Makale

Mekke'de Zaman

Mekke’de Zaman
Nevin Meriç

Bayrama kadar geçen sürede Mekke’deki ve tavaf hatıralarımızı zihnimden geçiriyorum. Burada hayat, gündelik hayat tavaf üzere şekilleniyor. Yani günün hangi vaktinde Kâbe’de olacaksınız, bir önceki günden bunun plânını yapıyorsunuz. Günün her saatinde Kâbe’de olamıyoruz tabi, öyle yapanlar da var ama biz bunu gerçekleştiremedik. İnsanın temel ihtiyaçları ve abdest var. Gerçi umumi yerler çok ve bakımlı imiş ama biz ihtiyaç hissetmiyoruz. Sabah 9 da toplantı oluyor o günkü irşat programları dağıtılıyor ve herkes gününü buna göre planlıyor. Mümkün olduğu kadar her vakitte Kâbe’de olalım istiyoruz. Bunun içinde bir önceki gün geldiğimiz saatin dışındaki bir zamanı tercih ediyoruz bir sonraki gün. Mevsimin kış olması burayı da etkiliyor. Üşümüyoruz ama terlemiyoruz da. Dolayısıyla öğle namazından sonra da tavaf etmek hiç de zor olmuyor. Halbuki bu zamanlar güneş ışınlarının en dik geldiği ve hacıların çok sakındığı dikkat edilmesi gereken saatler.

Bunun için Metaf’ın en sakin olduğu zaman da oluyor. Biz de öğle vaktini tercih etmek de bir beis görmüyoruz. Yalnız bir keresinde bizim ekipten bir arkadaş güneşe fazla dayanamadı. Hacer’ül-Esved’in yerini kavrayamayınca hemen yanındaki arkadaş olaya el koydu ve tavafı yarım bırakıp çıktılar. Ben 2 şavt kalmıştı devam edip tavafı bitiriyorum. Tam akıntıya kendinizi kaptırmış yavaş yavaş giderken, birden dik hatla kesiliyorsunuz; bir hacı annesini veya babasını tavafın dışına çıkartıyor. Onlara hemen yol veriyoruz tabi… bunun yanında iki-üç aylık çocukları kucağında/babalar da çok görülüyor hem de öğle sıcağında. Bu tavafı farklı bir saatte yapamazlar mıydı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Çocuk etkilenmez mi acaba… genelde çocuklu gelenler diğer ülkelerden oluyor. Onlar çocuklara karşı daha mı sabırlı bilmiyorum. Ya da çocukların hac etmesini daha bir önemsiyorlar, onu da anlamıyorum. Ama çoluk çocuk buradalar işte. Peki Arafat nasıl geçecek hele Müzdelife… neyse Allah bir yoluna koymuştur...

Günün her saatinde tavaf ettik demiştim ya sabah namazından önce ve yatsıdan sonra yaptığımız tavaflarda ayaklarım üşüdü desem inanmazsınız ama öyle işte. Mermer soğuk güneş de yok, ayaklar çok rahat üşüyor. Allah’tan hareket hâlindesiniz de fazla hasar bırakmıyor.

Kâbe’ye gidişler de bir macera; servislerin iptal edilmediği zamanlarda Kâbe’ye ulaşım çok kolay oluyor. Gerçi servisten indikten sonra da epey yol var, ama onu pek nazarı dikkate almıyoruz. Hele tozlu topraklı ve kirli havanın aktığı tünelden geçmek zorunda kalmak, bir çok hacıyı hasta ediyor. Buralarda maske kullanmak insanı bir nebze olsun koruyor, ama bunda da çok başarılı değiliz. Dilenciler de bu tünelin daimi misafirleri sanki. Çocukları birkaç adım aralıklarla oturtan anneler biraz geride bir arada sohbet ediyorlar. Bir ara bu çocukların resmini çekmek istedim. Biraz büyüğü hemen yüzünü kapattı. Polise vermemden mi korktu nedir?...

