Makale

56 yaşında Müslüman olan Charles

56 yaşında Müslüman olan Charles

Prof. Dr. Ali Köse
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.

İngiltere’nin Oxfordshire bölgesinde Hristiyan bir ailenin büyük oğlu olarak dünyaya geldim. Babam ben 14 yaşındayken öldü. Hayatta hiçbir rehberim yoktu.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından (1945), henüz 18 yaşındayken askere çağrıldım. Önce Almanya’ya, daha sonra da o tarihlerde İngiliz mandası olan Filistin’e gönderildim. 1948 yılına kadar Filistin’de asker olarak kaldım. Filistin topraklarının Hz. İsa’nın yaşadığı yerler olduğunu biliyordum, ama orayı bir türlü sevmemiştim. Çünkü İngiliz askerleri arkadan vuruluyordu ve kimin yaptığını bilemiyorduk. Bir an önce oradan kurtulmak istiyordum. Nihayet terhis vaktim geldi ve 21 yaşında İngiltere’ye geri döndüm.
1873 yılında annemin vefatıyla birlikte din hakkında daha fazla düşünmeye başladım. O zamanlar ismen Hristiyandım ve beni doğru yolda kılması için Tanrı’ya hep dua ederdim. 1975’te kader beni tekrar Filistin’e götürdü. Hristiyanlık bana Filistin’in Yahudilerin memleketi olduğunu öğretmişti. Her Batılı gibi bana da Yahudilerin İsrail’de Araplar tarafından kuşatıldığı öğretilmişti. Bu sebepten İsrail’e gidip Yahudilere mücadelelerinde yardım etmeye karar verdim. “The Jarusalem Post” gazetesinde ilan vererek Tel Aviv’de bir iş buldum. Nihayet Tel Aviv’e yardım ve çalışmaya başladım. Fakat 3 ay sonra İngiltere’ye dönmeye karar verdim. Çünkü Yahudilerle arkadaşlık kuramamıştım. İngiltere’ye dönünce bir inşaat firmasında çalışmaya başladım. Fakat içimdeki ses “İsrail’e dön!” diyordu. Nihayet bir yıl sonra Tel Aviv’e döndüm. Bir müddet sonra tekrar İngiltere’ye gelmeye karar verdim. Bu defa beraber çalıştığım Yahudilerden şikâyetçi değildim, fakat sanki bütün bu ortamda bir yanlışlık var gibi geliyordu bana. Uçağa binince yine aynı ses “Hata ediyorsun, burada kal!” diyordu. Nihayet İngiltere’deki bir inşaat firmasında eski işim olan müfettişliğe döndüm. Ama içimdeki o his bir türlü yok olmak bilmiyordu.
Bir yıl sonra İsrail’de bulunan bir arkadaştan mektup aldım. Bana, “Eğer bir daha İsrail’e gelirsen, Tel Aviv’e gitme, kibbutz denilen çiftliklerin bulunduğu küçük kasabalara git!” diyordu. Tekrar İsrail’e döndüm. Bu defa arkadaşımın dediği gibi kırsal kesime gittim. Ancak bu gidişimde düşman olarak gördüğüm Filistinlilerle yüz yüze gelmiştim. Yahudiler için yapılan yerleşim merkezlerindeki inşaatlarda çalışıyorlardı. Ben de inşaat teftişi ile uğraştığım için onlarla mecburen muhatap oluyordum. Karınlarını doyurabilmek için, kendilerini yok eden Yahudilerin inşaatlarında çalışıyorlardı. Yaşamak için başka çareleri yoktu. Bu sahneyi görünce Filistinlilere bir insan olarak acıdım. Filistinliler beni arkadaşça karşılamışlar ve bana sıcaklık göstermişlerdi. Oysa ben İsrail’e Yahudiler’e yardım etmek için gelmiştim. Artık, “Bana uçak kaçıran, adam öldüren diye öğretilen düşmanlarım bu insanlar mıydı?” diye düşünmeye başladım. Ön yargılarım yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor, Filistinliler ile arkadaşlığım hızla gelişiyordu.
