Makale

Toplum Ahlâkının Oluşumunda.. Ahîlik Örneği

Toplum Ahlâkının
Oluşumunda
Ahîlik Örneği

Ahîler liderliğe tâlip olan, yönetici olmak isteyen kimseler olmamışlar, aksine, bilgilerini, felsefelerini, düşünce ve dünya görüşlerini benlikleriyle bütünleştirerek içlerine sindirip gözü gönlü açık bir filozof gibi davranmayı yeğlemişlerdir.


İslâm-Türk medeniyetinin Anadolu’da müesseseleşen en önemli kurumlarından biri kuşkusuz Ahîlik’tir. Bilindiği gibi Ahîlik, XIII. yüzyılda yaygınlaşan ve asırlar boyunca Anadolu Türk toplumunu etkileyerek mensuplarını eğitmiş olan bir esnaf kuruluşudur. Bu kuruluşun mensupları içinde yaşadıkları toplumu etkileyen ve özellikle toplum ahlâkının gelişmesinde örnek olan kimseler olmuşlardır.

Ahî reislerine ve ahîliğe mensup olanlara “ahî” adı verildiği gibi bunlara, fütüvvet sahibi demek olan “fetâ” dendiğini de biliyoruz. Ahîlerin tüzüğü olarak kabul edilen “fütüvvet-nâme”lerde; “ahî” ve “fetâ” hiç tereddüt edilmeden aynı anlamda kullanılmıştır. Özellikle XIII. yüzyıldan başlayarak; fütüvvet ve ahî teşkilâtı çerçevesinde söz konusu edilen ve meslekî nitelikteki nizam-nâmeleri ifade eden fütüvvet-nâmelerin kaynağı tasavvufî eserlerde yer alan fütüvvete dair konular ya da konuyla ilgili risaleler oldukları bilinmektedir.

Ahîliğin sadece bir kişiyi tek başına eğiten bir kurum olmadığını, bütün toplumun şekillenmesinde de rol oynayan fütüvvet-nâmelerin hem yazılış amaçlarından, hem de içeriklerinden anlamak mümkündür. Ahîliğin, XIII. yüzyıl Anadolu’sunu şekillendiren kurumlar arasında yer almasının ve etkisinin daha sonraki yüzyıllara taşınmasının başta gelen sebeplerinden biri fütüvvet-nâmelerle ahîlerin bütünleşmeleridir denebilir.

Fütüvvet-nâmelerde insanları hayata hazırlayan bir anlayış hâkimdir. Orada okunup öğrenilenler sadece bilgi olarak kalacak ve unutulacak hususlar değildir. Hayatta uygulama alanı bulacak hususlardır. Bunlar topluma mâl olmuş ve toplum içinde yaşayanlara biçim veren, insanları terbiye edip yoğuran bilgileri ihtivâ ettiği için ahîler, fütüvvet-nâmelerden edindikleri bilgilerini günlük yaşayışlarında da uygulama alanı bulabilmişlerdir.

Fütüvvet-nâmelerin ortak özellikleri, fütüvvet-ahî teşkilâtı mensuplarının ahlâki üstünlüğe ulaşarak bunu hayatlarında meleke haline,yani alışkanlık durumuna getirmeye çalışmalarını sağlayıcı öğüt ve bilgileri ihtiva etmiş olmalarıdır. (Alâuddevle-i Semnânî, Risâle fi’l-Fütüvve –Fütüvvet Hakkında Risâle-, İstanbul Bayezid Veliyyüddîn Efendi Kitaplığı, Nu: 1796, varak: 170b-174a; Abdulbâki Gölpınarlı, İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynakları, İÜ. İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 11, S: 1-4, İstanbul 1949-1950, s. 296) Nitekim Hâce Abdullâh-ı Ensârî’nin “Menâzilü’s-Sâirîn” adlı fütüvvet-nâmesinde bu özelliklerden şu örnekleri görmekteyiz: “Fütüvvet, nefsin sıfatlardan arınmış kalbin makamına verilen addır; bu temizlik (arınma) imandan sonra hidayetteki erdem ve ilerleyiştir. Fütüvvet kendinde bir fazilet ve hak görmemektir. Bunlar da derece derecedir; birincisi, düşmanlığı terk etmek, kusuru görmezlikten gelmek, eziyeti unutmaktır. İkinci aşaması; sana itaatsizlik edene yaklaşma, eziyet edene ihsan etme, kötülükte bulunana karşı özür dilemendir. Bunları kızgınlığını yenerek değil; sabrederek, lutfeyleyerek, seve seve ve af ede ede yapmandır. Şunu bil ki şefaâte başvurmağa muhtac eden ve onun özür dilemesinden utanmayan fütüvvet kokusunu alamaz.” (Ali Torun, Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler, Ankara 1998, s. 42)

Ahîliğin asıl teşkilât olarak, şehrin esnaf ve sanatkârları arasında yaygın olması yanında, halkın diğer kesimini de içine alan bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Zira ahîliğe mensup olanların toplandıkları “tekke” ve zâviye”ler hem mensuplarının her gün bir araya geldikleri bir kültür ocakları, hem de o şehre ve köye dışarıdan gelmiş misafir ve yabancıların sığınağı olan mekânlardır.