Bir gün saati iyi ayarlayamamışız veya öğleden sonrasını Kâbe’de geçirmeyi planladığımız için sabah biraz geç çıkmışız. Her taraf dolmuş, sokaklar, dış avlu nasıl yer bulup namazı kılacağız bilmiyorum. Hacıları rahatsız etmeden ilerlemek, izinler falan derken bir telaş Abdülaziz kapısına kadar geliyoruz. Kâbe’nin kapısına geldiğimizde polis içeri girmemize izin vermiyor. Naçar dışarıda bir yer bulacağız da burası da o kadar kalabalık ki. Etrafa umutsuz gözlerle nazar ederken ızgaralardan kaynaklanan bir sıra boşluk görüyoruz hem de dibimizde. Hemen seccadeleri serip oturuyoruz, daha sonra kapıdan dönen birkaç kişi daha yanımıza geliyor. Fakat güneş bugün ışınlarını daha dik sunmaya başlamış sanki. Ezan namaz derken en az yarım saat bu güneş altında oturmak bize iyi gelmeyecek. Hay Allah etrafta başka da yer gözükmüyor. Arkadaşlar hemen başlarına havlularını koyuyorlar. İlginçtir birbirlerinden habersiz pembe havlu getirmişler, ikisi de başına koyunca ilginç bir manzara oluştu, hemen fotoğrafı çekiyor kareyi kayda geçiyoruz.

Ezana da çok az kaldı hemen bir yer bulmalıyız. Sol tarafda epey uzaktaki asansör kapısından giriş çıkışların olduğu görülüyor ve hemen oraya yöneliyoruz ama asansörleri de durduruyorlar. Yukarıda kılalım istiyoruz ama orası da güneş olacak. Bu güneşten korunaklı bir yer nasıl bulabiliriz diye kalpler ve diller duaya yatıyor. Hızla merdivenleri çıkıp üçüncü katta yer bulmalıyız derken ezan da bitti bitecek. Bizdeki telaş kaygı moraller gittikçe bozuluyor. Bu namazı ne yapacağız buraya kadar geldik cemaate dahil olamayacak mıyız. Tam merdivenleri bitirdik ki, oradaki aralığa hacılar saf olmuş. Bir farkla ki hepsi erkek. Üç saf ve bir tane boş yer yok. Ön tarafları boş. Burası da asansörden gelen gidenlerin geçmesi için boş bırakılmış. Birden önlerinde saf olalım diyorum. Nasıl olsa asansörler durduruldu. Güneş veya burada erkek hacıların önünde saf tutmak arasında tercih yapacağız ama zaten vakitte yok. Sünnete başlamamız gerekiyor. Çünkü burada farz beklenmiyor. Ezandan hemen sonra kamet getiriliyor. Bunu kavrayana kadar sünnetler hep iki rekatta kılındı. Artık düşünecek ne zamanımız var, ne de kımıldayacak bir yer. Hemen safımızı oluşturuyoruz. Birden yanımıza bir Suriyeli hanım geliyor. Safdaki uygulama dışılığı gördü ve bunun olup olamayacağını, kaygılarını anlatmaya çalışıyor. Güzel de başka bir seçenek varsa kendisi yapsın değil mi. Kimseye gelin siz de burada kılın demiyoruz… baktı yapacak pek bir şey yok, o da yanımıza sokuldu. Önümüz asansör arkamız da ufak bir erkekler topluluğu. İlginçtir bir şey demiyorlar. Onlar daha anlayışlı, durumun farkındalar demek ki. Namazı o şekilde kılıp Allah’a dua ediyoruz. Kâbe’de asansör aralığında namaz hatıramız böyle oluyor…

Gül hanımlar Medine’deymiş. Oysa bizden önce yola çıkmışlardı ama Medine görevlisi oldukları için Mekke’ye bizden sonra geleceklermiş. Aradım geldiklerini söyledi ama henüz karşılaşamadık. Bir gün tavaftan sonra revakların olduğu bölüme geçip namaz için kendimize yer ayarlıyoruz. Tabi polislerin kaldırmayacağı bir yer olmalı. Polisler erkek ve kadınları gruplandırıyor. Hacdayız diye çok da iç içe namaz kılmıyoruz. Ama ne zaman vakit sıkıştı yer yok, artık o zaman nerede bir boşluk varsa oraya kıyama duruluyor. Yine böyle bir dinlenme saatindeyiz. Biraz Kur’an okudum. Hatim yapmak istiyorum, daha doğrusu Arafat’ta duasını yapmak istiyorum, burada bitiremediğim hatmimin. Uzun süreli oturmalar dizleri mahvediyor. O zaman da ayağa kalkıp ayakta, Kâbe’ye bakarak bekliyorum namazı. Bir süre sonra o da insanı yoruyor ama yapacak pek de fazla bir şey yok.


