Makale

Bilginin Paylaşımı TABİRİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

Bilginin Paylaşımı
TABİRİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

Doç. Dr. Burhanettin Tatar
OMÜ İlahiyat Fakültesi

Bilginin paylaşımı ancak ve ancak bilginin dönüştürülmesi, yeniden üretilmesi ve daha farklı bilgilerin oluşumuna imkan verecek şekilde potansiyel içermesi ile gerçek anlamını kazanır ve bu esnada geleneğin gücünü gerçek yönleriyle açığa çıkarır.

Bu yazımızda "bilginin paylaşımı" tabirinin mektedir. Daha kestirme yola başvurursak, bu neleri peşinen varsaydığını ve hangi anlamlara tâbir, sosyal düzeyde ortaya çıkabilen bilgiyi geldiğini irdelemeye çalışacağız.
Öncelikle, bu tabir "bilgi" ile "paylaşılabilir bilgi"yi varsaymaktadır. Diğer bir deyişle o, kelimeler ve kavramlar içinde aktarılabilir olan bir bilgi ile ilgili tabirdir. Bu açıdan bakıldığında o, sözgelimi, hayatın kendisiyle ilgili doğrudan tecrübemi; ateşe elimi uzattığımda veya bir melodiyi dinlediğimde elde ettiğim şahsi duyum bilgilerimi; hayal görmenin, üzülmenin, baş ağrısının, sevmenin, Allah’a inanmanın vs. ne demek olduğuna dair psikolojik bilgilerimi dışlamaktadır. Öyleyse, "bilginin paylaşımı" tabirindeki bilgi her şeyden önce şahsi olmayan, bireysel algının ötesine gidebilen, hemen herkes tarafından bir şekilde anlaşılabilen bilgiye işaret etmektedir. Felsefi tabiriyle burada "özneler-arası bilgi" kastedilmektedir. Daha kestirme yola başvurursak, bu tabir, sosyal düzeyde ortaya çıkabilen bilgiyi amaçlamaktadır.
Ancak "sosyal düzeyde ortaya çıkabilen bilgi" derken, biz yine açıkça anlaşılır bir tabir kullanmış olmuyoruz. Sözgelimi, 2+2= 4 gibi matematiksel bir bilgi; tarihe ilişkin bir bilgi; devlet baş- kanının bir başka ülkeye karşı savaş ilan ettiğine ilişkin duyurusu; yolsuzluk yapanların halka teşhiri anlamındaki bilgi; Hz. Peygamber’in İslâm’ın temellerine ilişkin insanlara tebliği; Türk bayrağına tüm Türkiye vatandaşlarının saygı göstermesi gerektiğine ilişkin sembolik bilgi vs. sosyal düzeyde ortaya çıkabilen bilgilerdir. Ancak dikkat edilecek olursa buradaki bilgi, türleri konuları ve mahiyetleri itibariyle birbirlerinden şu veya bu şekilde ayrılan bilgi türleridir. Aralarındaki ayırımların en önemlilerinden biri, bu bilgi türlerinin genel geçer düzeyde tasdik edilip edilemeyecekleridir. Matematiksel bilgi akli düzeyde tasdik edilebilirken, İslâm’ın temeline ilişkin bir bilgi inanç düzeyinde, savaş ilanı siyasi-askeri düzeyde, Türk bayrağına saygı ise ancak milli kültür düzeyinde tasdik edilebilen bir bilgidir.
Böylece "sosyal düzeyde paylaşılabilir bilgi" derken, gerçekte bizler hâlâ çok farklı düzeylerdeki bilgilerden söz etmekteyiz. Ne var ki, paylaşılan bilginin bütün bu farklı düzeylerin tümü için geçerli olan bir boyutu vardır: "Bilginin artması."
Paylaşılan bilgi, artan, çoğalan bilgidir. Bilgi, tabiatı itibariyle soyut bir şey olduğu için, fiziksel varlıkların tersine paylaşıldıkça azalmaz, tam tersine çoğalır. Ancak burada "çoğalma" kelimesinin ne anlama geldiği ilk bakışta açık gibi görünse de, gerçekte üzerinde düşünmeye başladığımızda önemli sorunları içinde barındıran bir kelime olduğu anlaşılır. Şöyle ki, bilginin çoğalması derken, biz bir fotoğrafın binlerce defa çoğaltılması gibi bilginin çoğaltılabileceğini mi kast etmekteyiz? Şayet durum buysa, biz gerçek anlamda bilginin artmasından değil, sadece aynı bilginin sosyal dolaşım içinde tekrarlanmaya başladığını dile getirmekteyiz. Öyleyse, bilginin artması, çoğalması yani paylaşımı, sosyal hafızanın tek bir bilgiyi basitçe tekrarlamasından daha fazla bir şey olmalıdır. Şüphesiz "paylaşım" kelimesi bir şekilde kendi içinde "tekrarlama" anlamını barındırır.
