Makale

Cumhuriyetimizin Manevi Mimarlarından İSMAİL ŞÜKRÜ ÇELİKALAY

Cumhuriyetimizin Manevi
Mimarlarından
İSMAİL ŞÜKRÜ ÇELİKALAY

Mustafa Bayram

İstiklâl savaşında cephe hizmeti görenlere kırmızı kurdeleli, cephe gerisindeki hizmeti takdir edilenlere de yeşil kurdeleli madalya verilmesi teamül olduğundan, İsmail Şükrü Çelikalay’a her iki cephede de üstün başarıları görüldüğünden, hem kırmızı hem de yeşil kurdeleli İstiklâl Madalyası verilmiştir. Atatürk de bu tür aksiyon yönü ağır basan din adamlarına her zaman büyük saygı göstermiş, onlarla ilişkilerinde dengeli bir siyaset tarzı geliştirmiştir.

Türk Millî Mücadelesi, çocuğuyla yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, siviliyle askeriyle, aydınıyla halkıyla bir bütün olarak Türk milletinin eseridir. Bu bağlamda Millî Mücadeleye müftü, vaizler ve imam hatiplerden oluşan din adamlarının da önemli destek ve katkıları olmuştur. Din adamları, vatanın her köşesinde milletin ruhunda ve benliğinde mevcut olan direnme gücünü ateşleyen çağrılarda bulunmuştur. Onların fetvaları, vaazları ve direnç çabaları vatan sathında yankı bulmuş, Kuva-yi Millîye ruhunun yeşermesine sebep olmuştur. Din adamları bir milletin varlığı ve bekası ile huzurlu bir dinî hayat için bağımsızlık ve güvenliğin ne kadar önemli olduğunun farkında idiler. Onun içindir ki, o yokluk ve hicran yıllarında insanları hayretler içinde bırakabilecek büyük cesaret ve ümitle istiklâl mücadelesine girişmişlerdir, istiklâl Savaşını başarıya ulaştırdıktan sonra da, millet olarak her alanda top- yekün kalkınmanın teşvikçisi olmuşlardır.
Yazımızın konusu, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919 Mayısında Anadolu’da başlattığı millî direnişin başarıya ulaşması ve cumhuriyet değerlerinin millete benimsetilmesinde önemli rol oynayan İsmail Şükrü Çelikalay’dır. Amacımız, milletimizin manevî mimarlarından olan bu şahsiyeti genç nesillere tanıtmak ve bir anlamda onlara olan vefa borcumuzu ödemektir.
İsmail Şükrü Hoca, Afyon’da millî mücadeleye fiilen destek sağlayan aksiyoner din adamlarından birisidir. 1876 yılında doğmuştur. Hem medrese tahsili görmüş hem de bir ziraat teknisyeninden dersler alarak modern ziraatla ilgili bilgisini geliştirmiştir. Afyon’da bir ara müderrislik de yapmış, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgalini haber alır almaz Kuva-yi Millîyeye katılmıştır. Bir taraftan camilerde yaptığı ateşli vaazlarla halkı direnişe teşvik etmiş, diğer taraftan İngiliz işgal kuvvetlerine âit depolardan gizlice aşırdığı silâhlarla düşmana karşı baskınlar düzenlemiştir. Ayrıca Afyon’da Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasına da öncülük etmiş, bu cemiyetin yayın organı olan ikaz gazetesinde duygulu yazılar yazarak, halkın örgütlenme bilincinin geliştirilmesine büyük katkılar sağlamıştır. Tarihçi Orhan Ko- loğlu’nun ifadesiyle, Şükrü Hoca bir din görevlisi olarak Afyon’da işgale karşı direncin bayraktarlığını ve millî teşkilâtlanmanın başı olmuştur.
Şükrü Hoca 23 Nisan 1920’de açılan I. Meclise Karahisar Milletvekili olarak gönderilmiş ve meclisin açılışında hazır bulunmuştur. Gösterdiği kahramanlıklardan haberdar olan Mustafa Kemal Atatürk, Şükrü Hocayla karşılaştığında kendisine, "Nerede kaldın hocam, dört gözle seni bekliyorduk!" diyerek iltifatta bulunmuş, Afyon’da yapılanlar hakkında gerekli bilgileri aldıktan sonra takdirlerini iletmiştir.
Meclis çalışmaları başladığında, düşmana karşı düzenli bir cephe oluşturma konusunda yoğun tartışmalar yapılıyordu. Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa, Yunanlıların Anadolu içlerine kadar ilerlediğinden söz ederek, cephe kurmanın en az beş ay gibi bir zaman alacağını ileri sürüyordu. Buna karşın İsmail Şükrü Hoca ise kendisine yeterli silâh verilmesi hâlinde düşmanı durduracağını vaad eder. Bu davranışı onun ne kadar güçlü, moralli ve heyecanlı bir aksiyon adamı olduğunun işaretidir. Mustafa Kemal Atatürk, onun silâh teklifini olumlu karşılamış ve Ankara silâh deposunda ne kadar silâh ve cephane varsa kendisine verilmesini emretmiştir. Ancak depoya bakıldığında orada sadece 14 adet tek ateşli bekçi silâhından başka silâhın olmadığı görülür. Bunun üzerine Şükrü Hoca