Makale

Zamanlar, Mekanlar, Dualar

Zamanlar, Mekânlar, Dualar
Dr. Mehmet Bulut
DİB/Uzman

“Deryalarda mâhî ile, sahralarda ahu ile,
Derviş olup "yâ Hû" ile çağırayım Mevlâm seni...”
(Yunus Emre)
Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce kendimi sorgulama ihtiyacı duydum: Başlı başına bir ibadet olan dua için ne kadar zaman ayırıyorum? Başka bir ifadeyle; ibadetin özü olan duaya tahsis ettiğim özel zamanlarım bulunuyor mu? Rahman ve Rahim olan Rabbimin bağışlamasını talep etmek üzere söyleyip çağırdığım sözlerimin albenisi nedir? Yani tazarrumu ifadede kullandığım sözler Yüce Yaratıcı’nın inayetini celbedecek nitelikte mi? Daha da önemlisi; dua esnasındaki hâleti rûhiyem nasıl, yalvarışlarım ne kadar derûnî/içten ve samimi? “Kabûle yakın” olması açısından dua için özellikli zaman ve mekânları ne kadar gözetip değerlendiriyorum? Ya, dualarımın kabulü için vesile ittihaz edebileceğim; hani, “Rabbim, şu hizmetim, şu şu iyiliğim hürmetine...” diyebileceğim kendime özgü “salih” ameller?

Üzülerek ifade edeyim ki, bu soruların cevabında çok zayıf kaldığımı gördüm. Şöyle ki: Bir defa dua için kendime özel zaman ayırma bir yana, namaz sonrası tesbih ve dualarımın bile çok kifâyetsiz olduğunu fark ettim. Meselâ şöyle; namazları bitirmişim, tesbih sözlerini kâh söylemişim, kâh söylememişim. Sonra ellerimi semaya kaldırıp belli belirsiz sözlerle Rabbimden bir şeyler dilemişim. Ve -hani, görülecek çok önemli işlerimiz var ya- çarçabuk kalkıp meşgalelerime dönmüşüm. Böyle olunca dua için gerekli manevî havayı oluşturamadığım; Allah’ın rahmetini, af ve mağfiretini çekecek boyutta ısrarlı bir yakarışta bulunamadığım çok açık. Ne büyük gaflet!

İkincisi, namazda ve namaz dışında okuduğum Fatiha -ki en güzel dua sözlerini içermektedir- ve dua niteliğindeki diğer bir kısım sûre ve ayetleri bir kenara ayırırsam, yakarışta kendi lisanımla bir çırpıda sıralayıp söylediğim dua cümlelerinin sayısının da yetersiz olduğunu gördüm. Bunlar, biraz mübalâğa olarak görülebilir; ama, kaldırımın kenarında oturup dilenen insanların sarf ettikleri dua sözleri kadar bile değil. Sonra dikkat ettim, dua cümlelerimi kurarken hiç olmazsa şu yazı için gösterdiğim itina kadar olsun bir gayret sarf etmemişim. Esas önemli olanın kişinin duada ne istediği, istediği şeyin mahiyeti ve isteyenin samimiyet derecesi olduğunu elbette biliyorum. Ancak, Rabbimizden dilerken seçeceğimiz sözcüklerin de O’nun hoşnutluğunu sağlayacak nitelikte olması gerekmez mi? Aşağıda vereceğim örneklerde görüleceği gibi, Kur’an’da ifadesini bulan peygamberlerin dualarındaki üslûp ne kadar çarpıcıdır!...

Duaların kabule daha yakın olduğu özellikli zaman ve mekânların değerlendirmesine gelince; eh, değerlendirmeye çalışmışım. Örneğin; mübarek gün ve gecelerde, hac ve umre esnasında, Beytullah, Arafat, Müzdelife, Mina gibi özellikli mekânlarda ve ayrıca Ravza ziyaretlerimde diğer ibadetlerim yanı sıra olabildiğince dua da etmişim. Yalvarışlarımda çok fazla cümle kuramamış olsam bile Rabbimden dileklerimi önem sırasına göre bir film şeridi gibi kalbimden geçirmişim; mahcup, boynu bükük bir halde... Ancak bunların da yeterli olduğunu söylemem mümkün değil.

Sonra düşündüm, günahlarımın bağışlanmasına, affıma vesile kılacağım “kendime özel” salih amelimi/amellerimi de hatırlayamadım. Yani, darda kaldığımda -moda tabirle- çıkarabileceğim bir kartım yok maalesef. Herhalde en üzücü olanı da bu olsa gerek!

Kısacası, bu konudaki kusurum, ihmalkârlığım açık. Durum böyle olunca, bu vadide söyleyeceğim sözlerin fazla bir kıymetinin olamayacağının farkındayım. Ancak şu var ki, duanın bir ibadet olduğu bilincindeyim. Duanın önem ve gücüne inanıyorum. Önemli bir işe girişeceğimde ya da örneğin bir yolculuğa çıkacağımda anne babamın, hocalarımın ve diğer büyüklerimin dualarının benimle olduğunu hissetmem bana müthiş bir güç, güçlü bir sinerji ve gönül rahatlığı veriyor. Anadolu’nun çoğu insanı gibi benim de yüzlerce kez anne babamla vedalaşmam gerekti. Bu ayrılık anlarında seni etkileyen en önemli durum nedir diye sorsanız, kendisine her veda edişimde dua edip, nahiv ellerini vücudumda gezdiren annemin bu davranışıdır derim. Artık varacağım yere kadar kendimi fevkalâde emniyette hissederim.
Teselli bulduğum bir şey daha var: Samimi/yürekten dua edenleri, tabir uygunsa “ağzı dualı” insanları çok seviyorum. Bu yüzden nine ve dedelerimizin bana en sevimli gelen yönleri, kıpır kıpır dudaklarından dua sözlerinin âdeta inci taneleri gibi peş peşe sıralanışları anındaki simalarıdır.