Ancak burada asıl fark edilmesi gereken nokta "tekrarlama"nın ne anlama geldiğidir. Müslümanların beş vakit ezan okuduklarını ve namaz kıldıklarını yani ezan ve namazı sosyal düzeyde paylaştıklarını söylerken, biz gerçekten dünkü ezan ile bugünkü ezanın veya dünkü namaz ile bugünkü namazın aynı şeyin basit bir tekrarı olduğunu kast etmeyiz. Dünkü ezan ve namaz düne, bugünkü ezan ve namaz ise bugüne aittir. Hiçbir Müslüman dünkü ezanla bugünkü namazı kılmaz. Öyleyse burada "tekrarlama" kelimesi gerçekte hiçbir zaman aynıyla tekrarlanamayacak olan bir şeyin tekrarını dile getirmektedir.
Daha açık olarak söylersek, "tekrarlama" kelimesi tekrarlanan şeyin yeniden yaşanan güne, hayata, zamana, bilince getirilmesine ve her getirilme esnasında yeni bir ruh, görünüm, boyut, anlam ve önem kazanmasına işaret eder. Tekrarlanan şey, asla bir önceki şekliyle tekrarlanamaz. Belki daha doğrusu tekrarlanan şey, tıpkı hareket ederek yolda ilerleyen bir çemberin durumuna benzer şekilde, asla bir önceki konumunda olamayacak şekilde yeni mesafeler kat eder.
Burada anlatmak istediğimiz noktayı Kur’an’ın okunması ve yorumlanması bağlamında daha anlaşılır bir hâle getirebiliriz. Hz. Peygamber döneminden itibaren Kur’an, Müslü- manlar ve Müslüman olmayanlar tarafından okunmakta ve yorumlanmaktadır. Yani Kur’an’ın sunduğu bilgiler sürekli olarak paylaşılmaktadır. Ancak sürekli olarak tefsirlerin yazılmasından ve buna her geçen gün yeniden ihtiyaç duyulmasından açıkça anlaşılacağı üzere, hemen hiçbir okuma ve yorum bir öncekinin basit bir tekrarı değildir. İnsan hayatının sürekli değişimi ve farklılaşması esnasında her bir Kur’an okuma veya yorumlama çabası Kur’an’ı hayata, güne, şimdiki zamana getirdiği kadarıyla onun insan hayatıyla birlikte ileriye doğru, tıpkı hareket eden bir çember gibi, hareket ettiğini gösterir.
Böylece "bilginin paylaşımı" tabirinin ima ettiği "artma, çoğalma, dinamik tekrarlama", bilginin bir şekilde yorumlama çabası içinde harekete geçirildiğini ve böylece onun eskime, tahrif edilme, işlevsiz kalma gibi risklere karşı korunduğunu gösterir.
Değindiğimiz bu son noktayı, yani bilginin paylaşımı ile bilginin tahrif, eskime ve işlevsiz kalma riskine karşı korunduğu noktasını daha açık ele almalıyız. Burada biz, paylaşıldığı sürece bilginin tüm açıklık, seçiklik ve sahihlik içinde kaldığını yani güvenilir bir ortam içinde garanti altına alındığını söylemek istemiyoruz. Zira her şeyden önce bilginin yanlış aktarımı veya yanlış anlaşılması diye bir tarihsel gerçeğin varolduğunu yeterince bilmekteyiz. En doğru bilgi, yanlış aktarım veya yanlış anlama sonucu doğru olmaktan çıkar; ’doğruluk kisvesi’ altında yanlış bir bilgiye dönüşür. Bunun en açık örnekleri arasında Hz. Peygamber’in bazı hadisleri yer alır. Yanlış aktarım veya yanlış anlama sonucu ne kadar sayıdaki hadisin tahrife uğradığı, tarih boyunca hadis bilginleri için en temel sorulardan biri olmuştur.
Ancak bu tür yanlış aktarım ve anlama sorununa karşı yine sadece paylaşım hadisesinin en temel çareyi sunduğu da belirtilmelidir. Zira paylaşılmayan bilgi, yok olmaya terk edilen dolayısıyla mantıksal, bilimsel, tarihsel vs. inceleme imkanını kaybeden bilgi demektir.
Öyleyse, bilginin kendisini anlamak kadar nasıl paylaşıldığını ve paylaşımı mümkün kılan şeylerin ne olduğunu anlamak da önem arz eder. Ulaştığımız bu sonucun daha iyi kavranmasını sağlamak için, bilginin paylaşımını mümkün kılan en temel zemine yani "gelenek"e değinmeliyiz.
