Makale

Kimsesiz Çocuklar: İmtihanımız

Kimsesiz Çocuklar: İmtihanımız

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Kur’an-ı Kerim’in daha ilk surelerinde yetimin elinden tutması ve ona destekçi olması, Rasul-i Ekrem Efendimiz’e emredilmiştir. Çünkü bu dönemlerde çocuklar, mallarına yakınları tarafından el konularak mağdur ediliyorlardı. Bu bakımdan yetimler konusu, sosyal bir yaraydı, ağlayıp sızlamalarını işitecek, onlara sahip çıkacak birileri de yoktu.
İşte böyle bir ortamda Allah’ın elçisine ilk vahiyler gelmeye başlamıştı. Yetimleri koruyup kayırmadıkları ve onurlarını incittikleri için insanlara uyarılar yapılmıştı. (Fecr, 89/17; Duha, 93/6; Maun, 107/1-3.) Hz. Peygamber’e de bir yetim olduğu ve Rabbinin kendisini himaye edip koruduğu hatırlatılarak onlara kötü davranmaması emredilmişti. (Duha, 93/9.)
“Yetim” Arapçada “yalnız, tek başına kalan” kimse demekti. “Yavaş giden, geride kalan” anlamına da gelmekte idi. Artık Rahmet Elçisi, yetimlerin dışlanmasına fırsat vermeyecek; yalnızlıklarını gidererek onlara dost olacaktı. Peygamber hayat mücadelesinde geride kalan yetimlerin ellerinden tutacak, engelleri aşıp herkesle beraber Allah yolunda koşmayı onlara öğretecekti.
Duha suresinde bizzat Allah Rasulü’nün yetimlik tecrübesine işaret edilmesi oldukça hikmetli bir yaklaşımdı. Çünkü o, öksüz kalmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Zira anne babanın şefkatinden mahrum kalmanın, çocuğun ruh dünyasında açtığı yaraların acısını bilfiil çekmişti. Dolayısıyla onların nasıl tedavi edileceğini de pekâlâ biliyordu.
Aslında ilahî irade, genelde bütün Müslümanların, yetim çocukların problemlerini dert edinmelerini istiyordu. Bu amaçla da onlara kendi çocuklarının yetim kaldıklarını farz edip konuyu ona göre düşünmelerini tavsiye ediyordu. Böylece Kur’an, yetimlerin içerisinde bulundukları hâletiruhiye ile müminlerin empati kurmalarını, benzer bir durumla karşılaşmalarının ne derece tedirgin edici olduğunu hatırlatarak onlara şöyle diyordu: “Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde, onların hâlleri nice olur diye endişe edenler, yetimlere haksızlık etmekten de öylece korksunlar da Allah’ın cezalandırmasından sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.” (Nisa, 4/9.)
Kur’an, kimsesiz çocuklara güzel imkânlar sağlayıp durumlarını düzeltmenin çok hayırlı bir amel olduğunu bizlere bildirir. Yetimlerin müminlerin “kardeşleri” olduğuna, dolayısıyla aynı çatı altında onlarla beraber yaşamanın önemine işaret eder. (Bakara, 2/220.)
Ayette “kardeş” kelimesinin kullanılması dikkat çekicidir. Çünkü insan, ahlaki değerleri iyice özümsemediği zaman, dışlamaya meyledebilir. Adalet ve ölçülü olmaktan sapabilir. İşte böyle bir duruma mahal vermemek için, Kur’an’ın burada özellikle “kardeş” kelimesini kullandığı söylenebilir. Bununla yetimi hafife alıcı bir algıyı veya ön yargıyı önlemeyi ve ailenin asli bir üyesi olarak onu görmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır.
Yetimlerin, kimsesizlerin elinden tutmak, onları doyurmak Allah’ın has kullarının özelliğidir. Onlar, ahiret âleminde sonsuz nimet ve güzellikleri tadacaklardır. Çünkü onlar, dehşetli kıyamet gününün korku ve endişesini dünya hayatında iken taşırlardı. Dolayısıyla ihtiyaç duymalarına rağmen, yoksulları, yetimleri kendilerine tercih ederlerdi. Bunu yaparken de Mevla’nın hoşnutluğu dışında hiçbir beklenti içerisinde değillerdi.
