; ancak ebedî hayat âhiret hayatıdır. Dünyaya gelen göçücüdür; çünkü şüphesiz ve kat’î bir hüküm vardır o da “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Enbiya, 35) Asıl hayat ölümden sonra başlar. Yûnus Emre:
“Ölümden ne korkarsın
Korkma ebedî varsın” derken buna işaret eder.

Aslında ölümsüzlüğü, ebedî hayatı çok isteyen insanın ölümden korkmak yerine, ölümü, özlediği o sonsuz hayat için bir merhale sayması en tabii bir düşünce bilmesi gerekir.

Evet, ölüm herkes için acıdır. Bu yüzden ölüm en büyük nasihat sayılmıştır ve anıldığı zaman ağızların tadını kaçıran ölümü aklımızdan hiç çıkarmamamız tavsiye edilmiştir. Ölüme hazırlıklı olan insan, dünya ve ahiret dengesini iyi hesap edebilir.

Pekiyi, bir yakınının ölümü karşısındaki tavrı ne olmalı insanın? Peygamber Efendimiz, böyle durumda insanın metin olması gerektiğini söylemiş; saç baş yolmanın, yaka paça yırtmanın câhiliye âdetinden olduğuna, Müslüman’ın ölümü de doğum gibi normal karşılaması gerektiğine işaret buyurmuş.

Peygamberimizin (s.a.s.) Mısırlı Mariye’den doğma oğlu İbrahim, 18 aylık olunca hastalanır. Nihayet yavrucak, ruhunu teslim eder. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) gözleri yaşlı şöyle der: “Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Biz Allah’ın rızasına uygun olmayan bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim, senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz... Bu, Allah’ın bir emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonra gelenler öncekilere kavuşmayacak olsaydı, senin ölümüne daha çok üzülürdük oğlum!” Efendimizin gözyaşlarını gören ashâb, Peygamberimize (s.a.s.) bunun kendilerine yasaklanmış olduğunu hatırlatınca da şöyle buyurdu: “Ben üzülmeyi yasaklamış değilim, bağıra çağıra feryat ederek dövünerek ağlamayı yasakladım. Bende gördüğünüz gözyaşları, kalpteki sevgi ve acımanın eseridir...”

İnsanlara ölüm ve ötesi hakkında kısıtlı bilgi verilmiştir. Ölüp de geri dönen olmadığı için ahiret hayatını hep merak ederiz. İşte o merak ettiğimiz âlemi tanımanın yolu aradan perdenin kaldırılmasıyla mümkün olabilir. Necip Fazıl beytinde buna işaret ediyor.

Ölümü bir yok oluş, bir boşlukta kayboluş şeklinde değerlendirmeyen inançlı şairler; ölümde de bir güzellik bulmasını bilmişlerdir. Şair Yahya Kemâl Beyatlı, öbür dünyanın nasıl bir yer olduğu hususunda bir bilgisinin olmadığını; fakat herhalde güzel bir yer olduğunu düşünür; çünkü ölenler hayatlarından memnun olmalı ki oraya gidenlerin hiçbiri geri dönmüyor der:

Birçok gidenin her biri memnûn ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.
Elbette Yahya Kemâl Beyatlı ölümün ne demek olduğunu ve ölen bir canlının da tekrar dünyaya gelemeyeceğini biliyor. Şair, bildiği bir şeyi bilmezden geliyor ve ölüm hadisesine şairane ve güzel bir yorum getiriyor.

İşte Necip Fazıl da ölümdeki güzelliği görenlerden biridir. Peygamber Efendimizin her yaptığı işin güzel olduğunu, O’ndan asla bir kötülüğün sâdır olamayacağını bilen şair, neticede hükmünü veriyor: Demek ki ölüm güzel bir şeydir; çünkü güzel olmasaydı, Peygamber Efendimiz ölmezdi.