Makale

Şehsadeler Şehrinde Bir Selâtin Cami: MURADİYE

Şehzadeler Şehrinde
Bir Selâtin Cami:
MURADİYE
Cevat Akkanat

Manisa, medeniyet tarihimize altın sayfalar hediye eden şehirlerimizden birisidir. 1313’te Saruhan Bey tarafından Doğu Roma İmparatorluğu’ndan teslim alınan şehir, fethin akabinde Saruhanoğulları Beyliği’nin merkezi olmuştur. 14. Yüzyılın sonlarına doğru (1392) Yıldırım Beyazıd’ın Osmanlı topraklarına kattığı Manisa, bu tarihten itibaren Saruhan Sancağı adıyla anılacaktır.

Saruhan Sancağı’nın, Osmanlı Devleti için en önemli özelliği, padişahların yetişme merkezi olmasıdır. Manisa’nın bugün de şehzadeler şehri olarak anılması, Osmanlı Devleti’nin 16 şehzadesinin burada sancakbeyliği yapmasına dayanır. Bunların arasında II. Murad, Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed ve I. Mustafa gibi, sonraki yıllarda Osmanlı tahtına oturacak olanlar da bulunmaktadır.

Şehzadelerin padişahlığa hazırlandığı bu belde, pek tabii olarak ülkenin güzide eyaletlerinden birisi konumuna yükseliyor ve doğal olarak devrin imkânlarından ziyadesiyle faydalanıyordu.
Gerçi şehir Saruhanoğulları Beyliği’nin eline geçtiği andan itibaren İslâm mimarisinin şaheserleriyle tanışmaya, önemli bir kültür merkezi olmaya başlamıştır. Meselâ, Ulu Camii ve Külliyesi, Mevlevîhane, Çukur Hamam gibi farklı ihtiyaçlara cevap veren yapılar bu dönemin ürünüdür. Osmanlı devrinde de benzeri bir tercihe mazhar olan Manisa, artık hanlar, hamamlar, kervansaraylar, camiler, medreseler, bîmarhaneler, imarhaneler, aşevleri, yetimhaneler, sıbyan mektepleri, arastalar, köşkler, konaklar, çeşmeler ile donatılıyordu. Bu eserlerle ilgili ayrıntılı bilgilerin, Prof. Dr. Hakkı Acun tarafından kaleme alınan, “Manisa’da Türk Devri Yapıları” (TTK Yay., Ank., 1999, 653 s.) adlı akademik çalışmada yer aldığını, söz konusu dönemin çeşitli mimarî eserleriyle ilgili toplu malûmata ihtiyaç duyanların bu esere yönelebileceğini belirterek, yazımızın konusuna geçebiliriz.

“Muradiye”lerin Üçüncüsü…
Ulu Cami (ve Külliyesi) 14. yy., İvaz Paşa Camii, Hatuniye Camii (ve Külliyesi) 15. yy., Muradiye Cami (ve Külliyesi), Sultan Camii (ve Külliyesi) 16. yy… Manisa’daki camiler arasında, diğerlerine göre daha cazip özellikler gösteren bu ibadethaneleri, yolu bu şehirden geçenlerin mutlaka görmesi gerekir.

Bununla birlikte, yol hâlidir, bu camiler arasında da bir tercih yapmak zorunda kalınabilir. Oldukça sıkıntı verici bir seçimle karşı karşıya kalacaktır yolcumuz. Bizim gibi.

Evet, söz konusu sıkıntıyı bir süre yaşadıktan sonra, tercihimizi Muradiye Camii’nden yana kullandık. Zira, bu yapının birbirinden ilginç yönleri vardı: Meselâ Muradiye, III. Murad tarafından yaptırılan selâtin bir camiydi ve Mimar Sinan’ın Ege Bölgesi’ndeki tek eseri olarak kayda geçmişti. Ayrıca, Manisa’daki bu camiin, aynı ismi taşıyan selâtin camilerin üçüncüsü olduğu da belirtilmelidir. Bilindiği üzere, II. Murad tarafından 1425-26’da Bursa’da yaptırılan Muradiye Camii ile yine aynı padişah tarafından 1435’de Edirne’de inşa ettirilen Muradiye Camii’nden sonra, dinî mimarimizin üçüncü “Muradiye”si, III. Murad tarafından Manisa’da yaptırılmıştır. Bursa ve Manisa’daki “Muradiye”lerin aynı zamanda “Külliye” olduğunu da kaydedelim.