İşte bu samimiyet ve teslimiyetleri dolayısıyla Allah Teala onları hesap gününün dehşetinden koruyacak, yüzlerini nura, gönüllerini mutluluk ve sürura gark edecektir. Konu ayetlerde şu şekilde dile getirilmektedir: “Kendileri ihtiyaç duydukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler. Ve derler ki: “Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz. Biz, yüzleri ekşiten asık suratlı o günde Rabbimizin gazabından korkarız.” Allah da onları o günün felaketinden korur, onların yüzlerine nur, gönüllerine sürur verir.” (İnsan, 76/8-11.)
Günümüzde çocukların, ailenin sıcak ortamından mahrum kalmaları, sadece ebeveynin vefatı şeklinde olmuyor. Zira çağdaş toplumlarda aile ve ekonomik hayatla ilgili başka sorunlar da yaşanmaktadır. Dolayısıyla anne baba hayatta olduğu hâlde, çocuklar ailenin güvenli ortamından değişik nedenlerle kopabilmektedir. Bu yönüyle modern toplumlarda kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocukların sorunları daha farklı boyutlar kazanmıştır. Ülkemizde 40 bin civarında sokak çocuğu olduğu belirtilmektedir. Bu rakamın daha yüksek olduğu şeklinde rivayetler de vardır. (Öner Ergenç, “Sokakta Çalışan ve Yaşayan Çocuklar, Gençlerde Madde Kullanımı ve Bağımlılığı,” Çocuk Sorunları ve İslam Sempozyumu, Ensar, İstanbul 2010, 65.)
Bahsedilen problemin önümüzdeki yıllarda daha da tehlikeli boyutlar kazanacağı anlaşılmaktadır. Şu ifadeler, bu acı gerçeği ortaya koymaktadır: “Ailenin zayıflatılması en çok çocuklara zarar vermektedir. Bugün dünya ölçeğinde aileden mahrum yetişen milyonlarca çocuk, maalesef insani değerleri tanımadan büyümektedirler. Onların önemli bir kesimi, sıcak bir yuvaya hasret, sokakları mekân tutmuştur; fırsatçılık ve çıkarcılık ihtirasıyla yanan bir ateş topu hâlinde büyümektedirler. Aileden kaçan çocukları, geleneklerin baskısından kurtulan özgürlük savaşçıları diye yüreklendirmeye devam ettiğimiz müddetçe, bu ateş topunun kucağımızda patlayacağında kuşku yoktur.” (Kemal Sandıkçı, “Bir Medeniyet Projesi Olarak Aile,” Çocuk Sorunları ve İslam Sempozyumu, 35.)
Kimsesizlik, herhâlde hayatın en dramatik yönlerinden biridir. Çünkü insanın en önemli özelliği, kendi hemcinsleri ile kurduğu ülfet ve muhabbet bağlarıdır. Dolayısıyla çevresinde konuşacağı, kaynaşacağı kimseler bulamaması, yalnızlığa terk edilmesi, insan için oldukça acı veren bir durumdur. Bu tür insanlar, yaşama şevklerini ve heyecanlarını yitirir, hayatları anlamsız bir hâle gelir. Karamsarlığa kapılıp kendilerine olan güvenlerini iyice kaybederler.
Hele bu yalnızlaşmayı bir genç yaşıyorsa, bunun duygulardaki tahribatı daha da onarılmaz bir hâle gelir. Zira bu dönem, değişim ve arayış dönemi olduğu için kaygılar, korkular ve gelecek endişeleri yaşanır. Gerek yalnızlığa terk edilmenin doğurduğu psikolojik bunalımlar, gerekse çocukluk ve gençlik döneminin getirdiği problemleri birlikte düşündüğümüzde, kimsesiz ve yetimlerin ne kadar acı dolu bir süreçten geçtiklerini daha iyi anlarız.
Zamanımızda kimsesiz ve korumasız çocukların hırsızlık, kapkaç, cinayet, fuhuş, uyuşturucu gibi karanlık işlerde suça itildikleri bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla çocukları sokağın bataklığına saplanmaktan ve şer odaklarına yem olmaktan kurtarmak, önemli görevlerimizdendir. Kapılarımızı ve gönüllerimizi yetimlere ve kimsesiz çocuklara açmamız gerekir. Hatta bu hayırlı amelde acele etmek müminlere yakışan ve Allah’a yaklaştıran erdemlice bir davranış olacaktır. Böylece kimsesiz çocuk, ailesinden kopmanın ruhunda doğurduğu kasırgaları bir ölçüde dindirecek, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak, sevgi, ilgi ve güven boşluğunu dolduracaktır.