Makale

Ahlâk Temelinde Kolektif Sorumluluk

Ahlâk Temelinde
Kolektif Sorumluluk
Emr bi’l-ma’rûf ve Nehy ani’l-münker’i Toplum Ahlâkı Bağlamlı Okumak

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân, 104)

İslâm düşüncesinin önemli kavramlarından olan, fert ve toplum hayatı açısından gözardı edilmesi mümkün olmayan bir düstûr olan “Emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker” günümüz diliyle, “iyiliği emredip kötülükten sakındırmak” şeklinde ifâde edilebilir.

İslâm inancına göre bir şeyin ma’rûf veya münker sıfatıyla bir kategori içerisinde değerlendirilmesinde başlıca belirleyici unsurlar Kur’an-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in sünneti yani, bu husustaki sözleri, davranışları ve uygulamalarıdır. Burada özellikle bu husustaki belirleyici unsurların dinî, ahlâkî ve ictimâî olduğunu söylemek durumundayız. Temel dinî kaynaklarda iyi ve doğru kabul edilen inanç, düşünce ve davranışlara tek kelimeyle işâret edildiğinde en çok “ma’rûf” kavramı, yanlış, İslâm inancına yabancı, Müslüman toplum tarafından yadırganan inanç, düşünce ve davranışlar için ise, daha çok “münker” kavramı kullanılmaktadır.

Dinî kaynaklar ve literatürde emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker’e oldukça geniş bir şekilde yer verilmesi ve bu anlayışın mâhiyet ve uygulanması konusunda enine boyuna oldukça geniş tartışmalarda bulunulması, emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker’in fert ve toplum olarak Müslümanların hayatındaki önemini göstermektedir. Ancak bu kavram inanç sahiplerine farklı boyutlarda sorumluluklar da yüklemektedir. Yukarıdaki âyet-i kerimede de ifâde edildiği üzere, bu anlayışın hayata geçirilmesinde herkes farklı boyutlarda sorumluluk ve görev sahibidir. Yine diğer dinî atıflara bakıldığında emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker, fert ve toplum hayatına din, akıl, toplum ve kamuoyu tarafından kabul gören inançların, değer ve yaşantının yaygınlaştırılması, dinin, aklın ve toplumsal sağduyunun kabul etmediği her türlü kötülüğe engel olunması için kişisel ve toplu çaba ve gayretleri ifâde etmektedir. Bu çaba ve gayretin sâhiplerinden Kur’ân-ı Kerim’de övgü ile bahsedilmektedir:
“Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” (Âl-i İmrân, 114)
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân, 110)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de, İslâm’ın genel kuralları, dünya görüşü ve değer yargılarına aykırı tutum ve davranışlara karşı fiilî tedbirler almayı, sözlü uyarı, psikolojik yaklaşım ve tepkiler şeklinde bir yaklaşımı tavsiye etmektedir:
“Sizden birisi bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle buna mânî olsun! Buna da gücü yetmezse, kalbiyle kötülüğe karşı tavır alsın ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 232)
İslâm âlimleri, bu hadis-i şerifteki hâliyle, kötülükleri el ile değiştirmenin yöneticilerin, dil ile değiştirmenin, o toplumun ilim öncüleri olan âlimlerin, kalb ile değiştirmenin ise, bunları yapacak güç ve iktidârı olmayan halkın görevi olduğunu ifâde etmektedirler. Yine kötülüklere mâni olup münkeri değiştirirken, elinde güç ve kuvvet bulunduran cahillere ve şerrinden korkulan zâlimlere karşı son derece yumuşak davranılması da ayrıca tavsiye edilmektedir. Aksi takdirde maksad hâsıl olmadığı gibi, bir çok fitnelere de kapı aralanır ve hayır murad edilen işten şer hâsıl olur. Fertlerin dinî ve ahlâkî hayatın gelişmesine, kamu düzeninin sağlanmasına katkıda bulunmayı bir Müslümanlık ve vatandaşlık borcu şeklinde telakki etmeleri, İslâm toplumunun belirgin bir vasfı olarak temâyüz etmektedir.

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71)

“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Rasûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’râf, 157)

“Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.” (Hacc, 41)

“Bunlar, tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.” (Tevbe, 112)

Başta Kur’an-ı Kerim ve hadîs-i şerifler olmak üzere temel dinî kaynakların hemen hepsinde insan hakları, dinî ve ahlâkî değerler, çevre, canlı ve cansız bütün bir tabiat, halk sağlığı, ilim ve kültür, adalet, hürriyet, toplumsal barış ve benzeri değer yargıları ve yaklaşımların hayata aksettirilmesine özel bir önem verilmiş, bu evrensel değerlere karşı her türlü yıkıcı ve zararlı faaliyetlerin etkisiz kılınması ve genelde İslâm’ın fitne ve fesad olarak kabul ettiği her türlü kötülüğün ortadan kaldırılması istenmiştir. Günümüzde bütün bu hedeflere yönelik her türlü sivil toplum kurumunun faaliyetlerini bu bağlamda bir tür emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker faaliyeti olarak görmek pekâlâ mümkündür. Emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker konusunda doğabilecek keyfîliklere ve uygulama sıkıntılarına kapı aralamamak için özellikle ehl-i sünnetin bu husustaki önlem tarzı ve anlayışı önemlidir. Ehl-i sünnete göre, toplumda haksızlıklara, fitne ve fesada yol açılmasını önlemek için emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker uygulamalarında yaptırımlı fiilî müdâhaleler sadece resmî kurumlara âit olmalıdır. Fertlerin ve sivil toplum kurumlarının faaliyet alanını ise, eğitim, aydınlatma ve uyarı gibi faaliyetler ve iyiliğe uygun ortam oluşturmak gibi hususlarla sınırlıdır. Yine, emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker faaliyetinin sadece ehliyetli kimseler ve ma’rûf ve münker olduğu hususunda İslâm âlimlerince ihtilaf olmayan, tam bir mutâbakat bulunan konularda yapılması gerektiği de aslâ unutulmamalıdır. (Mustafa Çağrıcı, “Emir bi’l ma’rûf ve Nehiy ani’l-münker”, DİA, XI/138-141) Fert ve toplum hayatı için son derece önemli olan bu konuyu Lokman (a.s.)’ın oğluna tavsiyesi ve Hz. Peygamber (a.s.) efendimizin bir hadis-i şerifiyle bitirelim:

“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman, 17)

“Her birinizin her bir eklemi için günde bir sadaka vermesi gerekir. İşte bu sebeple her tesbih bir sadaka, her hamd bir sadaka, her tehlîl (lâilâhe illallah demek) bir sadaka, her tekbir bir sadaka, iyiliği tavsiye etmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır…” (Müslim, Müsâfirîn 84, Zekât, 56; Buharî, Sulh 11, Cihâd, 72, 128; Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12, Edeb 160)