Makale

Kur'an'da Hak, Hakikat ve İmaj

Kur’an’da Hak, Hakikat ve İmaj

Doç. Dr. Mustafa Tekin İstanbul Üniv. İlahiyat Fak.

Bugün postmodern bir dünyanın içinden, postmodernlik üzerine ve aslı itibarıyla postmodern sorunlarla ilgili konuşmaktayız. Bu konuşma, çok sınırlı bir entelektüel düzeyde belki bir farkındalık içinden meydana geliyorsa da, geniş kitleler bu farkındalıktan yoksundurlar ve sorunları tartışmanın bir entelektüel fantezisi olduğunu düşünmektedirler. Fakat teorisine girmeden, aslında gündelik hayattaki sorunların temel referans noktalarının postmodernlik olduğunun bir şekilde farkındalığı gerekiyor.
Bugün geldiğimiz noktada, insanlık çok hayati bir soru(n) ile karşı karşıya kalmıştır. Modernlikle birlikte hakikatin kaynağının Tanrı’dan “insan”a kayan ibresi, postmodernlikle birlikte bir hakikatin var olup olmadığı tartışmasına evrilmiş ve nihayet hakikat parçalanarak öznelleşmiştir. Dolayısıyla “hakikatin insandan bağımsız dışarıdan verildiği” gerçeğinin yerini “insandan bağımsız hakikat yoktur” düşüncesi almıştır ki, nihayetinde her insanın kendi hakikatini inşa edebileceği süreksiz bir öznelliğe doğru evrilmiştir insanlık. Hakikatten kopuk imajların oluşumu, tam da böyle bir vetirede baş göstermektedir. Böylece dinler ve sistemlerin ortodoksisi delinmiş, dışarıdaki momentum noktaları kaybedilmiş ya da flulaşmıştır. Bundan dolayı meta anlatılar devri bir an önce kapatılmak istenmekte, evrenselliğin yerine görecelik hâkim kılınmakta; işte tam da bu sebeple imajlar gerçekliğin önüne geçmektedir. İşte çağdaş sorun budur.
“Kur’an” ve “hakikat” kelimelerini birbirleriyle ilişkileri içinde ele aldığımızda, her şeyden önce iki temel varsayımı kabul etmemiz gerekir. Birincisi; “Kur’an-ı Kerim, içerisinde bir hakikatin var olduğu kitaptır.” İkincisi; “Bu hakikat insana dışarıdan bağımsız olarak verilmektedir.” Biz buna insanın dışında var olan momentum noktası diyebiliriz. Bu iki öncülün sonucu olarak şunu söyleyebiliriz; “İnsan, kendisinin dışında var olan bu hakikati keşfetmek için çaba harcar.” Tarih boyunca insanların özelde Kur’an-ı Kerim, genelde kutsal kitaplarla ilişkisi bu çerçevede olmuştur. Nitekim müminler Kur’an-ı Kerim’i anlama çabasına girerlerken, temelde Allah’ın (c.c.) muradının ne olduğu üzerine tartışmışlardır. Kur’an-ı Kerim’in ifade etmeye çalıştığı hakikatin ne olduğu üzerine kafa yormuşlar ve gayret göstermişlerdir. Bu gayretler, hakikati yakalama çabasından ibaret olup, Kur’an üzerine hiçbir yorum hakikatin kendisi olduğunu iddia etmemiş; bu gayretin ardından oldukça mütevazı bir şekilde “Allahu a’lemu bi muradihi bizalik.” (Bununla ne kastettiğini en iyi Allah bilir.) diyerek haddini bilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in anlatımı ve söylemine baktığımız zaman, Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar tüm toplumlarda temel problemin Allah’ın yegâne egemenliği olduğunu görürüz. Kur’an-ı Kerim de dâhil olmak üzere kutsal kitaplar, hakikatin Allah’tan geldiğini ve kaynağının sadece Allah olduğunu vurgularlar. Bu vurgulama, tarih boyunca insanların Allah’a rağmen hakikati kendilerinden menkul bir öge hâline getirme çabalarına karşındır. Bu açıdan “Tanrımerkezlilik” ve “insanmerkezlilik (hümanizm)” gibi iki tavır alış içerisinde, insanmerkezlilik bir eleştiri konusu olmaktadır. Zira insanlar çoğu zaman dışarıdan kendilerine verilen hakikati ya kabul etmekte ya da bölüp, parçalayıp değiştirmeye çaba harcamakta; neticede hakikatin merkezine kendisini yerleştirmeye çalışmaktadır. Böylece aslında insan, kendisinin dışında aşkın bir hakikat yerine içkin olarak hakikati kendisine çevirmektedir.