Bilginin paylaşımı ancak bir gelenek içinde mümkündür. Gelenek, bilginin kendisi değil, taşıyıcısıdır. Dolayısıyla biz bir gelenek içindeki bilgiyi eleştirmek veya reddetmekle, gerçekte o geleneği eleştirmiş ve reddetmiş olmayız. Tam tersine bilgiyi eleştirirken ve reddederken bizim bir şekilde o gelenek içinde bulunduğumuzu gösterir. Bunun nedeni şudur: Bir bilginin eleştirilmesi veya reddedilmesi için öncelikle o bilginin paylaşılması gerekir. (Bu arada "paylaşım" kelimesinin bir bilgiyi olduğu gibi benimseme ve doğru bulma anlamına gelmediğini fark etmiş olduk!) Ancak burada paylaşım hadisesi, bilgi ile bizim aramızda ortak bir ilişki alanının veya zemininin bulunduğunu varsayar, işte bu alan veya zemin gelenektir.
Bunu bir örnekle açıklamak istersek; bir Türkçe kelimenin paylaşılması, eleştirilmesi veya reddedilebilmesi için öncelikle Türk dilini bilmek gerekir. Türk dili bir gelenektir. Bizler bazı Türkçe kelimeleri reddetmek veya eleştirmekle, Türk dilini reddetmiş veya eleştirmiş olmayız. Tam tersine Türk diline eleştiri mantığını sokarak, bu dili daha da esnetmiş ve harekete geçirmiş oluruz.
Bilginin paylaşımı ile gelenek arasındaki bu asli ilişki bütün insanlık için en temel sorunlardan biri olagelmiştir. Özellikle bir kültür ve gelenek içinde üretilen bir bilginin, bir başka kültüre ve geleneğe nasıl aktarılacağı sorunu burada hemen akla gelen önemli bir sorundur. Ancak en az bunun kadar önemli olan diğer bir sorun şu
dur: Şayet bir toplum, bir başka gelenek içinde üretilen bilgiyi devşirecek yetenekteki bir gelenekten yoksun ise ne yapabilir? Bugün Amerikan Nasa üyeleri tarafından üretilen uzay bilgisini, sözgelimi Avustralya yerlilerinin devşirmesi mümkün müdür?
Aklımız bu radikal örneğe takılıp kalmamalıdır. Benzer soruları, kendi Müslüman Türk geleneğimizi sorgulamak ve bu sorgulama esnasında diğer gelenekleri daha iyi anlamak için sormak durumundayız. Hiçbir gelenek mutlak üstün olmadığı gibi, durağan da değildir. Her bir gelenek, kendi içinde bilgi ürettiği ve diğer geleneklerden bilgi devşirebildiği ve onları tekrar paylaşıma açabildiği yani diğer geleneklere-tabir caizse- pazarlayabildiği ölçüde kendi gücünü korur. Yukarıda "Müslüman Türk geleneğini sorgulama" derken bu geleneğin bilgi üretme, bilgi derleme ve bilgi pazarlama kapasitesinin iyi anlaşılması için çaba göstermeyi amaçlamaktayız. Her bir sorgulama, sorgulanan şeyin sınırlarının daha iyi görülmesini ve ileriye doğru taşınmasını mümkün kılar.
Bu açıdan bakıldığında günümüz Türkiye’si içinde tecrübe edilen geleneğin, Japonya, Asya, Orta Doğu, Avrupa ve Amerika içinde ortaya çıkan, farklı gelenekler içinde üretilen farklı bilgileri ne ölçüde devşirebildiği yani paylaşabildiği ve kendi içinde ürettiği bilgileri bu geleneklere ne ölçüde paylaşıma açabildiği çok önemli bir sorundur. Şayet "bilgi güç" ise (sözgelimi, Microsoft’un ürettiği bilgi ile Microsoft’un dünya bilgisayar programları pazarındaki gücü arasındaki paralel ilişki buna yeterince tanıklık ediyor), bu durumda "bilginin paylaşımı" tabiri, bizim geleneğimizi güçlü kılacak önemli bir noktaya işaret etmektedir: Bilginin dönüştürülmesi.
Bilginin paylaşımı ancak ve ancak bilginin dönüştürülmesi, yeniden üretilmesi ve daha farklı bilgilerin oluşumuna imkan verecek şekilde potansiyel içermesi ile gerçek anlamını kazanır ve bu esnada geleneğin gücünü gerçek yönleriyle açığa çıkarır. Bilgi, yukarıdaki nitelikleri ile paylaşıldığı zaman, bu bilginin üretimini ve paylaşımını mümkün kılan gelenek, basit bir nostalji, övünç, veya tarih yadigârı olmaktan çıkarak fiili bir varoluşsal güç alanı haline gelir.
Sonuç olarak, bilgi kendi imkanını gelenekten alır, ancak ortaya çıktığı zaman âit olduğu geleneğe güç katar. Böylece bilgi ve gelenek arasındaki karşılıklı dinamik ilişki içinde, bilginin paylaşımı mümkün ve anlamlı hâle gelir.