Makale

Cami, Kadın ve Aile Üzerine Ne Söylediler?

Cami, Kadın ve Aile Üzerine Ne Söylediler?

Prof. Dr. M. Emin Özafşar / Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
Toplumumuzda hanımların camiye gitmesi konusunda sistematik bir karşı duruş söz konusu değil. Eğer böyle bir karşı duruş söz konusu olsaydı, ramazan ayında gece vaktinde teravihlerde hanımların camiye gitmesine bir engel konulurdu. Bu tamamen yüzyıllar içerisinde oluşan alışkanlıklarla gelinen bir noktadır. Hanımların meşgaleleriyile, ilgilendikleri iş alanıyla, aile sorumluluklarıyla ve toplumsal rolleriyle alakalıdır. Ama yine de hanımların beş vakit namaza katılması konusunda bir alışkanlık yok. Yaygın olarak İslam dünyasında beş vakit namaza iştirak Mekke ve Medine mescitlerini dışarıda tutarsanız söz konusu değildir. Bu Anadolu’ya veya Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Tabii ki bunun arkasında farklı sosyal gerçeklikler yatmaktadır. Muhtemelen kadının orta zamanlardaki sosyal statüsüyle, kadının görünürlüğü ve toplumsal ilişkilerle alakalıdır. Yani Hz. peygamber zamanındaki uygulamalar Rasulüllah zamanındaki hanımların mescide iştiraki hadisesini sadece bir mescide iştirak olarak görmemek lazım. Orada aynı zamanda bir sosyal yapıya ve sosyal gruba iştirak, yeni oluşmakta olan Müslüman toplumun bütün sosyal faaliyetlerine katılımı, dayanışma ve bir sosyal bünyenin kurulması meselesidir.
İslam tarihi boyunca İbn Hacer ve Suyuti gibi büyük hadis üstatların Zerkeşi gibi bir hadis ve tarihçi zatın ve İbn Asakir gibi büyük tarihçilerin yüzlerce hanım hocaları olmuştur. Onlardan icazet almışlardır. Ve bunlar da o günün şartlarında muhtemelen belli bir ölçü çerçevesinde ibadete, camiye, cemaate iştirak etmişler hatta öncülük etmişlerdir. Osmanlı geleneğinde de aslında hanımların camiye devamı o günün sosyal yapısı çerçevesinde otokontrol diyebileceğimiz bir kontrol içerisinde olmuştur. Dolayısıyla hayatın içerisine muhtelif alanlarda katılmışlar; bu katılım kırsalda farklı, şehirde farklı cereyan etmiş. Dolayısıyla burada şahsen ben hanımları mescitten men etme şeklinde sistematik yaygın bir düşünce olduğunu düşünmüyorum.
Camiler haftası vesilesiyle bu mesajlar başkanlığımız tarafından daha yoğun bir şekilde topluma sunulacaktır. Böylece hem camilerin imarı sağlanır hem de modernitenin ağır baskısı altında yaşayan bilhassa kitle iletişim aygıtlarının ağır şiddeti ve baskısı altında bunalan hanımlara ruh özgürlüklerini, vicdan özgürlüklerini ve manevi rahatlıklarını cami ortamında sunma imkânı bulunulabilir diye düşünüyorum. Bugün 20.000’ i aşan hanım personelimiz var. İnşallah onların bu gayretiyle camilerimiz hem erkekler, hem kadınlar, hem çocuklar, hem yaşlılar, hem de gençlerin bir millet olarak buluştuğumuz ve hep birlikte secdeye varıp Cenab-ı Hakka yakardığımız mabetler olmaya devam eder.



Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz / Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
İnsanların dinî hayata ait ana yollarının belirlendiği dönem çocukluk dönemidir. Dikkat edecek olursak dinî hayata ait güzelliklerle ilgili anılar çocukluk dönemlerinden örneklerle verilir. Yani insanlar, ah o eski bayramlar derken aslında kastettiği çocukluğundaki bayramlardır, çocukluğundaki güzelliklerdir. Dolayısıyla çocukların annesi, babası, dedesi veya aileden bir yakını ile birlikte camiye gittiğinde yaşadığı güzelliklerin, onun şuur altında bıraktığı tesirlerin gerçekten çok yüksek olduğu muhakkaktır. O bakımdan çocukların küçük yaşlardan itibaren cami ile buluşturulup, tanıştırılması ve olabildiğince pozitif bir sunumun verilmesi elbette çok önemli. Minberde hutbe irad ederken iki torununun Mescid-i Nebi’nin kapısından içeri girmesi üzerine Efendimizin minberden inerek torunlarını kucağına alıp tekrar minbere çıkması aslında ümmete çok anlamlı bir örnektir. Efendimiz torunlarının kucaklanması için babalarına işaret edebilir veya “gönderin anneleri baksın” da diyebilirdi ama demedi. Doğrudan kendisi ilgilenerek insanlara şu mesajı verdi: Bu çocuklarla ilgili yapacağınız her türlü pozitif telkin, çocukların daha sonraki hayatlarını şekillendirecek önemli bir davranış modelidir. Cami ile ilgili din görevlilerinin olumsuz tavırlarından etkilenerek camileri terk ettiğini ve bir daha cami cemaatinin semtine uğramadığını ifade eden önemli şahsiyetlerin hatıralarını okudukça hepimiz irkiliyoruz.
Camilerin kapılarını açarak insanları camilere kabul eden din görevlilerinin önce kendi gönlünü cemaate açması gerekir. Cami kapısından önce din görevlisinin gönlünün cemaate açılmış olması gerekir. İmam olsun müezzin olsun, gönlü camiye ve cemaate açık olan bir din görevlisi kardeşimiz camiye gelen cemaatine tebessümle mukabele ettiği ve çocukların koşuşturmalarını ve oyunlarını olgunlukla karşıladığı müddetçe, cemaatinin ve bilhassa çocukların gönlünü kazanmış olur. Cami bir ev ortamıdır aslında. Dinî hayatımızda din hep ev sıcaklığında algılanmıştır. O yüzden Allah Peygamberine “Senin eşlerin ümmetin anneleridir.” diyor. Hz. Peygamber de “Ben sizin babanız mesabesindeyim.” buyuruyor. Dolayısıyla İslam ümmeti; Hz. Peygamberin baba, eşlerinin anne, ümmetin de o anne babanın çocukları gibi görüldüğü büyük bir ailedir.



Dr. Ekrem Keleş / Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in “Allah’ın hanım kullarını Allah’ın mescitlerinden men etmeyin” hadis-i şerifi çok önemli bir mesaj veriyor. Hanımların aslında camiden uzaklaştırılması bir anlamda çocukların da camilerden uzaklaştırılması anlamına geliyor. Hanımlar camiye geldikleri zaman bunun peşinden çocukları da camiye geleceği için camilerin çocuklarla şenlenmesi söz konusudur. Bunun için camilerimizin kadınlarımızın da rahatça abdest alıp ibadet edebilecekleri bir şekilde düzenlenmesi çok önemlidir.
Din görevlisi Peygamberin makamında bulunuyor. Rasulüllah (s.a.s.)’ın varisi konumunda. Mihrabına geçip namaz kıldırıyor. Dolayısıyla onların peygamberî bir ahlaka sahip olması büyük önem arz ediyor. Din görevlilerimizin sadece camiye kapanıp insanların gelmesini beklemek yerine caminin çevresindeki o yerleşim birimindeki insanları zaman zaman ziyaret etmek ve onların camiyle irtibatlarını sağlamak suretiyle sosyal faaliyetlere ağırlık vermeleri çok faydalı olur.


Prof. Dr. M. Saim Yeprem / İstanbul Aydın Üniversitesi
Üç kuşağın cami içinde birlikte var olması; özellikle günümüzde küreselleşmenin getirdiği olumsuzluklar, toplum kültürünün yozlaşması ve din kültürünün toplum içinde gittikçe bozulup önemsizleşmesi gibi olgular karşısında son derece önem kazanmış olan bir husustur. Üç kuşak içinde tecrübeli, olgun kuşağın tecrübe ve bilgilerinin kademe kademe daha genç kuşaklara aktarılarak devamlılığının sağlanması, birlik, beraberlik, dayanışma, saygı-sevgi, görenek ve geleneklerin aktarımı, müşterek duyguların oluşumu ve geliştirilmesi, ancak aynı çatı altında birliktelik ve bu birlikteliğin mümkün mertebe daha geniş zamanları kapsaması, fevkalade önemlidir.
Fitne düşüncesiyle kadınların camilerden uzak tutulması hakkında yapmamız gerekenler, en belirgin şekilde bizzat Rasulüllah’ın dönemindeki uygulamada bulunmaktadır. O dönemde kadınlar bizzat Peygamberin tavsiyesi ve teşviki ile erkeklerle birlikte mescitte cemaate katılıyorlar, Asrısaadetin kadınları için geçerli olduğu düşünülmeyen fitnenin sonraki dönemlerin kadınları için söz konusu olması izahı mümkün olmayan bir çelişkidir. Hatta bu düşüncenin kendisi bir fitne unsurudur.




Ayşe Böhürler / Gazeteci-Yazar
Bir defa birçok camide kadın bölümlerinin fiziki koşulları iyi değil. Bu, son yedi yılda düzeltilmeye çalışıldı ama tüm camilerde başarıldığı söylenemez. Diğer taraftan abdest mekânları da fiziki koşullar açısından kötü. Kadınlar camiye girerken yasak bir iş yapıyormuş, korkulacak, sakınılacak varlıklarmış gibi muamele görebiliyorlar. Dediğim gibi giderek azalsa da yok olmadı bu tutum. Kadın mekânları camilerde depo gibi kullanılıyor.
Camiler sosyalleşmenin ibadet vakitleri üzerinden sağlandığı mekânlar. Kadınların bu katılımda payının artması elbette onlarda bu dinin kadınlara verdiği önemin anlaşılmasında, bunun içselleşmesinde katkı sağlar. Camiler; bazen bir durak, bazen bir huzur arayışı, bazen sosyalleşme, ama hepsinde güzel şeyleri öğrenme vesilesi olabilir. Camiler Allah’ın erkeklere özel tahsis ettiği mekânlar olarak görülmemeli.



