Makale

TOPLUMSAL GÜVENCE ve Ortak Paydaları

TOPLUMSAL GÜVENCE
ve
Ortak Paydaları

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Kişi ile toplumu birbirine karşı sorumlu ve duyarlı hâle getiren özelliklerden biri de güven duygusudur. Bilindiği gibi güven sözcüğü Arapça’da emn, emin ve eman gibi kelimelerle ifade edilmektedir. Buna göre; güven veya güvenirlilik denince, yaşadığı ortamda insanın barış ve huzurunu olumsuz yönde etkileyen her türlü korku, endişe ve istikrarsızlıktan uzak olması akla gelir. Böylece güven duygusu; hem peygamberlerde hem diğer insanlarda olması gereken ortak bir sıfattır. Hatta, Kur’an’da da işaret edildiği gibi güvenilir olmak; peygamberler için öngörülen beş zorunlu nitelikten biri olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Yüce Allah, Hz. Muhammed (s.a.s.) başta olmak üzere; Hz. Nuh, Hz. Hûd, Hz. Salih, Hz. Lût ve Hz. Şuayb için "Kavimlerine gönderilmiş emin (güvenilir) elçiler" (Şuara; 107,125,143,162,178.) olduğunu haber vermiştir. Hz. Musa da, Firavun ve adamlarına hitaben "Ey Allah’ın kulları bana gelin, doğrusu ben size gönderilmiş emin (güvenilir) bir elçiyim."(Duhan, 18) demiştir. Yine Peygamberlere getirdiği vahyi olduğu gibi tebliğ eden Cebrail (a.s.)’e de; bu güvenilirliğinden dolayı " Ruhu’l Emin " denilmiştir: " O (Kur’an ) şüphesiz değerli, güçlü ve Arş’ın sahibi katında itibarlı, orada ( meleklerce) itaat edilen, güvenilir bir elçinin (Cebrail’in ) getirdiği sözdür." (Tekvir, 1921)
Hz. Muhammed (s.a.s.) İslâmiyet’ten önce de emanete olan hassasiyetinden dolayı çevresi tarafından "Emin" sıfatıyla anılmıştır. Çünkü o; hayatında cömert, iyi huylu, uysal, komşuluk hakkını gözeten, doğru sözlü ve güvenilir olarak tanınmıştır. Peygamber olmadan önce bile herkes ona güvendiği için kıymetli eşyalarını yanına emanet bırakıyordu. Kendisine Nur dağında, vahiy geldikten sonra endişeli ve heyecanlı bir şekilde evine dönmüştü. Eşi Hz. Hatice, onu teskin etmek, moral ve destek vermek için güvenirliliğini hatırlatarak şöyle demiştir: "Korkma! Allah’a yemin ederim ki; O seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten aciz olanların ^yafdtm eder; misafiri ağırlarsın; ihtilâf anında Allah’ın emrini ve rızasını tercih edersin." (Buhari, Bed’ul Vahiy) Gerçekten o, hayatı boyunca komşuluk ilişkilerine, iş hayatına, çalışmaya ve insanlar arasında sosyal yardımlaşma ruhunun yerleşmesine önem vermiştir. Mekke’den hicret edenlerle, Medine yerlileri arasında İslâm kardeşliğini kurmuştur. Bu uygulama; İslâm tarihinde toplumsal güven duygusunun yerleşmesi açısından önemli bir başlangıçtır. Çünkü barış, huzur ve güven olmadan mutlu bir toplumdan söz edilemez. Bu nedenle, Hz. Muhammed (s.a.s.) bireysel güvenceyi ön plâna çıkararak toplumu meydana getiren üyelerin birbirlerine güven duymalarını, özellikle görev ve sorumluluklarını yerine getirmelerini önermektedir: "Müslüman; diğer Müslümanların, onun elinden dilinden emin oldukları kİmsedir."(Müslim; İman, 64-65) "Bir Müslüman’a ihanet eden, hile yapıp insana zarar veren, bizden değil- dİr."(Müslim; İman, 164)