Bu kültür ocakları aynı zamanda, genç üyelerin eğitimlerini de üstlenmiş bir eğitim merkezidirler. Bu ocaklarda yetişen gençlere, her şeyden önce kendisinden önce başkasını düşünme terbiyesi verilirdi. Daha da ileri gidilerek, insan sevgisi aşılanırdı. Ahî zâviyelerinde işçi ve çırak konumundaki gençlerden başka, öğretmenler, müderrisler, kâtipler, hatipler, vâizler, usta ve yöneticiler gibi şehrin ileri gelen olgun ve fazîletli kimseleri de bulunurdu. Ya da zaman zaman buralara konuk olurlardı.

Türkçe Fütüvvet-nâmeleri arasında bize kadar ulaşanlardan en eskisi olarak kabul edileni Burgâzî Fütüvvet-nâmesi’dir. Bu fütüvvet-nâmenin yazarı Yahya b. Halil b. Çoban el-Burgâzî olarak gösterilmektedir. (Abdülbâki Gölpınarlı, Burgâzî ve Fütüvvet-nâmesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuâsı, C. XV, nu: 1-4, İstanbul 1953-1954, s. 76-77) Yazarın h.VII/m. XIII. yüzyılda yaşadığı tahmin olunmaktadır.

Burgâzî Fütüvvet-nâmesi’nde ahîlerin nasıl olması gerektiğine dâir bazı ilkeler sıralanmaktadır. Biz bu ilkeleri kısa kısa ele alarak Burgâzî’nin ahîlerde aradığı ferdî ve içtimâî özellikleri ortaya koymaya çalışacağız:

Ahîlere ne gerek?
Hemen bütün fütüvvet-nâmelerde fütüvvet ehlinin kişiliğini ilgilendiren ahlâkî nitelikler sıralanır. Aslında bunlar sâadece bir kişi olarak ahî’de aranan özellikler değil, aynı zamanda, içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olarak onun sahip olması gereken vasıflardır. İşte bunlara birkaç örnek:

Helâl kazanç gerek
Esnaf ve sanatkârlıkta tâkip edilecek yol olarak tarihte önemli bir yer tutan ahîliğin temelinde dürüstlük vardır. İşte bu temiz ahlâkı telkîn eden fütüvvet-nâmelerde yapılan tavsiyeler arasında helâlinden kazanmak başta gelir.
- “Ahî helâl kesb kılsa gerek.” (Aynı eser, 125) Buradaki helâl kazançtan maksadı, fütüvvet-nâme şöyle açıklamaktadır: “Allah-u Teâlâ Kelâm-ı Kadîm’inde buyurur: (“Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin”. el-Bakara, 57, 172; el-A‘râf, 160) İbn Abbâs radıyehullah aydur: Allah-u Teâlâ didüğü, ya‘ni arı pâk didüğü oldur, asl-ı halâldür, nitekim Resulullah a.m. buyurur ki: Her gice yatduğu vakt niyyet eylese helâl kesb kazanam diyü, irteye yarlıganmış çıkar. Ahî halâl kesb kazanmak gerekdür, belkim farzdur ve hem sünnetdür. (Yahya b. Halil b. Çoban el-Burgâzi, Fütüvvet-nâme (Abdülbâki Gölpınarlı Neşri), İst. Ünv. İktisat Fakültesi Mecmuâsı, C: XX., nu: 1-4, İst. 1953-1954, s. 125, bundan böyle eser, Burgâzî Fütüvvet-nâmesi olarak gösterilecektir.) Neşet Çağatay’ın neşrettiği bir el yazması fütüvvet-nâme 1524 yılında Bursa Kadısı tarafından kaleme alınmıştır. Bu fütüvvet-nâme’nin konuyla ilgili şu satırları ilgi çekicidir: “…Ve dahi fütüvvet-dârı’nın niyeti şöyle ola kim; bu hırfeti ve san‘atı Hak Teâlâ’nın kulları içün işlerin kim bu hirfete muhtaclardur, hâcetlerin bitürem ve hizmetlerin yirine getürem ve hizmetüm mukabelesinde halâlden her ne hâsıl idersem bir mikdarın vech-i me‘âşıma harc idem ve bir mikdârın fukarâya tasadduk idem. Zira hiç ondan yiğrek halâl lokma yokdur kim kendü eli emeğinden yiye… (Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, Ankara 1974, s. 24-25 arasında tıpkı basım)

