Makale

HAYDİ PAYLAŞALIM! Yaşıyorken

HAYDİ PAYLAŞALIM!
Yaşıyorken

Hafsa Fidan

Allah, Adem ve Havva’yı yarattığından beri, erkek kadını, kadın erkeği, ikisi birlikte hayatın kendisini paylaşmaktalar. Zamanı, sevgiyi, bilgiyi, emeği, yemeği...

Paylaşımın tezahürleri en çok, hayatı paylaşmak için kurulan yuvalarda görülüyor olmalı. Bir insanın hayatını başka bir insanla paylaşmak istemesinden daha yüceltici ne olabilir ki? Ailenin gerekliliği tartışılıyor bugün, varlığı sorgulanıyor. Aile deyince, eşlerin birbirini onore etmesi, saygı, fedakârlık, iyi ve kötü günde birliktelik, bir somun ekmeği paylaşmak akla gelmez mi? Hele de paylaşmak sevgiyi...
Sevginin öneminden klâsik bir şekilde hep bahsedilir, iyi ama nedir bu sevgi? Nasıl gösterilir? Neler sevmenin işaretidir? Sevdiğini sözlü olarak ifade etmek yeterli midir? Yoksa sevginin başka tezahürleri de var mıdır?
Sevginin aslında "emek" demek olduğunu vurgular psikologlar. Sevgi vermedir, fedakârlıktır. Kur’an’da da Yüce Rabbimiz insanların sevgisini "verme" ile, "emek" ile sınar. O halde sevgi soyut, pasif bir durum değil, bir eylemlilik hâlidir. Ailede, eşler ve çocuklar arasında, ya da dostlar arasında "nitelikli paylaşım"ın sevginin bir tezahürü olduğunu düşünebiliriz. Meselâ zamanın nitelikli paylaşımı. Burada bireyler, birlikte yapmaktan hoşlandıkları şeyleri yaparak zamanlarını birbirlerine "vermiş" olurlar. O halde ailede eşler ve çocuklar, dostlukta da her bir birey sevginin bir fidan gibi sürgün vermesi için çaba harcamalıdırlar, paylaşımlarını artırmalıdırlar. Sevginin paylaşımı, soyut bir kavram olarak anlaşılması gereken ve de somut tezahürleri görülmeyen bir şey değil bu durumda. Bu mevzunun en güzel örneklerinden birini de, bir annenin çocuğuna gece gündüz vakit ayırarak zamanını, sevgisini, emeğini vermesi oluşturmaktadır şüphesiz.
Yüce Peygamberimiz, "din nasihattir" derken ne demek istedi acaba? Genelde Türkçe- mizde nasihat, ’öğüt’ kelimesi ile karşılandığı için, burada da dinin öğüt vermek anlamına geldiği şeklinde yorumlanmış. Oysa Aziz Peygamberimiz, burada, ’nasiha’yı ’samimiyet’ anlamında kullanmaktadır. O halde, daha doğru ifadesiyle ’din samimiyyettir’ diyebiliriz. Samimiyetin de göstergeleri olacaktır elbette; vermek, paylaşmak gibi. Bir ayette de: ’Sevdiklerinizden infak etmedikçe, gerçekten inanmış kişiler olmazsınız’ buyrulmaktadır. O halde gönülden her paylaşım, sevginin paylaşımı ve tezahürü diyebilir miyiz? Elbette...
Zekât vermek de bu bağlamda sevginin paylaşımına örnektir, sadaka vermek de. Neticede vermenin her türlüsü diyelim bu bahiste. Nasıl mı? Kendi emeğimizi, kazancımızı, ürünümüzü, samimiyetle, içten ve sevgi ile paylaşırız, veririz. Karşılığında kazancımız fethettiğimiz gönüllerdir. Bu da yetmez mi bize?
Kenti paylaşıyoruz, havayı, yağan karı, yağmuru, denizi, tarihi, ekmeği... En önemli paylaşımımız ise zaman olmalı. "Benim ötede olmayıp da burada bulunmam, sonra olmayıp da şimdi var olmam şaşılacak şey" diyor ya filozof. Şimdi, etrafımızı çeviren her şeyle birlikte varız. Ölüm ise bir kopuş. Bu durumda ancak yaşarken paylaşabiliriz demek ki.
Şüphesiz "her ölüm erken ölümdür." Paylaşmak için var olmak gerekir. O halde haydi... Sadece şimdi paylaşabiliriz, yaşıyorken...