Yine böyle ezan bekleme modunda ayakta Kâbe’yi seyrediyorum. Kâbe bütün sevimliliğiyle size kendini arz ediyor sanki. Bazen güler yüzünü bazen de kırgınlığını hissediyorum. Hemen Allah’ın rahmet ve merhametine sığınıyorum. Uzun Kâbe seyretme seanslarım oluyor yani. Yine böyle ayakta ezanı beklerken o da okunmaya başladı. Artık her yer doldu ve hatta bayağı da sıkışıklık oldu. Ben hâlâ ayaktayım, daha doğrusu diğerleri de kalkıyor artık. Arkamı, önümü kontrol ediyordum ki, arkadaki sütunda tanıdık bir yüz. Gül hanım sütunun dibinde yanındakinden yer istiyor. İkimiz de hayretler içindeyiz. Telefonlarla haberleşmelerden sonra ilk defa karşı karşıya geliyoruz. Hemen sarılmalar, hasret gidermeler ama buna vakitte yok hani. Ezan bitmeden yanımızda yer açıp namaza yöneliyoruz. Burada insan hiç beklemediği zamanlarda tanıdıklarıyla karşılaşıyor. En büyük sürprizlerden birisi de bu oluyor. Her ne kadar cep telefonları çıksa da en güzel ayarlama bu şekilde olanı çünkü. Hayretsiz karşılaşma olur mu. Sanki cep telefonları bunu yok etti. Zaten o karşılaşma değil, buluşmayı ancak sağlıyor. Neyse onlar da önemli, bazen çok işe yarıyor…

Bayrama birkaç gün kaldı. Artık servisler kalkıyor. Bu ne demek, Kâbe’ye yürüyerek gideceksiniz demek. Bu uygulama hacıları olumsuz etkiliyor. Kâbe’ye gidip gelmeler azalıyor. Mesfele Kâbe’ye bayağı uzak. Yürünmeyecek gibi değil, ama hem yürüme hem tavaf herkesin kaldırabileceği bir iş değil. Biz de bu durumu nasıl iyileştiririz diye kara kara düşünüyoruz. Tabi bu uygulamalar bizim Kâbe’ye gitmemizi engelleyemez ama bakalım ne yapacağız. Aşağıya indik Kâbe’ye doğru yola koyulmuştuk ki, Endenozyalı bir grup bir pikabı çevirmiş, hanımlar beyler arkaya biniyorlar. Hemen biz de atladık. Kişi başı iki riyal. Ve Kâbe’nin oldukça yakınında indirdi. Zaten ilerisini kapatmışlar, polis izin vermiyor. Hemen Kâbe’ye yollandık. Bu bize işaret oldu. Bundan sonra arkadaşlarla biz de bir pikap tutuyorduk arkaya biniyor ve rüzgârı da yanımıza alarak Kâbe yolunu kısaltıyorduk. Bunu duyan arkadaşlar da bize katıldı ve büyük gruplar olarak bu şekilde Kâbe’ye gittik. Yine bir gün bu şekilde Kâbe’ye doğru yol alıyorduk ki, trafikte arkamızdaki arabadan seslendiler; yanınızda erkek olmadan böyle arabalara binmeyin. Biz erkek olmadan Mekke’ye gelmişiz, arabaya binmeyip Kâbe’den de mi olalım. Besmele çekip işe revan olmak, Allah’ın hıfzına dahil olmak için yetiyor.

Yine bir gün öğleye yakın tek başıma tavaf ediyorum. Daha doğrusu bu ikinci tavafım. Arkadaşlar cesaret edemediler, bir tane yaptık oturalım dediler. Ama ezana çok var, otur otur bu saatler geçmez ki. Ben bir tavaf daha yapacağım diyorum. Tek başıma yapmamdan hoşlanmıyorlar ama dahil de olmuyorlar, ben de tavafa giriyorum. Ortalık sakin sayılır. Ben kendi âlemimde, herkes de kendiyle meşgulken bir Hintli çift beliriyor. Erkek bastonlu önde, kadın da arkada. Bildik görüntü bir farkla ki, herkes kendi âleminde. Bir deri bir kemik ve oldukça yaşlı bir çift. Kadın da aynı kocası gibi, hem zayıf hem yaşlı. İlginçtir gözleri açık kapalı arası, daha çok kapalı sanki. Tamamen zamandan kopmuşlar gibi. Hangi âlemde nerede olduklarını merak ettim, ama bunu bilmek mümkün değil tabi. Bu Allah’ın onlara verdiği nimetlerden. Ne yaşları, ne bedenleri onları tavaf yapmaktan, hacdan alıkoymuş. Bütün engellere direnerek burada olmanın hâlini yaşıyorlar. Hem sevinçli hem hüzünlü. Vuslat gerçekleşti şükür, tabi sorumluluk arttı, yardım et Ya Rabbi misali…