cübbesinin altına asker elbisesini giyerek Hacı Bayram Camiine koşar ve Cuma namazından sonra kürsüye çıkar ve bir konuşma yapar: "Ey cemaati Müslimin! Evde duvarda asılı duran silâhlar orada boşuna asılı kalırsa, ev sahibine lânet edecektir. Memleket ve din tehlikede kalırsa, yedisinden yetmişine kadar herkes cihatla mükellef olur, işte ben asker kıyafetine girdim, cepheye gidiyorum. Memleket ve din kurtuluncaya kadar cephelerde düşmanla çarpışacağım. Memleketini ve dinini seven benimle gelsin". Özetle bunları söyleyen İsmail Şükrü Hoca, cemaatle birlikte duygusal anlar yaşar ve ağlarlar. O gün akşama kadar 700 parça silâh ve 600 gönüllü toplanır. Bu grubun başına geçen İsmail Şükrü Hoca, Uşak cephesine giderek bir müdafaa hattı oluşturur ve 9 ay boyunca düşmanın ilerlemesine engel olur. Bu kahraman gönüllülerden oluşan birliğe "Çelikalay’ adı verilir. Soyadı kanunundan sonra da bu sıfat İsmail Şükrü Hocanın soyadı olur. Bu birlik, düzenli ordu oluşturulunca buna iltihak etmekte hiç tereddüt etmez.
Cephedeki çalışmalarından sonra tekrar Meclise dönen İsmail Şükrü Hoca, hizmetlerine bıraktığı yerden devam eder ve I. Meclisin 3. yılında Şer’iyye Evkâf Komisyonu sözcülüğü görevinde bulunur. Siyasî hayatı da çok aktif bir şekilde geçer. Milletvekilliği sona erdiği tarihten ölüm tarihi olan 25 Aralık 1950’ye kadar vaiz olarak, genç cumhuriyetin yeni kuşaklarını aydınlatmaya devam eder.
istiklâl savaşında cephe hizmeti görenlere kırmızı kurdeleli, cephe gerisindeki hizmeti takdir edilenlere de yeşil kurdeleli madalya verilmesi teamül olduğundan, İsmail Şükrü Çelikalay’a her iki cephede de üstün başarıları görüldüğünden, hem kırmızı hem de yeşil kurdeleli istiklâl Madalyası verilmiştir. Atatürk de bu tür aksiyon yönü ağır basan din adamlarına her zaman büyük saygı göstermiş, onlarla ilişkilerinde dengeli bir siyaset tarzı geliştirmiştir.
Diyanet işleri Başkanlığınca hazırlanan "Millî Mücadelede Din Adamları" adlı belgeselde; tarihçi Cemal Kutay çok ilginç tespitlerde bulunmaktadır. Kutay şöyle diyor: "Bir destan insanlardı bunlar. Bir daha buraya değil, dünyanın herhangi bir yerine gelirler mi gelmezler mi bilmem. Bu din adamları, devletin haysiyetini korumak için halktan para toplamışlardı. İsmail Şükrü Çelikalay ile Nebil Dehşeti Efendi, zengin olmamalarına rağmen 20’şer altın -ki o devirde önemli bir miktar hâzineye armağan etmişlerdi. Bunlar halkın içinde o kadar saygın kişilerdi ki, bulundukları şehre gelen mutasarrıf onlara sormadan bir şey yapmazdı. Bir mutasarrıf İsmail Şükrü Hocaya, "Buyurun bu işi siz yapın, nasıl olsa siz yapıyorsunuz." dediğinde; verdiği enteresan ve tipik bir cevabı vardır: "Sen devleti temsil ediyorsun. Senin devlette hâlin muteber olması lâzım." Bugün bile çok geçerli bir söz. Devletin itibarı olmasa, memleketin nesi kalır geriye. Yani bu din adamları aynı zamanda sadece yönetimin varlığını değil, yönetimin değerini de kabul ve tasdik ettiriyorlardı. Bunlar örnek insanlardır. Bütün kalbimle inanıyorum ki bunlar, mesela Amerika’da veya Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde olsalar, o ülkenin en ileri âbidesi olurlardı. Heykellerini yapmazlar, yetişen nesillere onların şahsiyetlerini, nasıl yaşadıklarını, memlekete nasıl hizmet ettiklerini anlatırlardı."
Cemal Kutay’ın da belirttiği gibi, bir ülkenin varlık mücadelesinde dinî değerlere, bu değerleri insanlara aktaracak olan din adamlarına, bunun mekânı cami ve kürsülere, kısacası maneviyat ordusuna ihtiyaç duyulacağı açıktır. Kurtuluş çağrısının millet vicdanında makes bulması, çağrının aşkın değerlerle ilişkilendirilmesine bağlıdır. Aksi takdirde insanı ölüm dahil, her türlü olumsuz sonuçları olabilecek ağır bedelli eylemlere sevk edebilmek hiç de kolay olmaz.
Yazımızı yine Cemal Kutay’ın şu sözleriyle bitirmek istiyoruz: "İçimden gelen bir duyguyu size açıklayayım. Din adamı bakışıyla, hâliyle ve temsil ettiği düşünceyle karşısındakilere daima saygı telkin eden insandır. Allah saklasın, Allah böyle günler (işgal yıllarının kara günlerini kasdediyor) göstermesin, ama hadiseler hiç belli olmaz, dünyanın ne getireceği belli değil. Onun için biz din adamlarımıza, bu hakikatleri daima bilerek değer vermeliyiz."