Makale

İlk Görev Yerim: Karyağmaz Anılarımdan

İlk Görev Yerim:
Karyağmaz Anılarımdan...

Ayşe Serra Kara
Kur’an Kursu Öğreticisi / Bursa

İlk görev yeri, ilk heyecan, ilk gurbet... Gençliğin verdiği gözü karalık... Neresi olursa gitmeliyim, Kur’an’a hizmet etmeliyim sevdası...
Balıkesir... Ve bir dağ köyü... Andığımda yüreğimde tatlı bir tebessümü anımsatan o küçük ama yüreği kocaman insanlarla dolu elli hanelik yer... Rakım bir hayli yüksek... Bulutlara çok yakınım... Bursa’nın yüksek dağlarını da görüyorum burada...
Ailemle gittiğim ilk gün...
Biz arabamızı kilitlemek istiyoruz, hafız olan muhtar efendi sesleniyor:
-‘Abi, kilitlemeyin, burada hırsızlık olmaz!...’
-‘Allah Allah... Ne kadar güzel!’ diyoruz...
Vakit ramazan olduğu için evlerinde iftara davet ediliyoruz... Güzel ikram ve güzel bir sohbet... Köy çok temiz... Hamdolsun...
Fiziki şartlar ise büyükşehirden giden bir genç için zor ilk anda... Tahtamsı bir ev, duvarları dolma, dıştan yıkık dökük ama içini döşeyince idare eden, sevimli bir ev... Yan taraf harabe, evin arkası tamamen orman...
Köyde ekmek yok tabi, bakkal da, herkes kendi yapıyor kendi yiyor, internet çevirmeli sadece ilkokulda; sağlık ocağı yok, araba yok, ilçeye ulaşım sadece iki gün o da sabah altıda... Kasap vesaire zaten yok... Toplu alışveriş şart...
Kendi başıma kaldığım ilk gün...
Zar zor yalvararak ailemden burada kalmak için, göreve başlamak için izin almıştım. Köy güvenilirdi. Tevafuken birkaç tanıdık da çıkınca müsaade etmişlerdi kalmama... Bursa Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nden bir arkadaşımızın anneannesinin orada yaşadığını öğrendim ve ramazanda orada kaldım. Gündüzleri kendi evime geçiyordum.
İlk günlerde komşumuz geldi ve şöyle dedi:
-‘Hocam evdesin, seni biraz gezdireyim de hava al…’
- Peki, dedim. Nereye gideceğiz?
- Mezarlığa, dedi!...
- Tamam, dedim ve gittik... Fatihamızı okuduk. Sonra mezarlığın çıkışına doğru bazı kabirleri anlatmaya başladı abla:
- Hocam, şu mezar senin şu öğrencinin yağmurda ıslanıp zatürreden ölen ilkokul öğrencisi kardeşi, bu mezar şu öğrencinin gırtlak kanserinden ölen babası, şu mezar ta senin evin yanında ölen çocuğun mezarı... Anlatmayım hocam dedi, kaldı. Neyse dedim önemli değil... Ama aklıma takıldı...
Evimdeyken...
Ramazan geçti, evimde yalnız kalmaya başladım, soba yakmayı da bilmiyordum. Bir öğrencim yakıyor ben de üstüne kızılçam odunu atıyordum, bir iki hafta böyle devam etti. Soba sesine alışık olmadığımdan bir “çııtt” sesiyle kan ter içinde uyandığımı bilirim. Bir de aklımda anlatılan ölüm hikâyeleri kalmış... Birkaç gün de böyle geçti, hamdolsun alıştım.
Göreve başlarken...
Öğrenci toplamak için kapı kapı gezmiştik. Yirmi kadar öğrenci vardı. Bu köy halkı Kur’an-ı Kerim öğrenmeye çok önem veriyordu. Ve ağızları çok yatkındı. Bu benim için büyük avantajdı. Bir teyze geldi:
-‘Hocam, al kızım... Eti senin kemiği benim’ dedi... Çok şaşırdım. İçimden hâlâ böyle insanlar mı var diye geçirdim... ‘Biri kızılcık sopan nerede?’ dedi. Biz öyle hocalardan değiliz, dedim. Bu sözleri eskilerde medrese okumuş insanlardan duyardım. Eti senin kemiği benim sözünden de etkilendim. Böyle olursa hoca-veli ilişkisine dayanarak başarıyı arttırabiliriz diye düşündüm. Hepsi gençti çünkü öğrencilerimin, dört beş yaşlı vardı.
Öğrencilerim ne verirsem aldı, hamdolsun her geçen gün başarıları arttı. O kadar azimli ve başarılılardı ki maşallah, hocaları olarak hayran kaldım. Beni en çok sevindirense şu oldu:
