Makale

Pozitivist Din Anlayışının Çıkmazları

Pozitivist
Din Anlayışının Çıkmazları

Doç. Dr. Adnan Aslan
İSAM

Geleneksel dünyalarda din, bilgiyi, bilimi, sanatı, insan ilişkilerini, günlük yaşayışı belirlerdi. Bu zamanlarda dinin insan için zarureti, suyun balığın yaşamındaki zarureti gibiydi. Batı’da aydınlanma düşüncesiyle birlikte, dinden bağımsız bilim, düşünce ve kültür geliştirildi. Dolayısıyla, dinin bilgi ve kültür üretmedeki inisiyatifi bertaraf edildi. Yeni pozitif bilimler ve yeni sanat formları oluştu. Zamanla din özellikle Batı’da kültürü şekillendirme inisiyatifini kaybetti. Toplumda kendine varlık veren yeni müesseseler geliştiremedi. Onun yerine modernite kendi varlığını kalıcı kılacak müesseseler geliştirdi. Bu müesseseler özü itibarıyla aydınlanma felsefesinin ürünüdür. Dolayısıyla din bu müesseselerin oluşumunda aktif ve inşaî bir rol oynayamamıştır.

Modern düşünce ve zihniyet, bilim-bilgi anlayışıyla, kültürüyle, sanatıyla ve müesseseleriyle toplumları tahmin edilemez bir tarzda değiştirip dönüştürürken, dine de sistem içinde bir unsur olarak yer verdi. Din böylelikle modernitenin bir alt sistemi hâline gelmiş oldu. Din kendisine tayin edilmiş yeri ve konumuna göre toplumda aktif rol oynamakta fakat eskisi gibi kültüre ve topluma kılavuzluk edememektedir.
Modernite-pozitivizm ilişkisi

Modernite, geleneksel toplumda dinin yaptığını modern toplumda yapabilen onlarca alt sistemler üretmiştir. Bunlar modern insanın dünya görüşünü ve davranış tarzını belirlemede dinin yerine kaim olmaya başladılar. Pozitivizm de modernitenin bir alt sistemidir. Bu itibarla pozitivizmin din anlayışı, keyfiyet itibarıyla modernitenin de din anlayışı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bizim pozitivizm eleştirimiz aynı zamanda ve daha geniş ölçekte, modernite eleştirisi olmak durumundadır.
Pozitivizmin din anlayışı
Pozitivizmin fikir babası olan Aguste Compte’un (1798-1857) tarih anlayışı aslında din anlayışının özünü oluşturmaktadır. Ona göre insanlık tarihinin üç evresi vardır. Birincisi, insanlığın gerçekliği, hurafe ve önyargılarla izah ettiği teolojik evredir. İkincisi, insanlığın gerçekliği anlamaya gayret ettiği, makul olarak yorumlamaya çalıştığı fakat tasavvurlarını hakikatle karşılayamadığı metafizik evredir. Üçüncüsü ise; dogmatik varsayımların gerçek bilgilerle yer değiştirdiği pozitif evredir. Bu pozitif evrede gerçekliği tayin eden matematikten sosyolojiye, bilimdir. Compte, kendi özel din anlayışını Peyami Erman tarafından Türkçe’ye de çevrilen “Pozitivizm İlmihali” kitabında genişçe ortaya koymaktadır. Bu dinin adı insanlık dinidir. İnsanlık yegâne gerçektir ve Compte onu Tanrı yerine kaim etmeye çalışmaktadır. Bu insanlık dininin ilkesi aşk, temeli düzen ve amacı ilerlemedir. Her dinde olduğu gibi bu insanlık dininde de dogma, ibadet ve yönetim esastır, fakat bu din felsefe, politika ve şiirden beslenecektir. Bu dinin Tanrı’sı insanlık, melekleri kadınlar ve ibadeti ise Büyük-Varlık’a, insanlığa tapınmadır. Dua ise sevmek, düşünmek ve faaliyette bulunmaktır. Şiir ve ilim dogmanın, sanat ise ibadetin ruhunu temsil eder. İnsanlık dininde ibadet ve dua üç vakitte yapılır. Birincisi, uyanınca herhangi bir iş yapmadan önce, sonuncusu uyumadan evvel. Diğeri ise ikisi arasında, uygun bir vakitte kişinin ruh durumuna göre kendi tercihiyle belirlenir. Hatta Compte bu dinin papazlık teşkilâtını en ince detaylarına kadar plânlamış ve nasıl yayılacağı hususunda da kendince bir proje geliştirmiştir.
Pozitivizmin mirası