Sibel Eraslan / Gazeteci-Yazar
İbadet hakkı aynı zamanda kulluk vazifesi olarak hem ferdî hem toplumsal yükümlülük ve hak anlamında hepimizi ilgilendiriyor. Bu bağlamda birbirimize nezaket de sadece terbiye anlamıyla değil bir görev maksadıyla değerlendirilmeli. Fiziki ve sosyal güç olarak erkeklerin, daha dezavantajlı olan kadınlara, yaşlılara, çocuklara ve engellilere kolaylık sağlamaları sadece sosyal nezaket gereği değil, dinî ve ahlaki bir gerekliliktir. Kadınların ana mekânlarda ibadet etmesine hak tanınmıyor çoğu kez. Camilerde kadınlara yönelik karşımıza çıkan birtakım ayrımcılıkların bırakılmasının şimdilik kültürel bir durum olduğunu düşünüyorum. Kadınlarımızın iş dünyası ve sosyal hayata katılımı arttıkça camide ibadet etme durumumuz da normalleşecek gibi geliyor bana. Ayrımcılık gibi sekter bir ifadeyi kullanmaktansa gülümseyip henüz bilmiyorlar demeyi tercih ediyorum.



Doç. Dr. Huriye Martı / Aile ve Dinî Rehberlik Daire Başkanı
Camilerin ibadet sonrası insanların hızla dağıldığı kör mekânlar değil de halleşip dertleştiği, birbirinden haberdar olduğu, buluşup kaynaştığı odak noktaları şeklinde algılanması sanırım son derece önemli. Kadının bilgi ve tecrübelerini cemaatle paylaşarak toplumun gelişimine sunması, toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlaması, hutbe ve vaazlarla dinî bilgi akışından faydalanması, çocuğuna dinin teoriğini öğretmenin yanı sıra pratiğini de yaşatması ayrıca ailesinden başlamak üzere toplumun en ince damarlarına kadar sızan problemlerden din görevlisini haberdar etmesi gibi hususlar cami-kadın buluşmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Toplumumuzda kadınların camilere gitmesine yönelik olumsuz bakışın üstesinden gelebilmek için erkeklerimize yönelik bilinçlendirme çalışmalarına devam edilebilir. Hanımlarımıza ise cemaatle namaz kılmanın değerinin yanı sıra cemaat erkânı ve cami adabı öğretilebilir. Camiye yaklaşmalarına izin verilmedikçe, bu konuda kendilerini geliştirmeleri mümkün görünmüyor zira.



Nazlı Özburun / Aile Terapisti
Camiler insanların ihtiyaçları gözetilerek hazırlanan birçok programla canlandırılabilir. Camilerin hemen hemen her mahallede olduğu düşünülürse insanların ayaklarına kadar giden ve ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilebilecek programlarla önleyici ruh sağlığı hizmetinde bulunulmuş olur. İnsanın en temel ihtiyaçlarından birisi insan insana ilişkidir. Bu ilişkinin temel esası güven üzerine kurulu olmasıdır.
Namaz vakitlerinde camide bulunmak namazı cemaatle beraber kılmak dinimizde faziletli bir durumdur. Cemaatle kılınan namazda insanın en fazla ihtiyaç duyduğu aidiyet duygusuön plana çıkar. İzbe köşelerde ibadet etmek kadında değersizlik duygusu uyandırabilir. Kendisini dinin içinde, Allah’ın evinde ve kendisiyle aynı dine inanan insanların içinde en fazla değerli hissetmesi gerekirken kadının izbe yerlerde ibadet etmek durumunda kalması psikolojisi üzerinde negatif etkiler bırakacaktır.



Dr. Tuğba Aydeniz / Vaiz
Bir din görevlisi vazifesi ne olursa olsun (imam, müezzin, vaiz) cemaatini iyi tanımalıdır. Kimin neye ihtiyacı olduğunu bilmelidir. Plan program yaparken bunu dikkate almalıdır. Çalıştığı bölgede yaşayan insanların ekonomik durumları, eğitim düzeyleri, hayata bakışları, din görevlisinin yapacağı çalışmalarda önem taşımaktadır. Bunu yaparken takvim de göz önünde bulundurulmalıdır. Mesela çocukların imtihan dönemleri. Bu dönemde anne babanın çocuklara yaklaşımı, üzerinde durulması gereken önemli başlıklardandır.