Makale

Kutsal ve İnsan-Mekan İlişkisi

Kutsal ve İnsan-Mekân İlişkisi

Yard. Doç. Dr. Ahmet Çapku
Kırklareli Üniversitesi

İslam düşüncesinde insan mükerrem (saygın, değerli) varlık olarak kabul edilir (İsra, 17/70.) ve onun canı, malı, namusu, inancı, aklı garanti altına alınarak diğer canlılar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltilir. İnsanın değerli kılınışı yanında insan için değerli kılınan ve onun hayatına anlam katan kutsal zamanlar ve mekânlar vardır. (Bilgi için bkz. Günay Haral, Kutsiyet mad., Diyanet İslâm Ansiklopedisi, c. 26, s. 497.) Kutsal mekânların başında ise şüphesiz ki, Allah evleri olarak kabul edilen ibadet mekânları gelir.
Kur’an’da insanlar için inşa edilen ilk evin Kâbe olduğu ifade edilir. (Âl-i İmran, 3/96.) Camiler ise Kâbe’nin yeryüzüne dağılmış şubeleridir. Ev, insanın maddi planda güvende olduğu bir sığınaktır. Allah’ın evi olan Kâbe’nin de bu manada bir güven yeri olduğu belirtilir. (Âl-i İmran, 3/97.) Bu yönüyle insan için hayati önem taşıyan güven (emniyet) hâli ile Allah evleri arasında bir irtibat tesis edilmiş olur. Kâbe ve çevresinin harem olarak adlandırılışı ve o muhitte olan her canlının yaşamının garantiye alınmış olması İslam’ın hayata verdiği önem açısından ilgi çekicidir. Dahası Kâbe ve çevresinde özellikle belli zamanlarda ihrama giren kişilerin, kavga ve günahlardan uzak durmasının istenmesi de aynı konuyla bir şekilde irtibatlı görünmektedir. (Bakara, 2/197.)
Hz. Peygamber’in hicret esnasında Medine yolunda iken Kuba’da, Kâbe’den sonra İslam’ın ilk mescitlerinden olan Kuba Mescidi’ni inşa etmesi, Medine’ye gelir gelmez de Mescid-i Nebi’nin yapımına başlaması insanın, kutsal kabul edilen mekânlarda arınma ve manen Allah katına yükselme düşüncesi ile ilgili olsa gerektir. Kuba Mescidi ile ilgili olarak Kur’an’da, “takva üzere kurulan mescit”, “onda temizlenmeyi seven insanlar vardır ve Allah çokça temizlenenleri sever.” (Tevbe, 9/108.) ifadeleri Allah evleri olan camiler ile takvaya bürünmüş temiz insan olma ameliyesi arasındaki ilgiye dikkatimizi çeker.
İslam’ın ilk yıllarında başta Mescid-i Nebi olmak üzere inşa edilen diğer ibadet mekânlarının hayatın tam kavşak noktasında yer aldığı görülür. İbadet mekânları olmaları yanında eğitim, yardımlaşma, güvenlik ve gündelik hayatın paylaşımı gibi konular açısından camiler merkezî bir konum üstlenmiştir. Bir Müslümanın doğumundan evlenmesine, ölümünden kabir hayatına kadar hemen birçok unsurun cami merkezli olduğunu düşünürsek camilerin düşünce ve duygu dünyamızda ne kadar derinlere kök saldığı anlaşılır. Buna binaendir ki, kutsal ile irtibatlı olan cami merkezli bir hayat ile güvenilir insan olmayı hedefleyen kulluk algısının ibadet mekânları/camiler üzerinden inşa edilmiş olması oldukça düşündürücüdür.
Kurulan İslam şehirlerine bakılınca hemen bütün yolların Kâbe’nin şubeleri olan camilere çıktığı yani İslam şehrinin merkezinde kutsal mekânlar olarak camilerin yer aldığı görülür. Bu açıdan Müslümanların aynı mana etrafında ana buluşma noktası camiler olurken hayatın diğer müştemilatının da cami etrafında şekillendiği bilinen bir gerçektir. İstanbul’da Süleymaniye Külliyesi örneği üzerinden meseleyi ele alacak olursak şunları dile getirmemiz mümkündür. Yahya Kemal’in, “Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi / Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kutsi tepeyi” (Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İst. 1997, 11. bsm., Fetih Cemiyeti Yay., s. 10.) mısralarıyla tebcil ettiği Süleymaniye Camii, hemen herkes tarafından görülebilecek bir mekâna inşa edilmiştir. Külliye’nin ortasında en görkemli hâliyle inşa edilen Süleymaniye Camii’nin etrafında medreseler (evvel, sânî, sâlis, râbi‘, dârul-hadîs medreseleri), bugün en büyük yazma eser kütüphanesi konumundaki Süleymaniye Kütüphanesi, türbeler ve mezarlık, çarşılar, aşhane (daru’z-ziyafe), hastane, çeşmeler vd. bulunur. Gerçekte böyle bir yapı manzumesi denilebilir ki, insanımızın âlem tasavvuru ve kalbi duygularıyla doğrudan irtibatlıdır. Bu yönüyle yerleşim alanlarımızın merkezinde bir mabedin yer alıyor oluşu aynı zamanda kutsal mekân vasıtasıyla gerek Allah-insan gerek insan-insan arasında kalbi/hissi bağların kurulmasını da temin eden bir unsur olmuştur.
Doğrusu bir bitki nasıl köksüz yaşayamazsa insanlar da tarihlerinden ve tarihî değerlerinden kopuk olarak varlıklarını devam ettiremezler. Türkler Müslüman olduktan sonra yeni yerleştikleri yerlerde mekân tutabilmek için başta camiler olmak üzere kendi değerlerinin sembolü olan tarihî nitelikte eserler yapmaya özel önem atfetmişlerdir. Sözü edilen yapılar, onlara kişilik ve kimlik kazandıran temel unsurlar cümlesinden olagelmiştir. İnancın timsali olan camiler, bilginin timsali olan mektepler ile yan yana yapılarak kişinin dünya ve ukba mutluluğunun inşa edilmesinde özel bir konum arz etmiştir. Mektepler kişilerin fikri yapılarının oluşumunu sağlarken kutsal mekân olan camiler ise kişiye duygu değer kazandıran ve böylece toplum fertlerine kişilik ve kimlik kazandıran yapılar olagelmiştir. Aynı duyguları paylaşan insanlar kaynaşıp bir arada yaşayabilirler. İnsanların fikirleri zamanla değişebilir nitelikte iken duygunun ve duygu değerlerin değişmesi kolay olmaz. Dolayısıyla duygu değerlerin kendileri vasıtasıyla sağlandığı camiler, toplumun birlik ve bekasında kaynaştırıcı ve birleştirici bir fonksiyon icra ederler.
İmam Maturidi özellikle camilerin kutsal yerler oluşunu, “Üzerinde Allah’tan başkasına tapınılmamış yer özelliği taşıması (…) ve içinde ibadet edilmesinin sevabının fazla olması” (bkz. Haral, agm., c. 26, s. 497.) şeklinde yorumlar. Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Nebi’de, “İsm-i pakin pak olur zikreyleyen” mısraıyla dile getirdiği üzere arınmak için Allah’a ibadet eden kişinin amacı temiz bir insan olmaktır. Camiye ibadet için gelenler de elbette ki günahlardan temizlenmek, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği güvenilir bir insan olmak hedefini gaye edinirler. Bu açıdan camiler, aynı mana ve gaye etrafında duygu-değer birlikteliği içinde bir araya gelenlerin kaynaştığı, fizik dünya ile metafizik âlem arasında sağlam köprüler kurarak dünya ve ahiret kardeşi olan insanların vücut bulmasında temel bir işlev görür. Yaşam alanlarının merkezinde kurulan ve en yüksek sanat heyecanıyla yapılan mabetler doğumdan ölüme bir Müslümanın hayatının şekillenmesinde belirgin bir hususiyet taşır. Bu yönüyle camiler, kutsal mekânlar oluşları itibarıyla inananların hayatına deruni bir anlam ve kutsiyet katan en somut yapılardır.