Makale

İletişimde gönül köprüsü: Selamlaşma

İletişimde gönül köprüsü: Selamlaşma

Prof. Dr. Ertuğrul Yaman
Yıldırım Beyazıt Üniv.
eyaman@ybu.edu.tr


İnsanoğlu, yaratılışı gereği toplumsal bir varlıktır. Hem biyolojik hem de psikolojik açıdan başka insanlara muhtaç bir canlıdır. Bu muhtaçlığın ötesinde, her insan sağlık, huzur ve mutluluk arıyorsa, yine bunun yolu da diğer insanlarla birlikte olmak ve güzel ilişkiler kurmaktan geçmektedir. Kısacası, insanlar, her daim, başka insanlarla iletişim kurma ihtiyacı duyarlar.
İletişimin altın anahtarı ise, kalben, bedenen ve lisanen verilen bir selamdır. Selam; karşımızdaki insan(lar)a en güzel dileklerimizi iletme ve onlara esenlikler dileme davranışıdır. Selam; gönülden gönüle iletişim köprüleri kuran bir yürek sedasıdır. Zira etrafımızdaki insanlara saygı ve sevgi göstermenin ilk adımı selamlaşmadır. İnsanlara vereceğimiz içten, güler yüzlü bir selam, iletişim kurmak için önümüze altın yaldızlı, ışık dolu, çift kanatlı kapılar açacaktır. Selam, gönül ufuklarına atılan bir kulaçtır. Sonrası size kalmış. Gönül kapıları bir kez açıldı mı gir girebildiğince…
Nezih ve latif bir selamın devamında tevazu, nezaket, vakar ve samimiyetle başlayan bir diyalog, fertleri, saygı sahillerinde tadına doyulmaz bir temaşaya sevk eder. Bunun için özümüzle (beden dili) sözümüz (konuşma dili) bir olmalıdır. Riyakâr, yapmacık davranışlar ve sözler, kar taneciklerinin ateş üzerine düşmesi gibi, etkisiz ve ömürsüz kalacaktır.
Samimi, içten bir selam, candan tavırlarla ve güzel sözlerle birleştiğinde, birtakım zararlı bitkiler gibi fena duygularla kuşatılmış gönül kaleleri, sözden güller ve çiçeklerle bezenecektir. Her güzel söz ve davranış, her türlü zırhla kaplanmış gönül kalelerinin kapılarını er veya geç açacaktır. Bundan asla şüpheniz olmasın; yeter ki, siz tutarlı ve sabırlı olunuz.
Gündelik ilişkilerde, iletişimin niteliğini belirleyen ilk söz ve davranış selamlaşmadır. Selamın alınışı ve verilişi, ilişkinin devamını belirleyici en önemli etkendir:
Köyün birinde bir kadıncağız, kızını elek istemek üzere çok sevdiği komşusuna gönderir. Kızın canı sıkkındır. Komşu teyzeye gider, selamsız sabahsız, hâl hatır sormadan çatık kaşlı, gergin bakışlı bir ifade ve donuk bir sesle: “Eleği ver!” der. Bu tarza ve üsluba anlam veremeyen komşu teyze, aynı tarzda cevap verir: “Elek yok” diye çıkışır. Kız, hışımla kapıyı çarpar ve annesine koşar: “Elek yokmuş” der, sitemkârane. Anne şaşırır. Kırk yıllık komşusu ilk defa isteğini geri çevirmiştir. Hemen komşusuna gider, selam verir; hâl hatır, hoş beşten sonra müşfik bir sesle eleği niçin vermediğini sorar. Komşu teyze, bir yandan gülümserken bir yandan da eleği uzatır. “Hoş geldin komşu, buyur” der. Eleği kızına niçin vermediğini de şöyle açıklar: “Eee komşu, elek istemenin de bir yol/yordamı var.”
Ağızdan çıkan iyi veya kötü her söz, sahibine aittir. Muhatap bunu duyar veya duymaz; hak eder veya etmez. Bundan daha önemlisi bizim ağzımızdan çıkan sözün, bizim iç dünyamızı yansıtmasıdır. O sebeple, öncelikle iç dünyamızı pir u pak eyledikten sonra, bunu sözlerimizle de pekiştirmeliyiz. Nitekim atalar “Kötü söz sahibine aittir” demekle bu gerçeği vurgulamışlardır.
Asla unutmayalım ki, ağzımızdan çıkan sözler muhatabın değerini belirlemez. Gerçekte bu sözler, konuşanın kişiliğini, kimliğini ortaya koyar. Konuşmak, kendimizi oynamaktır, benliğimizi ifşa etmektir aslında.
Yine, ecdat, “Kibârın kelamı, kelamın kibârıdır” demekle muazzam ölçüyü koymuştur. Konuşurken kendinize olan saygıyı hiç kaybetmemeniz gerekir. Karşıdaki kişiler, saygıyı hak etsin veya etmesin biz, öz saygımız gereği karşı tarafı saygıdeğer kabul ederek davranalım. Zira sizin saygınız onu yüceltmediği gibi; saygısız tavır ve sözleriniz de onu küçültmez.