Şehzade Murad Camii’nden Muradiye Külliyesi’ne…
Muradiye Camii’nin tarihiyle ilgili olarak kaynaklar şu ayrıntıyı özellikle dile getirirler: Şehzade Murad, bugünkü camiin bulunduğu alana, tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, tahta çıktığı 1574’ten hemen önceki yıllarda bir cami inşa ettirmiş, sonra da padişah olarak İstanbul’a gitmiştir. Fakat, Manisalılar bu camiin küçük olduğunu, cemaate yetmediğini görünce, genişletilmesini talep etmişlerdir. Talep karşılanır ve küçük camiin büyütülmesi çalışmalarına başlanır. Bu çalışmalar sırasında cami tamamen yıkılınca, III. Murad yeni bir camii için harekete geçer ve plânlarını Mimar Sinan’a çizdirir.

Mimar Sinan’ın bu iyice yaşlandığı yıllardır. Onun, dünya gözüyle göremeyeceği bu eserinin inşasını İstanbul’dan yönettiği, inşanın başında da kendi yetiştirdiği talebelerinin bulunduğu belirtilir. Bu bağlamda, ileride klâsik Osmanlı mimarisinin en süslü eserleri arasında yer alacak olan Muradiye Camii’nin inşasında, önce Mimar Mahmud Ağa’nın, onun ölümü üzerine de Mimar Mehmed Ağa’nın görevlendirildiğini görüyoruz. Böylece, inşasına 1583-85’te yeniden başlanan cami, 1592’de bugünkü şekliyle tamamlanmıştır. Bugün bütün bu bilgileri Hazine-i Evrak kayıtları, Naima Tarihi ve III. Murat’ın 1585 tarihli bir fermanı ile doğrulayabilmekteyiz.

Bu arada, 1592’de yapımı biten Muradiye Külliyesi’nin bünyesini cami, medrese, imaret ve dükkânlar oluşturmuştur. Külliyeye 1812’de Karaosmanoğlu Hüseyin Ağa tarafından bir de kütüphane ve 20. yüzyılın ortalarında bir şadırvan eklenmiştir.

Mimarî Özellikleri
Şehre hâkim Spil Dağı eteklerindeki Saruhan Mahallesi’nde bulunan Muradiye Külliyesi, kesme taştan yapılmış alçak dış avlu duvarları ile çevrili bir alana kurulmuştur. Külliye’nin kuzey, güney ve batı yönlerine açılan dış kapıları vardır. Ana giriş kapısı kuzeyde, cami ile medrese arasında yer alan ve üzerinde kelime-i şahadet yazılı olan kemerli kapıdır.

Külliyenin ana unsuru olan Muradiye Camii, dış görünüş itibariyle bir merkezî kubbe, sağ ve sol cephelerdeki yarım tonozlu kubbeler, köşelerdeki sekizgen plânlı dekoratif ağırlık kuleleri, çifte minareleri ve son cemaat mahallindeki beş kubbe ile kendine has bir estetiğe sahiptir.

İç görünüşü ters T biçiminde olan Muradiye Camii’nin ibadet mekânı 28.50 m. yüksekliğinde ve 10.80 m. çapında merkezî bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında 18 pencere bulunmaktadır. Merkezî kubbenin örttüğü orta mekânı, doğu, güney ve batı yönlerinde buna eklenmiş dikdörtgen plânlı, yarım çapraz tonozla örtülü üç yan mekân tamamlar. Bu yan örtülerin merkezî kubbeyi taşıyan büyük kemerlerle birleştiği noktaların yerden yüksekliği 18.50 m.dir. Merkezî kubbe duvar payelerine dayanan dört büyük sivri kemer üzerine oturmuştur. Dışta bunların üzerinde köşe kuleleri yer almaktadır.

Caminin ibadet alanında en dikkate değer bölüm, mihrap ve çevresindeki kabartmalı çini kompozisyonlarıdır. Beyaz bir mermer profille çevrelenmiş mihrap nişi (girintisi), poligonal (çok kenarlı) şekildedir. Mihrabın iki yanında, camide zamanla oluşabilecek oturmaları ölçmeye yarayan terazi taşları bulunmaktadır. Mihrabın üzerinde mermerden oyulmuş palmetli bir taç ve bunun üzerinde de çini bir ayet panosu bulunmaktadır. Mihrap nişini bir kuşak gibi saran çinide Fatiha suresine yer verilmiştir.

Caminin minberi, güneybatı duvar payesinin önündedir. Bu minber, birinci sınıf mermer işlemeciliğine örnek gösterilir. Mermerden oyma minberin basık kemerli bir kapısı vardır. Kapının alınlığında kelime-i şahadet yazılıdır. Minberin korkulukları yekpare mermerden oyulmuş geometrik şebekelerle bezenmiştir.

Üç Başşehir Dışındaki Tek Hünkâr Mahfili
Osmanlı Devleti’ne başşehirlik yapmış olan; Bursa, Edirne ve İstanbul’daki selâtin camiler dışında, sadece Manisa Muradiye Camii’nde hünkâr mahfili bulunmaktadır.

