Makale

İmtihan: Yeryüzündeki olgunlaşma serüvenimiz

İmtihan: Yeryüzündeki olgunlaşma serüvenimiz

Doç. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

“Şimdi bu insanlar sadece “inandık” demekle kendi hâllerine bırakılacaklarını, dolayısıyla hiçbir sıkıntı ve zorlukla sınanmayacaklarını mı sanıyorlar?” (Ankebût, 2.)


İnsan, kendi iradesi dışında ilâhî takdirin bir neticesi olarak bu hayata gönderilmektedir. Ancak o, nebevî çağrıya dikkat etmediği müddetçe dünyada bulunuşunun yüce gayesini kavrayamamakta; çoğunlukla, kendince belirlediği fani ve küçük hesaplar peşinde ömrünü tüketmektedir. Nitekim insanın bu sorumsuzluğunu Kur’an, “Ne o, yoksa sizi iş olsun diye yarattığımızı, dolayısıyla bizim huzurumuza gelip hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?”! (Mü’minûn, 115.) ifadeleriyle dile getirir. İlâhî Kelâm, dünyada bulunuşun bir amacı olduğunu insana özellikle belirtir; Allah’a kulluk konusunda mutlaka bir denemeye tabi tutulacağını ona tekrar tekrar hatırlatır.

Kur’an’a göre imtihan, göklerin ve yerin yaratılış amacıdır. (Hûd, 7.) Ölüm ve hayatın gayesidir. (Mülk, 2.) İnsanoğlunun yeryüzündeki serüveninin adıdır. Bu açıdan imtihansız bir hayat anlamsızdır. İmtihanın gayesi de insanın dinî ve ahlâkî açıdan olgunlaşmasıdır. İnsan, Allah’a kulluk edip etmeme, en güzel ve en faydalı ameli üretip üretmeme konusunda imtihan edilmektedir.

Şu halde hayat, bencil arzuları ve doymak bilmez ihtirasları tatmin etmek için değil; adalet, kardeşlik ve barışa katkı sağlayacak eylemleri gerçekleştirmek için vardır. Bu ahlâkî gayeye hizmet etmeyen dünya görüşü, ideoloji, din, her ne ise, yaratılış amacına hizmet etmemektedir. Aksine insanı yanlış hedeflere yöneltmekte, onun imkân ve istidatlarını israf ve istismar etmektedir. Dolayısıyla insan, ahlâken gerilediği bir dünyada varlık amacını yitirmektedir.

Mümin, imtihan bilinciyle sürekli bir gerilim halini yaşar. Kazanmak veya kaybetmek, başarmak veya başaramamak endişesini daima taşır. Evde, sokakta, iş yerinde; kısaca hayatın her alanında imtihan edildiğini hiçbir zaman unutmaz. Evde İslam’ın öngördüğü ahlâk, sevgi ve saygı yaşanabilmekte mi, yoksa nezaket ve incelikten yoksun bir ortam mı sürmektedir? Sokakta yasak olandan gözlerini çevirmekte mi, yoksa iffet ve hayâdan yoksun mu davranmaktadır? İş yerinde kamu malını bir emanet olarak mı görmekte, yoksa helâl-haram demeden katıp karıştırmakta mıdır? Görev ve sorumluluğunda titiz mi, yoksa işini savsaklamakta mıdır? Yönettiği kimselere adaletli mi davranmakta, yoksa yakın çevresini kayırıp diğerlerine haksızlık mı yapmaktadır?

Mümin, duyguları ile imtihan edilmektedir. Çevresinde olanlara karşı kin, husumet vb. hislerini denetleyebilmekte midir? (Haşr, 10; Nazi’ât, 40.) Yoksa kıskançlık ve bencilce eğilimlerine mahkûm olup fitne ve tefrikaya mı alet olmaktadır? Yine mümin, sahip olduğu nimet ve güzelliklerle şımarmakta mıdır? Yahut maruz kaldığı mahrumiyet dolayısıyla karamsarlığa kapılıp nankörleşmekte midir? Yoksa gerek nimet, gerekse mahrumiyet anında sabırla yoluna devam edip güzel ameller üretme peşinde midir? (Hûd, 9-11.)

Mümin, ibadet hayatında imtihan edilmektedir. Meselâ namazı bir yük olarak mı görmekte, yoksa bütün titizliği ile huşu içerisinde Allah’a yönelmekte midir? Namazı sebebiyle kınananlardan olma korku ve endişesini taşımakta mıdır? (Mâ’ûn, 4.) Camilere sadece cumadan cumaya mı uğramakta, yoksa cemaatle namaz kılabilme arzu ve iştiyakını duymakta mıdır? Hz. Peygamber’in cemaatle ilgili müjde yüklü beyanlarına mazhar olma arzusunu taşımakta mı, yoksa rehavet içerisinde evde kıldığı namazlarla sorumluluğunu yerine getirdiğini mi zannetmektedir?

