Makale

Çöl: Çelişkiler Coğrafyası

Nihal Şahin Utku

Çöl: Çelişkiler Coğrafyası

Sonsuzluğu andırır çöl. Yokluk dışında yoktur sabiti. Tekdüze ovalarındaki tek işaret, kumları yırtan dağlardır: Ölüm dışında gerçeği olmayan hayat gibi. Tek sabit ve sonsuz değişkenin olduğu, kuru ve yalın bir imanın hükmüne açık, medeniyetin sulayarak beslediği türlü felsefi teferruattan uzak bir coğrafyadır.
Yoklukta imtihan ederken ilham zerk eden; öfke saçarken terbiye eden bir kaderdir çöl. Yoluna düşenleri sabra mıhlayan, sırra ermek isteyenleri çileyle imtihan eden zorlu bir tecrübedir. Derin yalnızlıklar yaşatırken, yokluğun içinden bilge bir olgunluk çıkarır.
Sufi çevreler için “çöle girmek”, bu yüzden marifet yolunda aşılması gereken fakr kapılarından en zorlusu olup; azıksız yola çıkmaya ve tevekkül yoluna girmeye dair ciddi bir tecrübedir.
İnsanın tabiatın kaprisine karşı “yardımsız bir kurban”a dönüştüğü çöl yaşamında fertler, komşu bir kabilenin düşmanca saldırısıyla ya da sürülere musallat olan bir salgınla, bir gecede yoksul duruma düşebilirler. Ya da uzun süren bir kuraklıkta, korkunç bir açlık ve ölümle burun buruna gelebilirler. Bu yüzden denetleyemediği bu güç karşısında çöl insanı zaman zaman bencil olmaya mecbur kalsa da, çöl şartları bireye tahammül etmez. Zira kabilesiz birey kayıptır; çölün durmadan değişen yüzünde anlık bir parıltıdan ibarettir. Nitekim Bedeviler, Tuaregler, Beceliler ve Aborijinlerin hep aynı toplumsal kaderi paylaşması bir tesadüf değildir.
Kaderin kaçınılmaz pençesinin her zaman yakında olduğu hissi, çöl insanında bir tevekkül geliştirir. Kadere direnmek yerine, bir erdem olarak kaderin çizdiği yola sessizce ve sabırla teslim olur.
Çöl, üzerinde vatan kurmuş toplumlar için bir yerleşme yeri olmaktan öte, onların kutsal geleneklerinin bir muhafızı, dillerinin sadık bir bekçisi ve genişlemeci güçlerin saldırılarına karşı en önemli müdafaa hattıdır. Az sayıdaki su kaynakları, kavurucu sıcağı ve kıt yiyecek imkanları normal zamanlarda ciddi sıkıntı olsa da, zor zamanlarda “güvenilir müttefik”lerdir. Bu da çöl sakinlerinin yabancı boyunduruğuna kolay razı olmamaları anlamına gelir.
Bu anlamda çöl insanı hürdür. Gerek kabile içi, gerekse kabileler arası düzeni sağlayacak birkaç töre dışında kural tanımaz, vergiye yanaşmaz, reaya olmaz. Çölde insan, mekânın baskısından kurtulur. Şehirli insan ise, mekânı değiştirir, şekillendirir, çürütür ve yeniden üretirken, esasında gittikçe mekâna teslim olur. Şehirde dün, bugün ve yarın “zamanın gayesi” sayılırken, çölde insan, “çadır bozarak geçmiş zamanı silebilir” ve üzerinde kudreti olmayan yarını bir hüsran olarak görmez. Çöl insanı şehirli insan gibi bir “mahpus” değildir. Şehrin canlı hayatı insanı bıktırır, ancak çöl bıkkınlığa müsaade etmez; insanı kendi hâline bırakmaz.
Çöl, insanı uyanık ve tetikte tutarken, ruhu özgürleştirir. Çitlerle çevirecek bir arazisi olmadığı için medeniyetin “kötülüklerine” bulaşmamıştır o; Jean-Jacques Rousseau’nun ideal insanı burada müşahhaslaşmıştır.
İslam’ın doğduğu Orta Arabistan havzası da tarih boyunca el değmemiş olmasını, elverişsiz çöl şartlarının dayattığı zorlu coğrafyasına borçludur. “Fusha”nın kaynağıdır. Bozulmamış Arapçası nedeniyle dil bilimcilerin saha çalışması yapmak için akınına uğramıştır. 10. yüzyılda İslam dünyasının en önemli Arapça sözlükleri bu havzada derlenmiştir.
Hasılı, çöl bir çatışma yeri değil; dingin bir mekandır. İlahî güçle temas kurulduğuna inanılan çöl, bu yüzden de tarih boyunca tarihsel, toplumsal ve dilbilimsel malzeme toplayan birçok seyyahın okulu olmuştur. Kanı çekilmiş toprağında, nice kâşif, derviş, mecnun ve ermişi ağırlamıştır.
Gündüz bir ışık denizini andıran çöl, aldatıcı sonsuzluk duygusuyla, huzur veren ürpertici sessizliğiyle tam bir çelişkiler coğrafyasıdır. Bu yüzden çölün dilini çözmek zordur.