Bilindiği gibi insan, sosyal bir varlıktır. Onun toplumdan soyutlanması ve yalnız başına yaşaması mümkün değildir. Manevî ve fiziksel ihtiyaçları için, diğer insanlarla ilişkiler içinde olmak zorundadır. Bu kural akrabalık, komşuluk, arkadaşlık, dostluk ve ortaklık gibi toplumsal ortamın oluşmasına vesile olan herkes için geçerlidir. Çünkü küreselleşen dünyada insan her gün yeni ve güncel olaylarla karşılaşmaktadır. Kişi haklı olarak; arkadaş edinmede, ev alımında, komşu seçiminde, iş kurmada, servet ve birikimini değerlendirmede mutlaka geleceğine ve çevresine güvenmek istiyor. Ticaret, kredi, ihracat, ithalat, iş akdi, yatırım, üretim ve pazarlama gibi ekonomik ve sosyal hayatı ilgilendiren bütün teşebbüsler yine güven ve istikrar ortamına göre şekillenmektedir. Enflâsyon rakamları, para birimleri ve borsa dalgalanmaları gibi sık ve ani değişikliklerin arka plânında da yine güven ve istikrar unsuru bulunmaktadır. Görüldüğü gibi güven duygusu sadece kişinin ruhî ve ahlâkî yapısıyla sınırlı olmayıp onun sosyal, küttürehve iktisadr hayatmm tamamını içine almaktadır. Bu durumda insanın inanç, ibadet ve ahlâkî karakteri kadar; dışa yansıyan görüntüsü, çalışması, iş ahlâkı, ekonomik ve sosyal hayatı da o kadar önemlidir. Şüphesiz ki toplumsal güvenin oluşmasını sağlayan birçok faktör vardır. Biz burada daha çok; toplumsal güvencenin ortak paydaları olarak kabul edilebilecek nitelikte olan "Doğruluk, Sorumluluk ve Adalet"ten söz etmek istiyoruz.
Doğruluk: insanın hak ve gerçeğe göre hareket ederek çevresine güven vermesini sağlayan bir niteliktir. Bu durumda asıl doğruluk özde, sözde ve iş hayatında değişmeyen kesin irade ve kararlılıktır. İslâm’ın öngördüğü bu tür bir dürüstlük aynı zamanda kişinin inancıyla da örtüşmektedir Yüce Allah, Kur’an’ın birçok ayetinde bu hususa şöyle işaret etmiştir: "Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun."(Tevbe, 119) "Şüphesiz Allah doğru erkeklerle doğru kadınlar için bağışlama ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ah- zab, 35) "Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın, insanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." (Hud, 85) "...Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol..."(Hud, 112) Görüldüğü gibi Yüce Allah bu ayetlerde; erkek ve kadın ayırımı yapılmaksızın doğruluktan yana tavır alınmasını, haklı ve dürüst insanlarla birlikte hareket edilmesini, ekonomik hayatı yakından ilgilendiren ölçü ve tartıya riayet edilmesini, haksızlık ve bozgunculuk yapılmamasını ve gösterişten uzak bir biçimde dosdoğru hareket edilmesini istemektedir.
Hz. Muhammed (s.a.s.) de doğruluk prensibi üzerinde durarak, onun ahlâkî, ferdî ve sosyal hayatımızdaki önemini şöyle açıklamışlardır: "Doğruluktan ayrılmayın; Çünkü doğruluk iyiliğe (huzur ve güvene), iyilik de cennete götürür, insan doğru oldukça ve doğruluğu aradıkça, Allah katında doğru olarak yazılır..."(Buhari, Edeb, 69) Yine Abdullah oğlu Süfyan; Hz. Peygamberden kendisine ışık tutacak bir öğüt isteyince, mâna bakımından son derece anlamlı ve yüklü olan şu cevabı almıştır: "Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol." (Müslim, İman, 12) Böylece doğruluğun inanç, söz, iş, eylem ve uygulama ile bağlantılı olduğu da vurgulanmıştır.