Zaman hükmünü yitirdi geçmiş gelecek birbirine karıştı. İnsanlar olarak akışa devam ediyoruz. Öylece iki şavt yaptık. Onların tavafı bitmiş, çıkmalı ve namaz kılmalılar. Hacer’ül-Esvedi bayağı geçtik. Bizim çıkmamız lazım dediler. Onlara veda edip tavafa devam ettim. O gün o vakitte yanımda olan çift de önemli bir mesajdı. Burası Kâbe. Sadece Allah ve kulu var huzurda, diğer bütün farklılıklar silinmiş, herkes tek bir istekte duada. Burası Kâbe, her anı iyi anlamak ve değerlendirmek vakti yani…

Yine yalnız tavaf yaptığım bir zamandı. Aslında yalnız tavaf yapmayı ta İstanbul’dayken aklıma koymuştum. Çok olmamakla birlikte sanırım 2. kere yalnız tavaf yapma imkanım oldu. Genelde yalnız tavaftan ürkülüyor ama esas tavaf o şekilde oluyor. Gerçi birlikteyken de güzel, ama yalnız olanını da illa deneyin derim. yine böyle bir tavafta birden ismimle hitap edildiğini duydum. Allah Allah bu bir şaka mı tavafın ortasında, yanımda tanıdık kimse yokken kim beni ismimle çağırabilir, yanlış duydum deyip sese itibar etmedim, ama bir hanım yanıma yaklaştı; siz Nevin Meriç değil misiniz dedi. Naçar bundan kaçış yok. Şaşkınlık ve merak karışımı bir hâlet-i ruhiye ile evet buyrun dedim. Kadıncağızı tanımıyorum çünkü. Siz İstanbul Müftülüğünde fetva veriyorsunuz. Ramazandan beri size ulaşmaya çalışıyorum bir türlü olmadı. Telefonlarınız hep meşgul. Gerçi burası da pek uygun değil siz de dua ediyorsunuz rahatsız etmek istemem, ama sizi bulmuşken sorumu da sormak istiyorum. Ne kadar müthiş değil mi? Tavafta mesai yani. İnsan bir çok yaşananı anlayabilir ama bu mümkün değildi, gibi geldi bana, ama bakın işte bu da oldu. İstanbul Fatih’te oturan kadıncağız, dibindeki Süleymaniye’ye gelemiyor ve sorusunu soramıyor, ama hacca geliyor ve tavafta kendisine bu imkan sunuluyor. Benim açımdan ise işin tatili, ibadeti olmuyor, sizi her an bulabilir zamanlar ve mekanlar üstü durumlar da bile. Rabbe karşı hayret, kula karşı şaşkın bir gülümsemeyle buyrun tabi dedik. Mekke de bir de tavafta mesai yaptım, bu da bana tavaf hatırası oldu...

Mekke insan hayatında önemli izler bırakan bir şehir. Her yönüyle farklı. Fizikî yapısı itibariyle ülkemiz yörelerine benzemiyor. Şehrin her tarafı kayalık neredeyse. En düzlük yerine Kâbe yapılmış. Yoldan giderken önünüze kayalık bir setin çıkması hiç de olmayacak bir şey değil. Hatta yön tayini için etrafa baktığınızda göz hizanızdaki apartmanların, otellerin arasında sivri bir kaya parçası kendini aşikâr ediyor. O anlamda burası, insan yerleşimi bu kadar zor ve sıkıntılı şehrin zamanlar üstü anlam ve eylem öznelliğine sahip.

Mekke, içinde Kâbe’yi barındırarak insanlığa hizmet eden şehir.
Mekke, Peygamber’in doğduğu şehir.
Mekke, Peygamber’le âlemin gözbebeği olan şehir.
Mekke, Peygamber’in veda etmek zorunda kaldığı şehir.
Mekke, aşk ve muhabbetin doruklarında, yalçın dağlara inat dimdik ayakta dururken, ayrılığın özlem ve hüzne dair iştiyakıyla gönülleri yakıp geçen şehir.
Mekke’de zaman ve mekan bir başka koordinatta. Ve tabi insan da… hep hareket hâlinde…

“Mekke, aşk ve muhabbetin doruklarında, yalçın dağlara inat dimdik ayakta dururken, ayrılığın özlem ve hüzne dair iştiyakıyla gönülleri yakıp geçen şehir.”