Bir gün Filistinli inşaat işçilerinden birisi beni yakındaki bir Filistin köyüne davet etti. O köye doğru yola çıktık. Bir yaz günüydü ve insanlar evlerinin önünde oturmuşlar akşam çayı içiyorlardı. Her önünden geçtiğimiz ev bizi davet ediyordu. Ben çok şaşırıyordum, çünkü yoldan geçen birisini eve davet etmek hadisesine yabancıydım. Nihayet bir eve girdik ki, fakirlik her hâliyle kendini belli ediyordu. Fakat daha önemli bir haslet, bir ruhi zenginlik mevcuttu. Bize çay ve bisküvi ikram ettiler. Evde 5-6 yaşlarında bir çocuk vardı. Benim karşımdaki köşede sakince oturuyordu. Bir müddet oturduktan sonra kalkma vaktimiz geldi. Biz ayağa kalkınca, bu çocuk bize doğru yürüdü ve benim önümde durarak Arapça bir şeyler söyledi. Tabii ben bir şey anlamadım. Beni oraya götüren Filistinli devreye girdi ve “Bu çocuğun ismi Yusuf. Senden iyi geceler öpücüğü istiyor.” dedi. Bir anda her şey durmuştu. Ortalığı bir sessizlik kapladı. Sanki beynimden vurulmuştum. Evet, bu insanlardan şimdilik hoşlanmaya başlamıştım, ama onu nasıl öperdim, bunu aklımdan bile geçiremezdim. Donup kalmıştım. Nasıl olur da bu çocuk benden, bir İngiliz’den, kendisini yani bir Müslümanı öpmesini isteyebilirdi?
O anda tarif edemeyeceğim bir şey oldu. Bir anda kendimi dizlerimin üzerinde buldum. Artık insanlığın son basamağında gördüğüm Arapların seviyesindeydim. Küçük Yusuf’un hizasındaydım. Göz göze geldik. Küçük Yusuf kollarını omuzlarıma atmış, kalbime yaslanmıştı. Onu öpmüştüm. Yusuf kollarımdaydı. Ağlamaya başladım. Gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Beni affetmesi için Tanrı’ya yalvardım ve duamın kabul edildiğini hissettim. Çünkü kulağımda bir ses çınlıyordu: “Bunlar senin insanların!... Bunlar senin insanların!...” Artık burası İsrail değil, Filistin’di. Bir anda her şeyi farklı açıdan görmeye başlamış, sanki yeniden doğmuştum. Neden buraya üç kez tekrar tekrar geldiğimi anlamıştım. Beni oraya çeken şey Yahudilere yardım etmek değil, benim insanlarımı bulmakmış. Dakikalarca ağladım. Benimle beraber bütün aile ağladı. Herkes olağanüstü bir şey olduğunun farkındaydı. O gece bir başlangıçtı. İslam’a dönüşümün başlangıcıydı.
Artık haftada iki üç defa o köye gitmeye, Filistinlilerle tanışmaya, konuşmaya başladım. Köydeki herkesi tanıdım. Düğünlere, nişanlara katılıyordum, artık köyün bir parçası olmuştum. Fakat din konusunu konuşup tartışmıyorduk. Bana İslam’dan pek bahsetmiyorlardı. Sanırım benim hemen reddetmemden çekiniyorlardı. Bana İslam’ı kelimelerle değil, davranışlarıyla, örneklerle öğretiyorlardı. Artık İslam’ı hissetmeye, anlamaya başlamıştım.
Bütün bunlar Yahudilerin işine gelmemişti. Filistinlilerle hemhal olmam, onlarla kaynaşmam Yahudilerin hoşuna gitmemişti. Bir gün iki polis gelip beni karakola götürdü. Sorguya çekildim. Neticede kendilerine yardım etmek maksadıyla geldiğim Yahudiler beni sınır dışı ettiler. Tekrar İngiltere’ye döndüm. Hâlâ şehadet getirip Müslüman olmamıştım. Fakat İngiltere’de kendimi artık yabancı bir memlekette gibi hissediyordum. Ruhen ıstırap içindeydim. Benim insanlarımı özlüyordum. Sonunda İngiltere’deki Müslümanları bulmaya karar verdim, çünkü benim olduğum bölgede hiç Müslüman yoktu. Bazı Müslüman kuruluşlarla irtibat kurup faaliyetlerine katılmaya, Müslümanlarla kaynaşmaya başladım. Çok geçmeden şahadet getirerek Müslüman oldum. Bir Hristiyan asıl evine, İslam’a dönmüştü.