Makale

Paylaşma Özverisine Rahmet Elçisinin Penceresinden Bakmak

Paylaşma Özverisine Rahmet Elçisinin Penceresinden Bakmak

Dr. Yaşar Yiğit
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
(Stockholm Din Hizmetleri Müşavir V.)

Toplum varlığının sağlıklı ve huzurlu bir şekilde sürdürülebilmesi için toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve bireyler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır. Bir toplumda fakirlerin ve zenginlerin bulunması tabiidir. Ancak tabii olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemeleridir. Niteliği her ne olursa olsun haklara riayet edilmemesi, beraberinde toplumsal yapılanmada huzursuzluk doğuracak maddî ve manevî çatışmaları getirecektir. Bu itibarla zengin ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasının engellenmesi ve söz konusu olabilecek duygusal hatta fiziksel çatışmanın önlenmesi, toplumun buna bağlı olarak da bireyin huzuru için kaçınılmazdır. Bu sebepledir ki Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, söz konusu gerilimin potansiyel varlığı ima edilerek, bunun engellenme ve giderilmesine yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Nitekim ideal/model mümin için kullanılan, “muttaki” statüsündeki kimselerin özellikleri sıralanırken, “Onlar, varlıkta ve yoklukta Allah için infak ederler…” (Âl-i İmran, 134) buyrulması, toplumun muhtaç kesimleriyle paylaşma özverisinin ne derece öneme sahip olduğunu vurgulaması açısından dikkat çekicidir.

Gerçek şu ki, İslâm dini, başlangıçtan itibaren yoksulluk meselesi ile ilgilenmiş, mensuplarına, yoksulların durumlarını iyileştirmek üzere dinî literatürdeki karşılığı her ne olursa olsun kimi mecburî, kimi ihtiyarî bazı sorumluluklar yüklemiştir. Zenginlerin muhtaç akrabaya bakma(nafaka) mecburiyeti, komşu hakkı, kesintisiz hayırlar (sadaka-icâriye vakıflar gibi), zekât, fitre ve kurban, bu ödevlerin başlıcalarıdır.

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim ve gönüllerimizin sevgilisi Peygamberimizin hadislerinde,değişik vesilelerle Müslümanların Allah için infakta bulunmaları, dini bir görev olarak dile getiril-mektedir. “Mallarında (yardım)isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” (Zâriyât, 19) buyurularak, zenginin malında muhtaçların hakkı olduğu belirtilmeksuretiyle, zekât veya zorda kalanmuhtaca yardım sadece zenginin insafına terk edilmemiş,onun bir lütuftan öte yerine getirilmesi gerekli bir görev olduğu vurgulanmıştır. Bir başka ayette de namaz kılan ve namazların da daim olanların eline mal geçip,zengin olunca pintileşen ve cimrilik yapan kimseler olmadıkları belirtilerek, “Onların mallarında,isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir.” (Meâric, 22-25)buyrulmuştur. Bu eksende değerlendirildiğinde, muhtaç bir kimseye yardım etmenin sadece dini bir görev değil, aynı zamanda bir insanlık vazifesi olduğu görülür.

Kur’an-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu ve teşvik ettiği hususlardan biri, Allah’ın verdiği rızkın paylaşılmasıdır. Allah’ın verdiği rızkı muhtaç durumda olanlarla paylaşma, Müslüman’ın en önemli özelliklerinden biridir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin eğitim ve gözetiminde yetişen İslâm’ın ilk kuşağı sahabe,paylaşma ve yardımlaşmanın en güzel örneklerini vermişlerdir. Öyle ki, Kur’an-ı Kerim, onların bu örnek tutumunu övmektedir. Gönül dünyasında herkese yer veren rahmet elçisi, yoksulların geçimiyle bizzat ilgilenir, imkânları nispetinde onların bakımını sağlar, kendisinde yoksa diğer Müslümanları buna teşvik ederdi. Onun hayatına bakıldığında bu tür örneklerle karşılaşmak hiç de zor değildir. Ahlâk numunesi peygamber, insanlara sadece malını değil gönlünü de açmış,onunla birlikte olanın sadece gözü değil gönlü de doymuştur. Daha sonraki kuşaklar da Kur’an ve kutlu elçinin rahmet yüklü sözleri ekseninde şekillenen infak ruhunu, asırlar boyu canlı tutmuşlardır. Bu anlayışın tabii sonucu olarak, İslâm tarihinde toplumsal anlamda pek çok hayır kurumu oluşmuştur. Çok çeşitli alanlarda teşekkül eden yardımlaşma ve paylaşma zeminine oturan vakıflar bunun en güzel örneklerindendir.