Hakikatin insan kaynaklı hâle gelmesi, onun yeniden üretimi ve inşasını gerektirmektedir. Çünkü bir kültür, coğrafya, biyoloji vb. ile çerçevelenmiş ve sınırlılıklarla malul insanın, hakikate dair üretimleri kapsayıcılık ve bütünsellikten uzak olduğu gibi ancak imaj düzeyinde kalacaktır. Bir başka deyişle, bu sınırlılık ve belirlenmişliklerin etrafında bazı görsel yüklemelerden ibaret olacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de hakikat ve imaj kavramlarının tartışma konusu yapıldığı en önemli konu varlığa dairdir. Evrendeki tüm varlıkları iki boyutta ele alabiliriz. Birincisi, hiçbir kayıtla sınırlı olmayan mutlak varlık Allah’tır. İkincisi de, Allah’ın dışında kalanlar, varoluşu sadece Allah’a bağlı olan mümkün varlıklardır. Allah Teala her şeyden önce varlık açısından böyle bir hiyerarşi kurarken, kendisini diğerlerinden ayrıştırır ki, bu bir mahiyet farkıdır; Allah beka sıfatına sahipken, tüm mümkün varlıklar fani yani ölümlüdürler. Kur’an-ı Kerim varlığa dair bu anlatımlarında Allah’ın sınırsız güç ve egemenliğine vurgu yaparken, insanın sınırlılığının altını çizmektedir. İşte tam da bu nokta ve fark, Allah’ın niçin hakikatin kaynağı ve kendisi, diğer varlıkların da hakikatin birer konusu olduğunu anlatmaktadır. Bu farklılık, aynı zamanda insanın üzerinde Allah’ın bir hakikat olarak meşruiyetini nasıl inşa ettiğini de anlatmaktadır.
Kur’an-ı Kerim, bu evrensel gerçeğe değinirken Allah’ın kapsamlı ve külli sıfatlarını özellikle sıralar. Allah, hakikatin kendisi ve kaynağı olarak Hak’tır. Bu açıdan Kur’an-ı Kerim’in özenle üzerinde durduğu problem şirktir. “Ortak koşmak”, “ortaklık” anlamına gelen şirk, Allah’a ait bazı sıfatların ve özelliklerin insanlar tarafından temellükünü ve başka varlıklara aktarımını ifade etmektedir. Yunanlılarda her türlü iş için farklı tanrıların varlığı; Mekke’de Kâbe’de 360 civarında putlardan bahsedilişi bu durumun örnekleridir. Bu putlar farklı işleri gördüklerine inanılan, bunlarla sorumlu olan aracı varlıklardır. İnsanlar, Allah’ın sıfatlarından bir kısmını aracı kıldıkları bu varlıklara aktardıklarında şirke düşmüş olmaktadırlar.
İnsanın Allah’ı bırakıp (Hakikati terk edip) bu hakikate dair sıfatları başka varlıklara yüklemesiyle bir tanrı imajı ortaya çıkmaktadır. İşte Kur’an, hakikatten uzaklaşıp bu imaj varlıklara tapınmayı, hatta daha ileri giderek insanın imajinatif bir biçimde tanrılaştırdığı her şeyi reddetmektedir. Kur’an-ı Kerim Yusuf suresinde Hz. Yusuf’un (a.s.) bir hitabını şöyle belirtir: “Sizin O’ndan başka taptıklarınız, birtakım kuru isimlerden ibarettir ki, onları siz ve atalarınız uydurmuşsunuzdur. Yoksa Allah, onlara öyle bir saltanat vermemiştir. Hükümranlık ancak Allah’ındır. O, size kendisinden başkasına tapmamanızı emretti; doğru ve sağlam din budur, fakat insanların ekserisi bilmezler.” (Yusuf, 12/40.) Burada dikkat edilirse, ortaya çıkarılan/yaratılan/üretilen tanrı imajı ve Tanrı’ya yapılan yüklemeler, “kuru bir isimlendirme” olarak nitelendirilerek eleştiri konusu yapılmakta, durumun imajinatif boyutuna dikkat çekilmekte ve bunların gerçekliğinin olmadığı özellikle vurgulanmaktadır.
Bugün postmodern tüketim toplumunda problemler önümüzde çok karışık görünüyor olabilir. Ancak şu adımların birbirini takip etmesi soru(n)ların çözümü için önemlidir. Birincisi, Kur’an bir hakikati ifade etmektedir ve bu hakikat insandan bağımsız olarak vardır; bizim öznel arzu ve taleplerimizden bağımsızdır. İkincisi, insanlar kendilerini çevreleyen her şeyi bu hakikatin çerçevesinde anlamlandırmalıdır. Bugün insanlık her şeyi görecelileştirirken “İmaj her şeydir.” mottosunun sık sık tekrarlanması boşuna değildir.
İnsanların hakikate sırtlarını çevirmeleri “Biz geçmiş milletlerden farklıyız.” mazeretinden beslenmektedir hep. Fakat kazananlar hakikate kulak kesilip, geçmişten ders alanlar olacaktır.