Yine mümin, mal-mülkü konusunda imtihan edilmektedir. Servetin Allah’ın bir ihsanı olduğuna mı inanmakta, yoksa kendi bilgi ve becerisinden kaynaklandığını düşünüp böbürlenmekte midir? (Kasas, 78.) Allah’ın bahşettiği mal-mülkten ihtiyaç sahiplerine infak etmekte mi, yoksa “malım eksilir, fakir düşerim” gibi şeytanî vesveselerle kendisini aldatmakta mıdır? (Bakara, 268.) Doymak bilmez bir mal sevdası ile servet biriktirdiği halde ihtiyaç sahiplerini görmezden mi gelmektedir?

İnsanın bu hayatta sınandığı konular içerisinde belki de en aldatıcı olanı, maddî ve manevî nimet ve servetlere mazhar kılınması, fakat bunların aynı zamanda bir imtihan olduğunun farkına varamamasıdır. Bu açıdan, her nimet ve güzelliğin aynı zamanda bir imtihanı da beraberinde getirdiği unutulmamalıdır. (Tekâsür, 8.)

Yine mümin, cihat ve İslam’a davet konularında imtihan edilmektedir. Dinin yaşanıp yaşatılması konusunda bütün gücüyle çaba sarf etmekte mi, (Muhammed, 31.) yoksa derinlikten yoksun, şeklî bazı dinî gelenekleri yerine getirmekle bütün yükü sırtından attığını mı zannetmektedir?

Mümin bir taraftan ilâhî emirleri yerine getirip getirmeme, diğer taraftan da maruz kaldığı maddî, manevî sıkıntı ve musibetlere karşı sabır ve metanetiyle denenir. Bazen çocukları ve eşi ile, (Enfâl, 28.) kimi zaman kardeşi (Yûsuf, 5.) ve en yakınındaki anne ve babasıyla imtihan edilir. Bazen de hastalık, yangın, sel, iflas gibi musibetlerle denemeden geçirilir. (Bakara, 155.) Kimi zaman sevdiklerini kaybetmekle, kimi zaman da dost olması gereken en yakınındaki insanların kendisine düşman olmasıyla denenir. (Teğâbun, 14.)

Ancak belirtmek gerekir ki, yaşanan bütün bu sıkıntı ve musibetler, müminler açısından bir çeşit terbiye işlevi görür. Kişi onunla hayatın künhüne vakıf olur. Her şeyin fâni, bâki olanın ise sadece Allah Teala olduğuna yakinen inanır. O’na olan bağlılığı ve sadakati zirveye erişir. Şiddet ve zorluk esnasında bütün perdeler kalkar, kul ile Mevla baş başa kalır. Nitekim bu durum Bakara 156’da şu şekilde dile getirilir: “Biz bu dünyada Allah’a kulluk için varız. Vakti geldiğinde de O’na dönüp huzuruna çıkacağız”. Nasıl ki ateşte kızdırılan demir, çekiç darbeleriyle şekil alır, belirli bir kıvama girerse, belâ ve musibetler karşısında da müminin İslamî şahsiyeti olgunlaşır ve kıvama erer.

Hayatta hayır-şer, hak-batıl, helâl-haram, güzel-çirkin hep iç içe ve bir arada bulunmaktadır. Bunlar, karışık bir vaziyette harmanlanmış olarak insanın önüne konulmaktadır. İçerisinde bulunulan her konumun hayır tarafı olduğu gibi şer tarafı da vardır. İmtihan bilincine sahip olmak, bunların arasından hayırlı olanı ayıklayabilmek ve onu yapabilmektir. Dolayısıyla nefis, şeytan vb. tuzaklara düşmeden faziletli olanı tercih edebilme ve onu yapabilme becerisini gösterebilmektir.

Nasıl ki bir imtihanda, her bir sorunun beş seçeneğinden sadece bir tanesi doğru ise, aynı şekilde, kulluk imtihanında da bir tek doğru seçenek vardır; o da “Allah rızası”dır. Bizi ebedî kurtuluşa eriştirecek olan sadece ve sadece odur. Aynı şekilde girilen bir imtihanda her bir sorunun çeldiricileri varsa, kulluk imtihanında da Allah rızasının yanında başka çeldiriciler vardır. Bunlar, bizi şaşırtan, ayağımızın sürçmesine sebep olan doğru zannettiğimiz şıklardır. Şeytanın, nefsin allayıp pullayıp önümüze sürdüğü ancak hile ve tuzaktan başka bir şey olmayan seçeneklerdir. Şu halde, nasıl ki, girdiğimiz bir imtihandan başarıyla çıkabilmek için önceden ciddi hazırlanmamız ve imtihan süresince bütün dikkatimizi toplamamız gerekiyorsa, kulluk imtihanında da kazanabilmek için çok iyi hazırlanmamız ve son derece dikkatli olmamız gerekmektedir. Kısaca takva duyarlılığı ile donanmamız ve ilâhî buyruklara teslim olmamız gerekmektedir.