Kur’an-ı Kerim ve sünnetteki özendirmelerin yanında, İslâm’ın ilk kuşaklarından sonraki kuşaklara aktarılan paylaşma ve feragat örnekleri ve hatıraları, Müslümanlar arasında paylaşma ruh ve bilincini hep canlı tutmuştur. Bu yaklaşım, Müslümanlar arasında,kardeşini kendine tercih etme anlayışını ortaya koymuştur ki,bundan daha öte bir yardımlaşma ve dayanışma örneği göstermek oldukça zordur. Gün geçtik çe yozlaşan değerler etkisi altındaki çağımız insanının, yardımlaşma ve dayanışma adına gurur abidesi olan bu tablolardan şüphesiz alacağı dersler vardır. Böylesi bir durumda bu tablolara bakan kimse, erdemi, paylaşımı,özveriyi, mala değil, insana verilen değeri görecektir. Öyle ki,Medineli Sahabîler, sırf imanlarından dolayı, her şeylerini bırakarak Mekke’yi terk etmek zorunda kalan Mekkeli kardeşleri ile bütün imkânlarını paylaşmışlar ve bundan dolayı da ‘Ensar’ (yardım edenler) adını almışlardır. Ensar, bu yardımı, çok zengin olduklarından değil Kur’an’ın ifadesiyle, ‘kardeşlerini kendilerine tercih ettikleri’ (Haşr, 9) için ger-çekleştirmişlerdir. Bu anlayışın temeli, mal zenginliğine değil,iman ve gönül zenginliğine, Allah rızasını, mal sevgisine tercih etmeye, dahası sevdanın odağına Allah’ı koymaya dayanır. İs-lâm’ın paylaşma ve dayanışmayaklaşımının özünü bu uygula-mada somut bir biçimde gör-mek mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet-i kerimede paylaşma emredilir. Hatta Yüce Allah, verecek bir şeyi olmayanın muhtaç durumda olana gönül alıcı güzel sözler söylemesini dahi paylaşma bilinci kapsamında değerlendirir. (Bkz. İsra, 28) Paylaşmayı emir ve tavsiye eden âyetler, paylaşma bilinci hususunda bazı ölçütlerde ortaya koymuştur. Verenin Allah olduğunu hatırdan çıkarmama, paylaşmaya akrabalardan başlama, harcarken dengeli olma, saçıp savurmama, yoksullar,fakirler, yolda kalmışlar, özellikle muhtaç olmasına rağmen isteyemeyenlere verme şeklinde özetlenebilecek bu ölçütler, dengeli bir paylaşma bilincini önermektedir. (İsra, 26-30)

Şüphesiz belirli bir ömre sahip insan, çoğu zaman geriye dönüp baktığında sadece ah,keşke gibi sözlerle dile dökülen pişmanlıkları görür. Kur’an-ı Ke-rim bu hususu şöyle dile getirmektedir: “Herhangi birinize ölüm gelip de, ‘Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.” (Münâfikûn, 10) Oysa bu sürecin sonlu olduğu bilinciyle her demini değerlendirmeye çalışan kimse, paylaşma bilinciyle infak sorumluluğunu yerine getirir.

Her konuda bizlerin en güzel örneği peygamberimiz, infak ve paylaşma konusunda da hem sözleriyle, hem uygulamalarıyla bizlere örnek teşkil etmektedir.İnfak ve paylaşıma bir de onun rahmet dolu penceresinden bakalım;

“Yarım hurma vermek suretiyle de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.” (Buhârî, Edeb,34, Zekât, 10)

“Ey Âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için iyi; vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek ka-darını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla…” (Müslim, Zekât, 97)

“Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez – Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür. “ (Buhârî, Zekât, 8; Tevhîd, 23; Müslim, Zekât, 63, 64)

“Her Allah’ın günü iki melek iner. Bunlardan biri; Allah’ım! Malını verene yenisini ver! diyedua eder. Diğeri de; Allah’ım! Cimrilik edenin malını yok et! Di-ye beddua eder.” (Buhârî, Zekât 27;Müslim, Zekât, 57)

“Cimri ile cömerdin durumu,göğüsleri ile köprücük kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka verdikçe, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde zırhın halkaları birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da başaramaz. “ (Buhârî, Zekât, 28; Müslim, Zekât, 76–77)

Bu ve benzeri pek çok hadisi ile Peygamber (s.a.s.), müminleri sahip oldukları mallardan Allah yolunda infaka, başka bir deyişle harcamaya teşvik etmiştir. O (s.a.s.), bu konuda sadece sözleriyle değil, aynı zamanda her hususta olduğu gibi hayat tarzıyla da müminlere örnek olmuştur.Allah’ın peygamberi, hiçbir zaman mal biriktirme sevdasıyla yaşamamış, ömrünü bu yolda tüketmemiştir. Onun evinde bazen açlığını giderecek derecede herhangi bir yiyeceğin dahi bulunmadığı, açlık sebebiyle zaman zaman uyuyamadığı nakledilmektedir. (Bkz. Buhâri, Et’ıme, 23,Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 22, 28; Kan-dehlevi, Hayâtü’s-Sahabe, II, 732 vd)