Makale

“Ney”in sırrı neydi?

“Ney”in sırrı neydi?

Vedat Ali Tok

Rivayet edildiğine göre; Hz. Muhammed (s.a.s.) ilahî aşk sırrını Hz. Ali’ye söyler. Sır saklamak güçtür. Hz. Ali dayanamaz; gider, çölde kör bir kuyuya anlatır bu sırrı. Kör kuyu da sırrını muhafaza edemez; coşar, taşar. Etraf su ile kaplanır. Burada sazlar biter. Bir çoban sazlıktan bir kamış keser. Delikler açar, içini temizler ve üfler. Çıkan ses fevkalade coşkuludur; çünkü ilahî sırrı anlatır.
Bu sesi duyabilenlerden gönüller sultanı Mevlana Celaleddin der ki:
Bişnev in ney çün hikâyet mi koned
Ez cüdâyihâ şikâyet mi koned
(Ney’i dinle ki bir hikâye anlatıyor; ayrılıklardan şikâyet ediyor.)
Ney, kamışlıktan koparılmış ve uzak bir diyara götürülmüştür. Dolayısıyla gurbete düşmüştür. Şikâyeti de bundandır. Mevlana’nın “Mesnevi”sini Türkçeleştiren Nahifi’den dinleyelim durumun devamını:
Der kamışlıkdan kopardılar beni
Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni

Her kim aslından ola dûr ü cüdâ
Rûzgâr-ı vaslı eyler muktedâ
(Beni kamışlıktan kopardılar; feryatlarım erkek ve kadın herkesi ağlattı... Her kim aslından ayrı ve uzak düşerse hep vuslat zamanının izinde olur.)
Mutasavvıf der ki: Allah, önce ruhları yarattı. Bunların bulunduğu yeri biz bilemeyiz; çünkü orası gayp âlemidir. Bezm-i Elest’tir. Sonra ona kendi ruhundan üfledi ve dünyaya gönderdi. Ruh burada bir beden buldu. Yani neyin sazlıktan kopuşu gibi, insan da vatanından ayrılıp gurbete düştü.
Eşrefoğlu der ki:
Andan kaynadım taştım
Geldim gurbete düştüm
Nice göz yaşı saçtım
Bu yaşımdan ilerü
Ruh, gurbette huzursuzdur. Vatanını özler. Fakat nefsi, benliği onu dünyaya bağlamaya çalışır.
Yazarın notu: İnsan iki mıknatıs arasındadır.
Nur suresi 35. ayet: Allah dilediğini nura kavuşturur.
Yazarın sorusu: Nura giden yol nereden geçer?
Yunus’un cevabı: Şeriat, tarikat yoldur varana.
Fuzuli der ki: “Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayri”
(Gam meclisinin ney’iyim. Ey ah! Ateşlerle dağlanmış kuru cismimde havadan başka ne bulursan yele ver; mahvet.)
Yazarın sessiz düşünceleri: Ney ile kâmil insan arasında macera ortaklığı vardır. Çünkü ikisi de yanar. O saz parçası ney hâline gelene kadar çeşitli evrelerden geçer. Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” demesi de herhalde bundandır. Neyin kemale ermesi, Hakk’ı zikretmesi için kızgın demir parçasıyla içi dağlanır; içindeki pütürler ütülenir, tertemiz edilir. Sonra ses çıkarması için delikler açılır vücudunda. Sonra üflenir neye ve ney ötelerden haber verir duyabilenlere… Kâmil insan da öyle değil mi? İçini benlikten, maddiyattan, süsten püsten… kısacası masivadan arındırır; sonra söylediği her şey Hak ve hakikat olur. Fuzuli bize Allah’ın insana ruhundan üflediğini; dolayısıyla içindeki havanın “aşk” olduğunu ifade etmek istiyor olmalı. Cisminde aşktan gayri ne varsa onun yok olmasını dile getiriyor. Demek ki dünyada yanmayınca, çile ateşinde kavrulmayınca kemale ermek güç. Ney gibi ateşlere dağlanmalı ki benlik ve bencillik yok olsun. Hani pervane de yanmayınca huzuru bulamaz ya…
Hacı Bayram Veli der ki:
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm
Hz. Muhammed der ki:
“Nefsini bilen Rabbini bilir”
Yunus: “İlim kendin bilmektir.”
Hacı Bayram Veli yine der ki:
Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Yazarın notu: Demek ki cisim, “can” demek değildir. Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içerü” demesi de bundandır. O:
“Canlar canını buldum
Bu canum yağma olsun” diyerek keşfini gerçekleştirmiştir. Ama “Canlar Can”ı nasıl bulunurdu?
Elbette aşk ile. Fuzuli bu konuyla ilgili şöyle söylemişti:
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak
Ama nasıl bir aşk? Nasıl ulaşılır bu aşka?
Taşlıcalı Yahya Bey’in bir düşüncesi vardı:
Kâşki sevdüğümi sevse kamu ehl-i cihân
Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa
(Keşke sevdiğimi herkes sevseydi de, hepimiz, yalnız onu konuşsak, ondan söz etseydik.)
Aslında âşık kendisine rakip istemez; ama söz konusu sevgili Vedud olursa, yani sevginin ve aşkın asıl kaynağı olursa bu sevgiyi başkalarıyla paylaşabilir.
… Ve aşkın ayak sesleri:
Şeyh Galib’den dinlemeli aşkın ayak seslerini:
Sûr mu mâtem mi bilinmez yakîn
Nây u kudûm ile gelir âh âh
Nûr-ı mücessem midir âteş midir
Yakışını söylesem âh âh
Âh mine’l ışkı ve hâlâtihî
Ahraka kalbî bi harârâtihî
(Ah ah! Neyle, kudümle gelir; düğün müdür, yas mıdır, gerçekten bilinmez… Cisim şekline girmiş nur mudur, ateş mi? Hele yakışını hiç anlatamam; ah, ah!... Ah aşktan, aşkın hâllerinden; gönlümü hararetiyle yaktı yandırdı.)
Yazarın bir merakı: Acaba ateş mi terbiye eder, ateş mi yüceltir insanı? Ya cehennemde ateş olmasının sırrı ne ki? Dünyada yanmasını bilmeyenler için belki de… Öyleyse “Od ile korkutma bizi vâiz.”
Ney ve insan ne kadar benziyor birbirine. Herhalde bu yüzden Mevlana, “Mesnevi”sine uzun bir ney macerasını anlatmakla başlamış. Mistik şair Fuzuli fırsat düştükçe neyi müşahhaslaştırmış; insanın hayat çizgisiyle ney arasında benzerliklere işaret etmiş. Birinde de şöyle demişti:
Ney kimi her dem ki bezm-i vaslını yâd eylerem
Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem
(Ney gibi senin kavuşma meclisini ne zaman yâd etsem kuru cismimde nefes var oldukça feryat eyliyorum.)
Neyin, neyistanı anıp inlemesi gibi, insan da hayatta olduğu müddetçe hep Bezm-i Elest’i yâd edip hasretle inleyecektir. Hâl böyle olunca âşık için ölüm “vuslat” olmaz mı Sevgiliye… Çünkü aslında dünyada “ben” diyen kişi cahillik etmektedir. Varlık geçicidir. Aynadaki görüntü gibidir. Asıl sahibi istediği zaman da kavga gürültü etmenin bir anlamı yoktur. Yani canı Canan dileyince vermemek olmaz, Fuzuli’nin dediği gibi:
Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil
Ne nizâ eyleyelim ol ne senindir ne benim
Mademki geçici bir süre “İki kapılı bir handa” konaklıyoruz. Öyleyse benlik ve bencillik dâvâsı gütmenin bir anlamı yoktur. Toplumsal kavgalara sebep olacak her türlü rekabetten kurtulmalı ve kendimizle mücadeleye girişmeli tez elden. Bizden gayrilere de yâr olmalı; bâr (yük) olmamalı. Güzel insan olmanın da temeli bu değil mi?