O zamandan bu zamana geçen son iki yüz yıllık tarih, Compte’un sadece insanlık tarihi ile ilgili öngörülerinin değil, aynı zamanda pozitif dininin de bir hayal olduğunu ispatladı. Hristiyanlığın yerine ikame etmeye çalıştığı insanlık dini, Hıristiyanlığı etkilemesi bir tarafa, tarihte herhangi ciddi bir iz bile bırakmadan kaybolup gitti. Şimdi insanlar, Compte’un fantezilerini, bir zamanların düşünce tarihi aşırılıkları olarak görmekteler. Compte’un fikirleri, bizce vahiyden dolayısıyla gelenekten bağımsız aklın, insanı hangi diyarlara götürebileceğinin en güzel misalini teşkil etmektedir. Compte’un insanlık dini tarihte yer edinemedi. Fakat pozitivizmin ilkesi ilerlemecilik ve insanın tarihi tayinde yegâne güç olduğu fikri yer edindi, sadece Avrupa’yı değil, bütün dünyayı etkiledi.

Pozitivizm sadece Hristiyanlığa ve Batı toplumlarına değil aynı zamanda, İslâm’a ve bütün bir insanlığa ilerlemecilik fikrini miras bıraktı. Bugün diyelim ki; bilim ve teknoloji ilerlemekte, ülkeler ilerlemekte ve insanlık ilerlemektedir. Peki aynı ilerleme ve tekâmülü insanlığın ahlâkî ve manevî boyutunda da olduğunu iddia edilebilir miyiz?
Pozitivist din anlayışının çıkmazları

Batı ilerlemecilik fikrini pozitivizmden miras almakla birlikte, pozitivist din anlayışını hızla terk etti. Bugün Batı’da din özellikle, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâmiyet gibi müesses dinler, birer inanç ve ahlâk kaynağı olarak kabul edilmektedir. Batı, pozitivizmin temel tezi olan “din, insanlığın büyük bir yanılgısı” fikrinden tamamen vazgeçmiş ve onu daha yakından tanımak için birçok ilmî disiplin geliştirmiştir. Batı üniversitelerinin çoğunda, Hristiyanlık merkezli eğitim yapan ilahiyat fakültelerinin yanına, Yahudilik, İslâm, Hinduizm ve Budizm gibi diğer dünya dinlerini araştırmayı konu edinen Dinî Tetkikler (Religious Studies) Bölümleri bulunmaktadır. Batı üniversiteleri doğrudan Hristiyanlığı ve dinleri araştıran ilmî disiplinlere ilâveten, dinin sosyal, felsefî, ferdî ve tarihsel özelliklerini incelemek için Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Dinler Tarihi ve Din Felsefesi gibi araştırma ve inceleme sahaları da geliştirmiştir. Bütün bu disiplinler, dini daha iyi anlamak ve onun fert, toplum ve devlet için önemini takdir edebilmek içindir.

Batı düşüncesi bununla yetinmedi. Bu konuda daha ciddi ilerlemeler kaydetti. Dini sadece bir hurafe ya da vicdanla sınırlı bir inanç sistemi olarak gören eski pozitivist dogmaları tamamen terk etmekle kalmadı, aynı zamanda Hristiyanî noktayı nazardan diğer dinleri değerlendirme ve kategorize etmenin yanlış olduğunu da kabul etti. Bu sebeple bir olgu olarak dini ve diğer dinleri araştırmada yeni yaklaşımlar geliştirmeye çalıştı. Bu yaklaşımları, fenomonolojik, sempati ve empati yaklaşımları olarak özetlemek mümkündür. Fenomonolojik yaklaşım dini bir olgu olarak ve mümkün olduğu kadar “olduğu gibi” anlamaya ve anlatmaya çalışmaktır. Sempati yaklaşımı ise dini anlamak için dinle mümkün olduğunca hissi bir yakınlık kurmayı gaye edinir. Bugün Batı’nın diğer dinleri anlama noktasında geldiği son nokta empati yaklaşımıdır. Bu ise, dini anlama ve değerlendirme konumunda olan kimsenin, kendini o dinin mensubu yerine koyarak o dini anlamaya çalışmasıdır. Bu metodun önemli temsilcilerinden biri olan Wilfred Cantwell Smith, “Diğer din mensuplarının kabul etmediği hiçbir ifadeyi, onun inancı hakkında söylememeliyiz” demektedir. İslâm hakkında da önemli çalışmaları olan Wilfred Cantwell Smith, “Kendimi ancak bir Müslüman yerine koyup, onun gibi hissettiğim zaman Kur’an’ı anlamam mümkün olmaktadır” demektedir.

Bu konunun daha geniş anlatımlara ihtiyaç duyduğu izahtan varestedir. Ancak Dergi’nin sayfa sınırlarını gözönünde bulundurmak durumunda olduğum için son söz yerine şunu söyleyebilirim: Dini sadece hurafe ve batıl inançların kaynağı, ya da insanın vicdanıyla sınırlı bir inanç olarak gören 19. yüzyıl Avrupa’sı anlayışının hâlâ yaşadığını görmek gerçekten üzücüdür.