Sorumluluk: Şüphesiz ki insan; iman, irade, akıl, düşünce ve muhakeme bakımından diğer varlıklardan daha üstün yaratılmıştır. Bu üstün kabiliyeti gereğince o; öncelikle Allah’a, nefsine, ailesine ve içinde yaşadığı topluma karşı sorumlu kılınmıştır. Allah, insana bu sorumluluğunu hatırlatmak için pek çok peygamberler göndermiş ve onlara ayrıca kitaplar indirmiştir. Bu durumda her insan, içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olarak kendisine verilen iş ve emanete riayet etmelidir.
Yapacağı her işi sağlam ve usulüne uygun yapmalıdır. Günümüz iş hayatında karşılaşılan asıl problem; kalite ve sağlamlık sorunudur. Oysaki herkes; hayatın akışına ve şekillenmesine karşı sorumludur. Hiç kimse kendisini olup biten olayların dışında tutamaz. Alıp verilen nefesleri, ulaşılan nimetleri, elde edilen servetleri, sağlıklı akıp giden hayatı görmemek mümkün müdür? Kişi sağlam bir irade ve akıl ile dönüp çevresine baktığında herhalde bu sorumluluğunu daha iyi anlayacaktır. Ancak bu anlayışın inanç, ibadet, ahlâkî değerler, eğitim ve kültür gibi davranışlarla desteklenmesi gerekmektedir. Yüce Allah, bu görev ve sorumluluk bilincini insanlara şöyle hatırlatmaktadır: "Allah her şeyi sağlam ve yerli yerince yapmıştır." (Nemi, 88) Davranışlarıyla bize örnek olan Hz. Peygamber (s.a.s.) de; "Muhakkak Allah, sizden birinin yaptığı işi sağlam yapmasından hoşnut olur." (Süyu- ti, 1, 354) buyurmuşlardır.
Adalet: Her şeyi ölçülü yapmak, hak sahibine hak ettiğini vermek, davranış ve hükümde doğru olmak demektir. Ayrıca; düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük ve tarafsızlık gibi manâlara da gelmektedir. Hak ve adaletin gözetilmediği toplumlarda, huzur ve güven duygusundan söz edilemez. Buna bağlı olarak adlî, İdarî, siyasî, İktisadî ve ahlâkî bütün ilişkiler etkilenir ve bozulur. Bu ilişkilerin bozulması ise; toplumsal barışın zedelenmesi demektir. (Mustafa Türkgülü, Hz. Muhammed ve Toplumsal Güven, T.D.v.Elazığ şb. 2002), Adaletin yok olması veya uygulanmaması durumunda ise; olumsuzlukların zincir halkaları gibi uzayıp gitmesine neden olacaktır. Yüce Allah, bu hususu cuma günleri hutbeden sonra okunması teamül haline gelen ayette şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor" (Nahl, 90) .
Günümüzde objektif bir değerlendirme yapıldığında, kimse dünyada toplumsal güven, barış ve huzurun yeterli olduğunu söyleyemez. Meydana gelen savaşlar, kilometrelerce uzağı tehdit eden silâhlar, açlıktan ölen insanlar ve ihlâl edilen insan hakları gibi uluslar arası problemler hâlâ dünyanın gündemini meşgul etmektedir. Yaşanan bu problemlere, her toplumun kendi içinde yaşadığı sıkıntı ve olumsuzluklar da eklenince konunun ciddiyeti daha da artmaktadır. İşte İslâm’ın öngördüğü ve toplumsal güvenin üç temel unsuru olarak kabul edilen "Doğruluk, Sorumluluk ve Adalet"in sosyal hayatımızdaki yeri ve önemi üzerinde bir kez daha düşünmek zorundayız. Gerçekten bu kavramların özünde hazineler kadar zengin değerler, birikimler ve güzel örnekler vardır. Nitekim "Cahiliyye Çağının" bile barış, huzur ve güven içinde yaşanır hâle getirilmesi de ancak bu değerler sayesinde mümkün olmuştur.