Makale

Mahrumiyet Buymuş

Mahrumiyet Buymuş

Ayşe Gül Gürbüz
Şebinkarahisar
Giresun Kur’an Kursu Öğreticisi

Ramazanlardan bir ramazan…
Yine yollardayız. Gidilmedik köy bırakmayacağız. Ne de olsa ramazan fırsat ayı. Ne kadar çok insana ulaşabilirsek o kadar iyi. Bir dahaki ramazana kim öle kim kala.
Biraz erken çıkıyoruz yola ki öğleden sonraya çok sarkmayalım. Yemekler pişsin, sofralar kurulsun. “İyi güzel de güzel hocam! Aç karna bu yolu, yaşı senden büyük bu arabayla nasıl gidersin?” diyorum kendi kendime. Aslında emektarın dedikodusunu yapmış gibi olmak istemem çok emeği geçti hem bana hem benden öncekilere. Onun da havalı, gıcır gıcır günleri oldu elbet ama yaşlılığı bana denk geldi. Doğala özdeş klimalıdır. Sıcak demez soğuk demez, camlar kapalı olduğu halde içerisi eser de eser. Bir de gürültüsü var kendi sesini duyamazsın. Tavan döşemesindeki delikler ayrı bir hava katar ona. Olsun… Ben onu öyle seviyorum. Tek yolda bırakmasın yeter. Çok eleştirilmeye gelmez nazlı da...
“Bismillah” deyip çıkıyoruz yola. İlk defa gidiyorum buraya. O yüzden yol hakkında fikrim yok. Bakalım nasıl bir yer, nasıl insanlar beni bekliyor. İlk gittiğim yerlerde daha da heyecanlı oluyorum nedense. İlerliyoruz, ilerliyoruz yol bitmiyor... “Aman ya Rabbi! Nerde bu köy?” Kıvrım kıvrım delik deşik yollardan geçiyoruz. Asfalt aramıyorum da bari biraz şose olsaydı. Üzerinden geçtiğimiz kayadan hallice taşlar sallıyor da sallıyor. “Yok ben diyorum bize jip lazım ama nerde!” (Yani içimden kendi kendime espri yapıyorum.) Saçma bir gülümseme beliriyor yüzümde. Biraz geç fark ediyorum, arkadaş soruyor “Gene ne oldu?” “Hiç…”
Midem ağzıma geliyor. “Bir şey değil oruç gitmese bari” derken tepeye yakın noktada bol kayalık bir alanda küçücük köyümüz görünüyor. İnsan böyle bir köyü gördüğüne bile seviniyor. Yıkık dökük, terk edilmiş gibi duran evler...
“Cemaat çok olsa bari” diyorum ama eminim az olacak. Olsun, bir kişi bir kişidir. “Genç olsa bari” diyorum. Ne çok şey istiyorum! Okulu, sağlık ocağını geçtim bir bakkal dahi yok. Gerçi bu manzarayla ilk kez karşılaşmıyorum ama buranın uzaklığından olsa gerek daha bir ihtiyaç sanki. İmam ve hanımı karşılıyor. Hoş beşten sonra camiye giriyorum. Küçücük bir cami. Çoğu yerde olduğu gibi halk kendisi yaptırmış. İçeri giriyorum ortada küçük bir odun sobası. Teyzeler sobanın etrafında toplaşmış ısınmaya çalışıyorlar. Selam veriyorum. Bayanlar için namaz kılma yeri yok. ”Neden?” diyorum. “Kadınlar camiye neden gelsin?” diyorlar şaşırarak. Kendi yerime doğru geçerken “Toplanın da anlatayım kadınların camiye neden geleceğini” diyorum. Çok güzel bir sohbet ortamında konuştukça açılıyorlar. Soruyorlar da soruyorlar. Tek tek cevaplıyorum. İki saat olmuş, dışarıdan şoförümüz saati hatırlatıyor. Yolu hatırlayınca kafamda sirenler çalmaya başlıyor “Aman ya Rabbi! Burada mı kalsak ne!” Tam kalkmak üzereyken bir teyze, ağlamış belli. Söz istiyor. “Buyur teyzeciğim” diyorum ve bana bir hayat dersi veriyor:
“Bak hanım kızım! Doğdum bu köyde, evlendim bu köyde. Elli senedir buradan çıkmadım. Öbürküler de benim gibi. Yolumuzu, evlerimizi gördün. Kar yağınca bu beğenmediğin yollara bile hasret kalırız. O vakitlerde köyde birisi ölse kara gömeriz. Ben çok mahrum olduğumuzu sanırdım anlatmakla bitmez sanırdım. Ama esas mahrumiyet buymuş a yavrum! Sen şimdiye kadar nerelerdeydin? Sessizlik…
“Aman ya Rabbi! Giderayak bu kadın kalbimin neresine dokundu böyle?” Gözlerim yaşarıyor, zor tutuyorum kendimi. “Üzülme teyzem. Geldik, buradayız.”