Burada ahînin ayırıcı ve belirgin özelliği olarak, helâl kazanç elde etmek için çalışıp çabalayan hattâ iş ortamından uzaklaştığında da, evde, sokakta hatta yatarken dahî kazancını helâl yoldan kazanmayı düşünen bir kişi olduğuna dikkat çekilmesidir. Bunun için de ahînin her şeyden önce bir iş sahibi olması gerekmektedir. Nitekim bunu yazarımız şöyle dile getirmektedir:
Meslek sahibi olması gerek
-“Ahî’ye bir pîşe ve san’at gerekdür, ona meşgul ola. Eğer pîşesi yoğısa ona fütüvvet değmez. Fütüvvet âna halâldür kim kesb kazana hâlalden… Anun kesbi olmayıcak yidürmesi dahî olmaz.” (Burgâzî Fütüvvet-nâmesi, 125)

“Pîşe” kelimesi iş ve meslek anlamındadır. Buradaki ifadeden açıkça anlaşıldığına göre ahî mutlaka bir işle, bir meslekle meşgul olmalıdır. Yani işsiz ve başı boş dolaşan biri olmamalıdır. Bu mesleğinde de, yaptığı işinde de kazancını helâlinden elde etmelidir. Çünkü kazandığını başkalarıyla paylaşacağı, yani elde ettiğinden başkalarına da yedireceği, paylaşacağı için, malı arı, temiz yani helâl kazanç olmalıdır. Kazanmadan yediremeyeceği için mutlaka çalışmalıdır. Bu ifadelerden, ahîlerin iş sahibi, meslek sâhibi olmalarının teşvik edildiği anlaşılmaktadır.

İlmi olması gerek
Fütüvvet-nâmemizin yazarı ilginç bir yaklaşımla kazanmak için bilgi sahibi olmayı ahîliğin gereklerinden biri olarak göstermektedir. Eğer yapacağı iş hakkında bilgisi yoksa gidip öğrenmesi gerekir. Bilginlerle de yakınlık kurmalı, bilenleri bulmalı, onlarla dost olmalı ve bilmediğini ustadan, bilenden, uzmandan öğrenmelidir ve ona değer vermelidir.

Yoldaşlık gerek
Yoldaşlık ahîliğin unsurlarından biridir. Yoldaş olmadan, kişinin değeri öğrenilemez. Ondan dolayı ahîler , yoldaş seçerken dikkatli ve seçici olmalıdırlar.
“Ahîlere gerek kim, kendi yoldaşını eyü kılavuzlaya, kişiler eyülere yoldaş ola; bilmedüği nesneyi bileler, yavuzdan eyüye uyalar.” (Aynı eser, 120)

Ahîler yoldaşlarını iyi kişilerden seçmeliler ve birbirlerine güvenmelidirler. Kötülerden uzaklaşarak iyiye, iyilere yoldaş olmalıdırlar. Bu konuda Ashab-ı Kehf’in yoldaşlıkları örnek olarak verilmektedir.
Ahî sofra sahibi olması gerek
Ahîliğin temeli yemek yedirmektir. (Aynı eser, 132) “Ahînin sofrası ulu ola, soğan ve sarımsak olmaya.” (Aynı eser, 130) “Ahînin sofrasında aç nesne olmamalı, zeytinyağı ve mercimek olmalıdır.” (Aynı eser, 132)
“Ahî ve şeyh her yemeği pişirmesini ve hizmet etmesini bilmelidir. Yiğit, ahî ve şeyh pazarda yemek yememeli ve su içmemelidir.” (Aynı eser, 131)
Ahînin dört şeyi açık, üç şeyi bağlı olması gerek
“Gerek kim Ahînün dört nesnesi açık ola ve üç nesnesi bağlı ola:
1-“Ahî kim, evvelâ hiç dünyam eksile dimeye.” (Aynı eser, 132) Ahînin dünyalığının eksilmesinden dolayı endişeye kapılmaması gerektiği hatırlatılmakta, hele bunun ifade edilmesi, dillendirilmesi uygun görülmemektedir.
2- “Eli açık gerek.” (Burgâzî Fütüvvet-nâmesi, s.132)
3- “Ahî güler yüzlü ola” (Aynı eser, 132), “Yanına her hangi bir kimse düşünceli, üzüntülü ve kaygılı gelecek olursa, ahînin, güler yüzle karşılaması sebebiyle rahatlayıp bu durumdan kurtulmasını sağlaması gerekir. “Misafirlere güle güle söyleye.” (Aynı yer) Bu davranış bir bakıma psikolojik bir terapidir. Günlük hayatta karşılaşılabilecek benzeri bir durum karşısında ahînin nasıl davranacağı hakkında yol gösterilmektedir.
4- “Ahînin sofrası açuk ola; her kim içerü girse önüne sofra aça.” (Aynı yer) Bu son husus hemen yukarıda daha geniş bir şekilde ele alınmıştır.
“Pes bu dört açuk ola, dört nesne ana açıla, Tanrı Teâlâ’nın kapusı açıla ve rahmet kapusı açıla.” (Aynı Eser, 132-33)
Buna karşılık ahîlerin kapalı yani bağlı olması gereken durumlar;
1- “Evvel ahînin iki gözü bağlı ola, hiç kimseye yavuz nazarla (kem gözle) bakmaya.
2- “ İkinci dili bağlı ola, yavuz keleci (kötü lakırdı) söz söylemeye.
3- “3. olarak da haram olana karşı kendini saklaması, iffetini muhafaza etmesi sıralanmaktadır. (Aynı Eser, 133; üç açık, üç bağlı olana XIV. yüzyılda Gülşehrî de Mantıku’t-Tayr’ında değiniyor. Mukayese için bkz.; Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr, Ankara 1957, s. 180-181)