Ayrıca yürekten, coşkun dualar, birçok insan gibi beni de çok etkiliyor. İlginç; ama söylemeden geçemeyeceğim: Dua etmede ketum ve pür kusur bu satırların yazarı, az biraz iyilikte bulunduğu insanlardan dua beklemede fevkalâde ısrarlı. Hak ettiğimi düşündüğüm duamı muhatabım esirgerse, böyle durumlarda “adam dua etmesini bile bilmiyor” diye söylendiğimi hatırlıyorum.

Evet, gerçek şu ki, Rabbimizle baş başa kalacağımız, hâlimizi O’na arz edeceğimiz özel zamanlarımız olmalı. Bu zaman dilimleri bize aynı zamanda nefis muhasebesi fırsatını da verecektir. Hislerin, duyguların inceldiği zaman ve mekânları gözeterek dua açısından bunları bir fırsat bilip değerlendirmeyi bilmeliyiz. Tazim duyguları içinde gönlümüzü Yaratıcıya açabilmeli, en güzel sözlerle O’na yakarışta bulunmalıyız. Tabir uygunsa şifreyi çözecek anahtar sözcükleri bulmak için var gücümüzle uğraşmalıyız. Yapılan duayı anlamlı kılacak unsurun tam bir kalb-i selimle Yaradan’a yönelmek, bir iç murakabesiyle kalbi Allah’a arz etmek olduğunu unutmamalıyız. Kalbimizde kabarıp taşan ulvî hislerin, gönül coşkusunun bizi semalara doğru âdeta kanatlandıracağı bilincinde olmalıyız.

Allah’ın kudret ve merhametine samimi bir inanç ve gönülden bir bağlılık olmadan söylenilen dua sözleri, şeklî bir dua olmaktan öte geçmeyecektir. Dua adına kelimelerimiz duygu yüklü ve safiyetle dökülebilmişse, sözlerin en güzeli ortaya çıkmış demektir.

Darlıkta ve genişlikte dua ve niyaz ile Rabbimize yönelmemiz, Kur’an-ı Kerim’in üzerinde durduğu bir husustur. Özellikle peygamberlerin diliyle yapılan dualara dikkat çekiyor Yüce Kitabımız.

Hz. Eyyub muztarip olduğu hastalığı karşısında takdire rıza gösterip hâlinden şikâyetçi olmamakla birlikte, içinde bulunduğu durumu sadece birkaç kelime ile Cenab-ı Hakk’a arz etmişti: “Şüphesiz ki ben derde uğradım. Sen ise, merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya, 83)

Hz. Yunus, düştüğü denizde kendisini bir balık yutunca, takdir edileceği gibi son derece ilginç bir kuşatılmışlığın içinde kalmıştı. Cenab-ı Hakk’a karşı kusurlu olduğunu düşündü. Karanlıklar içerisinde ve bütün maddî çarelerin bittiği yerde, “Çaresizlerin Çaresizi”ne yöneldi: “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum!...” (Enbiya, 87)

Kur’an, Hz. Zekeriyya’nın Rabbine yönelişinden ve O’na yakarışından söz ederken onun, “Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın” şeklinde dua ettiğini haber vermektedir. (Enbiya, 89)

Yunus Emre ne güzel dillendirir peygamberlerin bu dualarını:
Deryalarda mâhî ile,
Sahralarda ahu ile,
Derviş olup “Ya Hû” ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Gökyüzünde İsâ ile,
Tur dağında Mûsâ ile,
Elindeki âsâ ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Derdi öküş Eyyûb ile,
Gözü yaşlı Yakûb ile,
Ol Muhammed mahbûb ile,
Çağırayım Mevlâm seni.

Kur’an, insanların yapacağı dualar arasında şunun da olmasını öngörüyor: “...Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve Senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben Sana döndüm. Muhakkak ki, ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkâf, 15)
Bereket umarak sözlerimizi 20. asrın önde gelen müfessirlerimizden M. Hamdi Yazır’ın bir niyazıyla bitirelim:
“İlâhî!
(...)

“Sevdir bize hep sevdiklerini. Yerdir bize hep yerdiklerini. Yâr et bize erdirdiklerini. Sevdin habibini, kâinata sevdirdin: Sevdin de hil’at-i risâleti giydirdin. Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmûd’a erdirdin. Server-i asfiyâ kıldın. Hâtem-i enbiyâ kıldın. Muhammed Mustafâ kıldın. Salât ü selâm, tahiyyât ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun âline, ashâbına ve etbaına Ya Râb!”


“Evet, gerçek şu ki,
Rabbimizlebaş başa kalacağımız,
hâlimizi O’na arz edeceğimiz
özel zamanlarımız olmalı.
Bu zaman dilimleri bize aynı
zamanda nefis muhasebesi
fırsatını da verecektir.”