Caminin güneydoğu köşesine yerleştirilen hünkâr mahfiline doğudaki duvarlar içerisine yerleştirilmiş merdivenlerle çıkılır. Hünkâr mahfili sol ön köşede beden duvarlarındaki üzengilerle iki sütun tarafından taşınmaktadır. Mahfilin korkuluk levhaları oyma şebekelerden yapılmıştır. Mahfil içerisindeki mihrap kemerli bir niş hâlindedir. Tavanı ise döneminin en iyi kalem işleriyle bezenmiştir. Hünkâr mahfili gibi, müezzin mahfili de devrin ince sanat işçiliklerini sergilemektedir.

Bu arada, III. Murad Camii’nin iç süslemesiyle bizzat ilgilenmiştir. 1585 tarihli bir fermanından anlaşıldığına göre, hassa nakkaşlarından Mehmet Halife ile birlikte on iki nakkaşı İstanbul’dan Manisa’ya göndermiştir.

Muradiye Camii’nin ibadet mekânını XVI. yüzyıl İznik çinileri süslemektedir. Bu çinilerde, stilize edilmiş motifler ve çiçek dekorasyonları yer almakta, başta mercan kırmızısı olmak üzere çeşitli renkte panolara yerleştirilmiş güller, lâleler ve kıvrık dallar birbiriyle uyumlu şekilde sıralanmaktadır. Çinilerin yanı sıra kubbe ve kemerler de kalem işleri ile bezenmiştir.

Son Cemaat Yerinin Özellikleri
Caminin son cemaat yerini asıl bölümle birbirine bağlayan cephe duvarında büyük bir kemer vardır. Yapıya görkemli bir görünüm veren bu kemerin iç dolgusu, kırmızı ve beyaz taşlarla örülmüştür. Sivri kemerli, yuvarlak alçı şebekeli iki sıra pencere ve üçgen köşelikleriyle bu kemer, camiin kütlevî görünümünü hafifletmiştir. Burada üst sırada beş, alt sırada da altı pencere bulunmaktadır. Kemerin üstü ise iki taraftan aşağıya doğru inen kademelerle onları tamamlamıştır.

Muradiye Camii’nin son cemaat yeri ise, oldukça narin altı mermer sütunun sivri kemerlerle birbirine bağlanmasıyla meydana gelmiş beş gözlü bir bölümdür. Sütunların başlıkları mukarnaslıdır. Gözlerin üzeri sekiz kasnaklı küçük birer kubbe ile örtülmüştür. Ancak girişi diğerlerinden ayırmak için ortadaki gözde ayna tonoz kullanılmıştır. Son cemaat yerinin döşemesi yassı sekizgen blok taşlardan olup bunların arasında, üzerinde Grekçe yazı olan ve antik bir yapıdan getirildiği zannedilen bir parça bulunmaktadır.

Caminin doğu ve batı cephelerinde son cemaat yeri revaklarından daha alçak birer revak vardır. Bu revakların az eğimli ve kurşunla kaplı ahşap çatılarını, birbirine ve yapıya Bursa kemerleriyle bağlı dörder ince sütun taşımaktadır.

Caminin, mukarnaslı mermer taç kapısı, kitabesi ve fildişi, bağa ve ceviz ağacından yapılmış iki kanatlı oyma ve kündekâri ahşap kapısı, klâsik Osmanlı cami mimarisinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır.
Caminin son cemaat yerinin iki ucunda birer şerefeli iki minaresi vardır. Minareler caminin simetrik görünümünü iyice vurgulayan bir kompozisyona sahiptir. Minarelerinin her ikisi de zamanla taşlarının erimesi sonucu yıktırılmış ve 1955-1956’da yeniden yapılmıştır.
Külliye’nin Diğer Uzuvları

Muradiye Külliyesi’nin müştemilâtı içinde yer alan medrese, dikdörtgen avlulu bir yapıdır. Binanın girişi revaklı, diğer üç yanı ise hücrelerle çevrilidir. Muradiye Medresesi günümüzde Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Hâlen Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan imarethane ise dört tarafı revaklı, kare plânlı bir avluyla çevrilidir. Avlu revakları kuzey ve doğuda büyük, güneyde daha küçük mekânlarla “U” şeklinde sarılmıştır. Batıdaki revakın arkasını ise sadece beden duvarı çevreler. İmarethanenin ana girişi de bu cephededir.

Külliyenin Sıbyan Mektebi yıkılmıştır. Kütüphane ise günümüzde çocuklara hizmet etmektedir.
Muradiye Külliyesi’ne, camiin kuzey yönündeki mermer döşeli avlunun ortasına, 1955-56’da yapılan ve bütün külliyeyi kapsayan restorasyonda sekizgen plânlı, geniş saçaklı bir şadırvan ilâve edilmiştir.