Makale

Kadınların Cemaate Devamına Fitne Engeli Konabilir mi?

Kadınların Cemaate Devamına Fitne Engeli Konabilir mi?

Prof. Dr. Abdullah Kahraman Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Cami/Mabet iklimi
Cami ve mabet, dinin en önemli, sembollerinden biridir. Müslümanlar için dinî, kültürel ve sosyal hayatın merkezinde cami vardır. Şekli, duruşu, mimarisi ve ihtişamıyla bu kutsal yapı, psikolojik olarak insanda dinî duygunun canlanmasına ve gelişmesine katkı sağlar. Hz. Peygamber’in üç mescitte kılınan namazın sevabının diğerlerinden daha fazla olduğunu ifade etmesini (Buhari, Mescid-i Mekke, 1, 6, Savm, 67; Müslim, Hac, 415; Ebu Davud, Menâsik, 94; Tirmizi, Salât, 136.) biraz da buralarda oluşan yoğun mabet iklimi anlayışında aramak gerekir. Zira Kâbe iklimiyle başka mabetlerin iklimi bir değildir.
Cami iklimi, mümini mümin yapan bütün değerlerin kuşanıldığı, öğrenildiği, içselleştirildiği bir havadır. Esasen camiyi diğer mekânlardan ayrıcalıklı ve önemli kılan da bu iklimdir. Bu iklimi yaşatmak ve hissettirmek için hadis ve fıkıh literatürümüzde cami adabından bahsedilmektedir.
Tarih boyunca, Müslüman bilinciyle kurulan şehirlerde, inşa edilen camiler genelde caminin manevi iklimini yansıtacak şekilde planlanmıştır. Zira Rasul-i Ekrem’in mescidi bu anlamda ‘rol model’ olmuştur. Orada kadın erkek, genç yaşlı bütün müminler oluşan manevi iklimi solumuş, camiyi hayatlarının merkezi yapmış, ibadet ikliminde yetişmiş ve kalpleri hep cami iklimine bağlı kalmıştır.
Dinî bilincin kazanılması ve manevi rehabilitasyonun elde edilmesi noktasında cami ikliminin önemli oluşu bu nimetten yararlanmanın kadın erkek her müminin hakkı olduğunu göstermektedir. Ancak hadis ve fıkıh literatürümüzde kadınların özellikle cemaat namazlarına katılmaları konusunda bazı çekincelerin bulunduğunu görmekteyiz. Genellikle “fitne” endişesiyle kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha faziletli olduğuna dair hadis rivayet edilmiştir. Bazı fıkıh âlimleri de genelde bu hadisleri esas alarak özellikle genç bayanların cemaate devamının mekruh olduğu sonucuna varmışlardır. Hâlbuki bu hadisler yanında kadınların cemaate devamını teşvik eden, bu konudaki engellemeleri yasaklayan hadisler de vardır. Doğru ve tutarlı bir dinî hükme ulaşmak için aynı konudaki bu hadisleri beraber değerlendirmek gerekir. Buna göre şöyle bir hükme varmak, ilgili hadislerin ruhuna ve maksadına aykırı değildir: Kadınlar cemaatle yükümlü olmamakla beraber, -başka bir dinî kuralı ihlal etmeden- cemaate katılmaları hâlinde cemaat sevabını elde ederler. Hz. Peygamber’in kadınların mescide gitmelerini engellememek gerektiğine ilişkin emir ve tavsiyeleri bulunmaktadır. Hz. Peygamber’den sonra kadınların cemaate devamına getirilen bazı kısıtlamalar, Hz. Aişe’nin ifadesiyle yine bazı kadınların birtakım hataları sebebiyle olmuştur. Bunları da kendi bağlamı içerisinde değerlendirmek gerekir.
Cami ikliminden yararlanmada erkek ve kadınlar
Kur’an ve Hz. Peygamber kadınların cemaate katılması konusunda erkek ve kadın arasında fark gözetmediği hâlde (Buhari, Salat, 2, İdeyn, 15, 21; Müslim, Cuma, 50-52; Abdurrezzak, el-Musannef, Beyrut 1970, III, 191, V, 298.) fıkıh ve hadis geleneğimizde bu konuda ciddi sınırlamalar getirilmiştir. Kur’an’a göre, Allah’a karşı sorumlu olma, Allah’a ibadet etme ve Allah’ın muhatabı olma noktasında kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Şu ayetler bu hususu net bir şekilde ifade etmektedir:
“Ve Rableri onların dualarını şöyle cevaplar: "İster erkek, ister kadın olsun, (Benim yolumda) çaba gösterenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım: (çünkü) hepiniz birbirinizin soyundan gelirsiniz…" (Al-i İmran, 3/195.)