İnsanlar arası iletişimin en garantili, en kestirme ve en uygar yollarından birisi de selam vermek ve hâl hatır sormaktır. Çoğu zaman alışılmış bir davranış gibi görünen selamlaşma ve hâl hatır sorma, gerçekte, her insanın ihtiyacı olan manevi tatmin araçlarından birisidir. İnsanları birbirlerine yaklaştıran ve aralarında sıcak duygular uyandıran bu davranışın giriş sözleri ise, çoğu zaman bir selam biçimi olmaktadır.
Uzun zamandan beri görüşemediğimiz bir tanıdığımızla ya da bir arkadaşımızla karşılaştığımızda ilk yapacağımız iş, selam vermek ve hâl hatır sormaktır. Etrafıyla yakından ilgilenen, selamlaşan ve insanların hâlini hatırını soran birisi, daima sayılır ve sevilir. Bu durum ise, toplumsal dayanışmayı ve huzuru güçlendirir.
Halkımız, “Aranızda selamı yaygınlaştırınız” diyen o Yüce Efendimiz (s.a.s.)’in buyruğuna uyarak selamsız sabahsız geçenleri pek sevmez. Gönlü kırık da olsa, tanımasa da selamı eksik etmezler. Bunu bizim halkımız, aydınlarımızdan daha iyi beceriyor. Nasıl yapıyorlar? Önce bir candan selam veriyorlar. Sonra “Nerelisin hemşehrim” diyorlar. O “Nerelisin?” sorusu tesadüfi bir soru değildir.
Efendim cevap “……lıyım.” Soruyu soran iletişimi sürdürmek için: “Ha, benim …….lı bir asker arkadaşım vardı.“ diye sözüne devam ediyor. O koca şehirde şimdi asker arkadaşını bulacağız! Mesele o değil ki, o yakınlaşmak istiyor. İletişim kurmak istiyor.
Bu anlamda başımdan geçen çok ilginç bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Bir defasında otobüsle Ankara’dan İstanbul’a seyahat ediyorum. Yanımdaki yolcu benden önce gelmiş ve yerine oturmuş. Ben sonradan gelen birisi olarak yol arkadaşıma sesli selam veriyorum. Yanımdaki iyi giyimli ve bendeki ilk izlenimine göre eğitimli olan beyefendi selamımı lütfedip sessizce başını hafifçe öne eğerek kabul buyuruyor. Bense iletişim kurmak için ikinci hamleyi yapıyor ve “Yolculuk nereye?” gibi maksat sohbet olsun kabilinden bir soru daha soruyorum. Beyefendi, bu “gereksiz” soruma da bu defa elini öne doğru düz hareket ettirerek -herhâlde ileriye demek istiyor- sözsüz cevap veriyor. Artık bende iletişim yolunda üçüncü hamle için cesaret kalmıyor. Eh, yedi saatlik yolu küsler misali somurtarak geçireceğiz. Bunları düşünürken aklıma rahmetli anacığımın yaşadığı bir gerçek olay geliyor: Anacığım yaşlılığına rağmen, ablamı görmek üzere sık sık Tokat’tan İstanbul’a giderdi. Yine böyle bir otobüs seyahatinden sonra, elinde bir telefon numarasıyla ablama gider. Henüz bekâr olan ablamın oğlunun eline bir telefon numarası tutuşturur. Yeğenim numaraya bir anlam veremez. Meğer anacığım koltuk arkadaşı bir yaşlı teyze ile otobüste selamlaşıp tanışmışlar. İstanbul’a kadar yaklaşık 10 saatlik yolculukta hemen hemen bütün hayat hikâyelerini birbirlerine anlatmışlar. Sıcak, samimi ve ön yargısız sohbet etmişler. (Aslında onlara gıpta ediyorum. Kim bilir böyle yapmakla hangi sıkıntılarından rahatça kurtuluyorlar?) Bu nurani teyzeler, yolculuklarının sonunda birbirlerine o kadar ısınmışlar ki torunlarını birbiriyle evlendirmeye karar vermişler. İşte o telefon numarası yaşlı teyzemizin torununun numarası imiş.
Anacığım ve tanımadığım o yaşlı teyzemiz, iç dünyalarında hep taşıdıkları o güzel niyet ve güvenle oturdukları yerde, iletişimi rahatça kurdular. Bense yanımdakine zorla merhaba diyebildim. Adını dahi öğrenemediğim koltuk arkadaşım yalnızca başını salladı, merhaba da diyemedi. Küs gibi İstanbul’a kadar gittik. Güya, biz eğitimliyiz, öbürleri cahil! İletişimde kim daha başarılı? Yorum sizlerin…”