Bu küçük köyde sosyal faaliyet ve dinî başarıyı arttırmak adına Kutlu Doğum’da Diyanet İşleri Başkanlığımızın 40 hadis kartelasını ezberleme ve kompozisyon yarışması düzenledik. Bunun jürisini de Bursa ve Balıkesir’den gelen hoca arkadaşlarımızı davet ederek oluşturduk. İlçeye fikrimizi iletince bu yarışmanın ilçe genelinde olmasını söylediler. Ve öyle oldu. Biz köyde jürimizi seçtik. Yarışmaya katılan ama ikinci olan bir öğrencimin evine gitmiştim. Beraber bahçelerine gittik. Eğildi, yoldaki camları toplamaya başladı. Ne yapıyorsun dediğimde:
-Hocam hadis-i şerifte “Yoldan taş, diken ve bu gibi şeyleri kaldırıp atman bir sadakadır.” buyuruyor ya Efendimiz, onu öğrendim. Ondan topluyorum dediğinde; aslında bilerek sorduğum ‘ne yapıyorsun’ sorusunun karşılığını güzellikle aldığımı öğrendim. Bir hoca için öğrencisine öğrettiği bilgiyi amel boyutunda görmesi dünyanın en güzel şeyiymiş...
Yaz dönemi... 5. sınıfı yeni bitiren bir öğrencim vardı. 3. kur seviyesinde... Bu öğrencilerimize tertil okuyuşta ihfa’nın bir buçuk elif miktarında olduğunu söylemiştim. Başka bir hafta, bir hocamızın kıraat cd’sini kendilerine dinletirken:
-Hocam, tertilde bir buçuk tutmadı deyince de şaşırdım, geri aldım, doğru... Dikkatleri ve dersle ilgileri mükemmeldi maşallah...
Bir de Mesut vardı beş yaşında... ‘Hoca konşu!...’ diye tatlı şivesiyle peşimden koşup harçlık isteyen, sabah namazından sonra kapımı çalan ufaklığım... Evimdeki bisküvi, çikolata vb. depomun hepsini alıp götüren bir çocuk... Bütün köyün çocuklarına da öğretmiş, hocadan harçlık isteyin diye… Evden çıktığım an peşimden koşan bir grup çocuk…
20 yaşındaydım o zaman, öğrencilerimle piknik yapardık. Her faaliyete hazırlıklı giderdim. Eğlenerek öğrenmek onları da motive ederdi. Kitap toplama kampanyası ve okuma oranının artışı da güzeldi...
Bir de Ünzile teyzem vardı, Allah (c.c.) hayırlı uzun ömür versin, o beli bükük hâliyle bana her gün süt ve yoğurt getirirdi. Eşi Hüseyin amca köy arabasının önünü keser, kızımızı alacaktım der ve beni akşam yemeğine davet ederlerdi. O kadar mütevazı ve mümtaz insanlardı ki, ellerinde imkân olmasına rağmen, topraklarında, buram buram toprak kokan o şirin köylerinde kalmayı yeğlemişlerdi. Allah (c.c.) hepsinden razı olsun...
Fakir bir köydü burası, birgün diğer görev yerimden buraya hediyeler getirmiştik. Elbiseler de vardı içinde. Sadece bir tane alıp geri çekildiklerinde de hayran kaldım. Diğer komşular alsın dediler, hâlbuki ihtiyaç sahipleri... Onur buna denir...
Bir Osmanlı geleneği olan konak kültürü hâlâ burada sürüyor. Her gün bir kişi köy odasına gelen misafir olur diye gönüllü olarak burada sofra açıyor.
Burası insanı değiştiriyor güzel anlamda... Mahremiyet çizgileri güzel korunuyor. Mesai saatleri dışında köy halkından olmayan ama oralı gibi olan, çizmeli, elinde kocaman hortum olan, bahçe sulayan biri görseydiniz, öğrencisiyle patates toplayan birine rast gelseydiniz, en başta köy hayatına adapte olamayacağını düşünen, sonra da oradan ayrılmak istemeyen biri, işte o benimdir... Bu köye Kur’an-ı Kerim ve dinî bilgileri öğretmek için gittim ama hayata dair o kadar şey öğrendim ki, Allah (c.c.) hepsinden razı olsun. Kendilerinin ve ahirete kadar tüm nesillerinin ilim öğrenme ve amel etme şevkini arttırsın... Âmin. Karyağmazlılar’a teşekkürler...