“Gerçek şu ki, Allah’a teslim olmuş bütün erkekler ve kadınlar, inanan bütün erkekler ve kadınlar, kendilerini adamış bütün erkekler ve kadınlar, sözlerine sadık bütün erkekler ve kadınlar, sıkıntılara göğüs geren bütün erkekler ve kadınlar, (Allah’ın karşısında) güçsüzlüğünü anlayan bütün erkekler ve kadınlar, karşılıksız yardımda bulunan bütün erkekler ve kadınlar, nefislerini kontrol eden bütün erkekler ve kadınlar, iffetleri üzerine titreyen bütün erkekler ve kadınlar ve Allah’ı durmaksızın anan bütün erkekler ve kadınlar için, (evet,) bunlar(ın tümü) için Allah, mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35.)
Bunun yanında Kur’an, mabede adanmış bir kadın olan Hz. Meryem’i kadınlara örnek olarak sunmaktadır. O, zamanının engelleyici anlayışına rağmen mabette yetişmiş, mabet iklimini soluyan bir kişilik sahibi kadının nasıl olması gerektiğinin en güzel örneği olmuştur.
İslam’ın geldiği Arap toplumu kadınlara gereken önemi vermiyordu. Ancak âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in rahmet pınarından bir yönüyle en çok kadınlar su içmiştir. O, Kur’an’dan destek alarak, “Ben şu iki zayıfın, kadın ve yetimin hakkına el uzatılmasını yasaklıyorum.” (İbn Mace, Edep, 6.) demişti. Allah’ın kulu, mabedin müdavimi ve mescit ikliminin soluyucusu olma bakımından kadının da erkekle eşit hakka sahip olduğunu ilan etmişti. Bir gün Hz. Peygamber “Allah’ın (kadın) kullarını mescitlerine gitmekten alıkoymayın, (fakat) mescide koku sürünmeden gelsinler.” (Buhari, Cuma, 13; Müslim, Salât, 136; Ebu Davud, Salât, 52.) dediğinde Arap toplumunun alışageldiği ve zihinlerde tortu bırakan yanlış geleneklerden biri daha çatırdamıştı. Ancak zihinlerde kadına bakışın kötü izleri tamamen ortadan kalkmamıştı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra çok geçmeden kadının mabede erkeklerle birlikte devam edip aynı mekânda ibadet etmesine itirazlar yükselmişti. Sonrasında kadının namaz kılacağı en faziletli mekânın evi olduğu yolundaki rivayetlere ağırlık verilmeye başlandı. Bunu kadınların bazı olumsuz davranışları da tetikledi. Nitekim Hz. Aişe, Hz. Peygamber’in vefatından sonra camiye gelen kadınların birtakım olumsuz davranışlarını görüp şöyle demiştir: “Şayet Peygamber kadınları(n bu durumunu) görseydi onların dışarıya çıkmasını engellerdi.” (Buhari, Ezan, 163; Müslim, Salât, 144.) “Rasulüllah kadınlarda bizim gördüklerimizi görseydi, İsrailoğullarının kadınlarını engelledikleri gibi, onların mescitlere çıkmalarını engellerdi.” (Buhari, Ezan, 163; İbni Hacer, Fethu’l-bârî, II, 623-624.)
Engelleme gerekçesi olarak fitne
Hz. Peygamber döneminde kadınların genç yaşlı ayrımı yapılmadan mescide gelmelerine engel olunmamış, aksine gelmeleri konusunda teşvik bile edilmişlerdir. Ancak Hz. Peygamber, kadının kadınsı özelliklerinden kaynaklanabilecek potansiyel bazı olumsuzlukların meydana gelmemesi için, mescide devam eden kadınların riayet etmeleri gereken bazı ölçüler koymuştur. Kadınların mescide gelirken erkeklerin dikkatini çekecek koku sürünmemesi, alımlı elbiseler giymemeleri, erkeklere karışmamaları gibi hususlar bunlardan bazılarıdır. Aslında bu ölçülerle kadına mabede gelirken takva elbisesine bürünerek yani ibadet bilinci taşıyarak gelmesi tavsiye edilmiştir. Bunun yanında Hz. Peygamber, kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha faziletli olacağını da ifade etmiştir. Bu ifadesinin arkasında, toplum ve aile yapısını dikkate alarak, kadının evdeki işlerini, kocasına karşı yükümlülüklerini ve çocuklarına bakma görevlerini aksatmamasının yattığını düşünebiliriz. Aynı zamanda onun bu tavsiyesini cemaatle ibadet için koyduğu ölçülere riayet edemeyen kadınlara mahsus kılmak da mümkündür.
