Makale

Hak ihlali kıskacında kaybolan değerlerimiz

Hak ihlali kıskacında kaybolan değerlerimiz

Doç. Dr. Asım Yapıcı
Çukurova Üniv. İlahiyat Fak.

Günümüzde maddi ve manevi kültür arasında ortaya çıkan mesafe (kültürel boşluk), kültürel yabancılaşma (anomi), yabancı unsurların yerel kültürü sindirmesi denilen kültürel asimilasyon ile birlikte sıklıkla değerlerin erozyona uğradığından bahsedilmektedir.
Değerlerin erozyonu üç şekilde gerçekleşmektedir: Birincisi değerlerin değersizleş(tiril)mesi, yani önemini yitirmesidir. Modernleşme süreciyle başlayan küreselleşme süreciyle devam eden bu durum özellikle sosyokültürel ve dinî değerlerin modern dünyada işlevsel olmadığı düşüncesinden beslenmektedir. İkincisi, milli ve dini kimlik açısından önemli kabul edilen değerlerin çok çeşitli sebeplerle ihmal edilmesi, neticede değerlerin bireyin düşünce ve davranışlarını yönlendiren temel ölçüt olmaktan çıkmasıdır. Üçüncüsü ise değerlerin istismarı, yani değerler üzerinden menfaat sağlamaya çalışmaktır.
Adına ister değer yitimi, ister değer ihmali, isterse değer istismarı diyelim, her üç durum da, bireysel ve toplumsal hayatta telafisi güç sorunlara yol açmaktadır. Çünkü değerler kalbi besleyen damarlar gibidir. Nasıl damarlarda bir tıkanıklık olunca kalp krizi ortaya çıkarsa değerlerde bir sorun olunca da kültür ve kimlik krizi yaşanır.
Dinî, ahlaki ve sosyokültürel değerlerin nasıl değersizleşmeye başladığını anlayabilmek için Müslüman toplumların modernleşme sürecindeki tavırlarını dikkate almak gerekir. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti başta olmak üzere İslam dünyasında özellikle 17. yüzyıldan itibaren etkisi iyice hissedilen modernleşme süreci “Batı’dan hareketle ve Batı’ya doğru” bir seyir izlemiştir. İslam dünyasının geri kalmışlığı; “Acaba İslam ve onun beraberinde getirdiği değerlerden mi kaynaklanmaktadır?” sorusunu beraberinde getirmiştir.
Günümüzde küreselleşme ile birlikte özellikle yerel değerler hayati bir kriz yaşamaktadır. Kitle iletişim araçları ve ulaşım vasıtaları ile her geçen gün biraz daha küçülen ve küresel bir köye dönüşen dünyada hâkim kültürün dayattığı değerler -dünyanın her tarafına ulaşıyor olmasından dolayı- evrensel olarak algılanmaktadır. Hızlı yaşamak ve hayatın tadını almak gençlerde isyankâr bir tutkuya, yaşlılarda ise; “Eyvah hayatı ıskaladık.” şeklinde ifadesini bulan karamsar bir umutsuzluğa yol açmaktadır. Çünkü hayata anlam veren sosyokültürel, ahlaki ve dinî unsurlar önemsenmemektedir. Geleneksellik modernliğin, din aklın ve bilimin, evlilik, cinselliğin, helal kazanç zenginliğin, kısaca Doğulu kalmak Batılı olmanın düşmanı ilan edilmiştir. Anlam arayışının manevi yönü göz ardı edilmeye başlanmış, gelip geçici anlamların, günübirlik arzu ve tutkuların peşinde sürüklenir hâle gelinmiştir. Sahip olmaya dayalı tüketim kültürü özendirilmektedir. “Tükettiğiniz kadar değerlisiniz.” anlayışı dayatılmaktadır. İşte bu noktada İslam kültürünün temel değerlerinden olan israftan uzak durmak, kanaatkârlık, sabır ve şükür gibi değerlerin buharlaştığını görüyoruz.
Zekât, sadaka, fitre, infak ve karz-ı hasen gibi kavramlarla ön plana çıkarılan yardımlaşma bir yandan gittikçe önemini yitiren, diğer yandan açıkça istismar edilen değerlerdir. Artık insanlar birbirine “güzelce borç” vermemekte, herkesin kendi başının çaresine bakması istenmektedir. Kapitalizmin acımasız yüzü ve bencillik “bana neciliği” beraberinde getirmektedir. Tüketimde israf çılgınlığı yaşanırken yardımlaşmada cimrilik yaşam biçimi hâline gelmektedir. Diğer taraftan tarih boyunca ve günümüzde en çok sömürülen tarafımız da yardımseverlik duygularımızdır. İnsanımız “Allah rızası için…” denildiği zaman gücünün yettiği kadar yardım yapmaktadır. Daha sonra yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığı sorusu hem iyi niyetin hem de olumlu duyguların bozulmasına sebep olmaktadır. Buna bir de sadaka ve zekâtı küçümseme tavırları eklenince yardımseverlik duygusundan yavaş yavaş uzaklaşıldığı görülmektedir.
Aile bir milleti ayakta tutan en önemli kurumlardan birisidir. Toplumun yapı taşıdır. Bununla birlikte günümüzde evlenmek erkeğin ya da kadının kahrını çekmek olarak algılanmaya, evlilik oranları düşmeye, evlenme yaşı da her geçen gün yükselmeye başlamıştır. Bu arada evlilikleri devam ettirme çabalarının azaldığı, çok çabuk bir şekilde boşanma kararının verildiği görülmektedir.
Yaşadığımız çağda en çok istismar edilen hususlardan birisi de kadın konusudur. Bir çok yönden istismar edilmesinin yanı sıra kadının dövülmesi ise maalesef hem tarihin her döneminde hem de bugün oldukça yaygın olan bir istismardır. Öte yandan İslam’da nikâhsız birliktelik ve patolojik cinsel eğilimler açıkça reddedilip yasaklandığı hâlde, bugün bunlar “bireysel tercih” kapsamında algılanır olmuştur. Aslında aileyi yıpratan ve onu yapısal bir krizin eşiğine getiren hususların başında da söz konusu bu iki durum gelmektedir.
Yaşlılara saygı göstermek, anne-babaya öf bile dememek İslam’ın önemsediği değerlerdendir. Ancak sadece yaşlılara değil, kim ve ne olursa olsun Yaratandan hareketle yaratılanı hoş görmek, İslam kültürünün en belirgin özelliklerindendir. Ancak unutmamak gerekir ki, dünya barışının sağlanması için öncelikle kültürel barışın gerçekleşmesi gerekir. İşte bu noktada barış ve sevgi dolu bir sosyal yapının kurulmasını öngören “Müminler kardeştir.” değeri karşımıza çıkar. Buna rağmen “sen-ben kavgası” ile kardeşlik duyguları ağır bir darbe almakta, müminler birbirlerini tanıyamaz hâle gelmektedir. Öyle ki kul hakkı, tevazu ve tevhidin ne olduğunu hatırlamakta güçlük çekmekteyiz.
Değerlerimiz kimliğimizdir. Kimlik ise ne olduğumuzu ve ne olmadığımızı gösteren uygulamalarla, iç grubu birbirine yaklaştıran onu başkalarından ayırt eden düşünce ve davranışlarla ortaya çıkar. Bu anlamda ister ihmal ister istismar olsun değerler kaybedilirse kimlik hatları zayıflar, kültür kodları buharlaşır. Değerlerle emniyetli hâle gelen dünya, değerlerin asimilasyonu ve yozlaşmasıyla korkutan ve ürküten bir yapıya bürünür.