Sonuç
Fütüvvet Abbasîlerden Anadolu’ya gelmiş olsa bile XIII. yüzyıldan itibaren Türk Anadolu’da kendine özgü bir anlayış kazanarak, biçimlenerek, gelişmiş ve ahîlik şeklini almıştır. Anadolu Türk ahîliğinin gerek İslâmî-Abbasî menşei, gerekse İslâmî-Türk menşei, teşkilâtlanarak, ferdî ve içtimâî kültürel bir kimlik kazanmıştır. Bu kimlik Fütüvvet-nâmelerde âdab ve erkânı anlatan nizam-nâme (tüzük) hüviyeti ile ahî zâviyelerinde okuna-dinlene, günlük hayata yansıyarak yaşama imkânı bulan bir teşkilât hâlinde ahîlik adını alarak devam etmiştir. O bakımdan fütüvvet-nâmeler Anadolu-Türk tarihi bakımından çok önemli ve zengin bir kaynak hüviyetindeki eserlerdir.

Fütüvvet-nâmelerin hedef kitlesi toplum içinde yaşayan insandır. İnsanın çocukluktan, gençliğinden (yiğit), orta ve olgun yaşına (ahî), daha sonra da yaşlanıp ihtiyarlayınca da (şeyh) kemâle ermeye giden hayat yolunun edeb ve erkânını gösteren fütüvvet-nâmeler ahîlikle özdeşleşmiş eserlerdir. Sadece fütüvvet ehlini, ahîleri terbiye etmez, aynı zamanda toplum içindeki bütün yaşayanları içine alan ahlâkî ilkeleri ahîlerin gözüyle ve ahîlerin örnekliği ile anlatır.
Başkalarının ayıplarını örten, kendisini olduğu gibi yoldaşını da fesattan ve kötülüklerden koruyan, yoldaşına vefa gösteren, kıyamette üzerinde kimsenin hakkı bulunmayan, hizmet eden, hizmet ettirmeyen, mürüvvet sahibi olup cömert davranan, nefsine hâkim olarak onun arzu ve heveslerine uymayan, Tanrı’ya, peygamberlere ve velîlere yakın olan, gözsüz, dilsiz ve sağır olan(!) fütüvvet ehli (Burgâzî Fütüvvet-nâmesi, s.121), aynı zamanda bu anlayış ve zihniyete sâhip ahîyi de temsil etmektedir.

Ahîliğin sadece bir kişiyi tek başına eğiten bir kurum olmadığını, bütün toplumun şekillenmesinde de rol oynayan fütüvvet-nâmelerin hem yazılış amaçlarından, hem de içeriklerinden anlamak mümkündür. Ahîliğin, XIII. yüzyıl Anadolu’sunu şekillendiren kurumlar arasında yer almasının ve etkisinin daha sonraki yüzyıllara taşınmasının başta gelen sebeplerinden biri fütüvvet-nâmelerle ahîlerin bütünleşmeleridir.

Fütüvvet-nâmelerde insanları hayata hazırlayan bir anlayış hâkimdir. Orada okunup öğrenilenler sadece bilgi olarak kalacak ve unutulacak hususlar değildir. Hayatta uygulama alanı bulacak hususlardır. Bunlar topluma mâl olmuş ve toplum içinde yaşayanlara biçim veren, insanları terbiye edip yoğuran bilgileri ihtivâ ettiği için ahîler, fütüvvet-nâmelerden edindikleri bilgilerini günlük yaşayışlarında da uygulama alanı bulabilmişlerdir.

Bundan dolayı ahîler liderliğe talip olan, yönetici olmak isteyen kimseler olmamışlar, aksine, bilgilerini, felsefelerini, düşünce ve dünya görüşlerini benlikleriyle bütünleştirerek içlerine sindirip gözü gönlü açık bir filozof gibi davranmayı yeğlemişlerdir.