Sahabe dönemine bakıldığında, sahabenin genel tavrının kadınların namazlarını evlerinde kılmalarından yana olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Hz. Peygamber’in kadınların mescide gelmesine engel olunmamasını ifade eden hadislerini dikkate alan sahabe, bu konuda kesin bir yasak getirmemiştir. Sahabenin, kadınların mescide devam etmelerine taraftar olmamalarında şahsi kıskançlıkları yanında, o dönemde bazı kadınların Hz. Peygamber’in koyduğu ölçüleri ihlal etmelerinin etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Sahabenin ihtiyatkâr tutumu fukahanın anlayışında, kendi zamanlarının şartları da dikkate alınarak, daha yasaklayıcı hâle gelmiştir. Ayrıca fukaha, sahabenin adını tam olarak telaffuz etmediği, ancak altyapısını hazırladığı yasaklama gerekçesini de oluşturmuş ve çokça kullanmışlardır ki, bu gerekçenin adı “fitne”dir. Fitne gerekçesi kadınlar bağlamındaki hükümler için öyle bir söylem hâline gelmiştir ki, şahıs, yer ve zaman ayırımı yapılmadan, âdeta bütün kadınlar hakkında kullanılagelmiştir.
Sonunda fitne söylemi sebebiyle kadının camide namaz kılmasına hoş bakılmamaya başlandı. Bunun için genelde cami mimarisinde kadınlara ait şadırvan ve namaz kılma yeri oluşturulmadı. Fukaha fitne kavramını, daha çok, kadınların erkeklere karışması sonucunda oluşacak cinsel duygular ve tahmin edilen olumsuz davranışlar anlamında kullanmışlardır. Bunun sonucu olarak, bazı fıkıh kitaplarında özellikle genç kadınların cemaatle namaza devam etmeleri mekruh kabul edildi. Böylece fitne kavramı zaman zaman kadınlar aleyhine de kullanılan bir terim olmuş ve kadın “fitne” korkusu ile bazı haklarından mahrum bırakılmıştır. Bu gerekçe, tarih boyunca İslam toplumlarında kadının cemaatle ibadet etme grafiğinin aşağıya doğru seyretmesine yol açmıştır. Hâlbuki bu kavram eğer bir gerçekliği ifade etmek için kullanılacaksa erkekler için de uygulanmalı idi. Zira tek taraflı fitne kaygısı yanlış algılamalara ve kadının töhmet altında bırakılmasına zemin hazırlamıştır. Çünkü toptancı bir anlayışla bu gerekçeyi her zaman, her yerde ve her kadın için kullanmak, Müslüman kadınlarının potansiyel tehlike olarak görülmesi gibi onur kırıcı ve güven zedeleyici bir sonuç doğurmuştur. Zira fitne kolay ve subjektif bir gerekçedir. Onu tek taraflı düşünerek sadece kadınların hâl ve hareketlerini kısıtlayıcı bir veçheye dönüştürmek yanlıştır. Fitnenin nerede olduğu araştırıldığında bunun, kadın erkek farkı olmadan, mabet ve ibadet bilinci taşımayanların kafasında olduğu görülecektir.
Netice olarak müminin hayatında cami iklimini hissetmek, solumak ve içselleştirmek önemli bir yer tutar. Bu iklim, cami merkezli hayatın inşası, kalbin mescitlere bağlı kalması ve sosyal hayatında müminin sorumluluk bilinciyle hareket etmesine katkılar sağlar. Bu iklimin farkında olanlar camiyi sıradan bir mekân değil, Allah’ın evi, kutsal bir mabet olarak algılarlar. Bu sayede ibadetleri de âdet olmaktan çıkar ve ibadet vasfı kazanır. İbadetlerinden aldıkları manevi hazzın tadı ruhlarına sirayet eder. O iklime yeniden girmek için kulakları ezanda olur. Bu iklimde kalpler tatmin olur, ruhlar huzur bulur, müminler gerçek kardeş olur.
Kadınların cami adabına yakışmayan olumsuz davranışları sebebiyle onların cemaatle ibadetten engellenmesi yerine, eğitilerek cami ikliminden nasiplenmesi yoluna gidilmesi daha isabetli bir yaklaşım olsa gerektir. Kadınlara Hz. Meryem ideali aşılamak ve camilerin kapılarını onlara kapamamak gerekir. Aksi hâlde kadınlara kapılarını ardına kadar açan pek çok mekân bulunmaktadır.