Makale

Bir esenlik bildirisi olarak selam ve selamlaşmak

Bir esenlik bildirisi olarak selam ve selamlaşmak

Mustafa Özçelik


Bundan yedi yıl önce Ukranya’nın Kırım bölgesine gitmiştim. Bu, benim ilk yurt dışı seyahatimdi. Simferepol (Akmescit) hava limanına indiğimizde ilk olarak Rusça konuşan görevlilerle karşılaştık. Aynı dili konuşamamanın ne anlama geldiğini bütün ızdırabıyla ilk o zaman anladım. Kendimi onca insan arasında yabancı, yapayalnız hissettim. Neyse ki bu durum fazla uzun sürmedi. Hava limanının dışına çıktığımızda bizi Kırım Türklerinden bir görevli karşıladı. İlk sözü “selamün aleyküm, hoş geldiniz” oldu. İşte o sözü duyar duymaz, biraz önce çok yoğun biçimde hissettiğimiz yalnızlık ve yabancılık duygusundan sıyrıldık. O güne kadar birbirlerini hiç görmeyen insanlar olarak kucaklaştık. Bu yakınlığı, sıcaklığı sağlayan işte o ilk sözdü, “selamün aleyküm” sözüydü. Daha sonraki zamanlarda yanımıza gelen Kırım Türklerinden duyduğumuz ilk söz de hep bu oldu.
Selamla ilgili beni etkileyen bir olay da şöyle gerçekleşti: Yine selamlaşarak tanış olup sohbete başladığımız bir Kırımlı yetkili bir ara, “Bakın kızım geliyor. Ama o, yıllardır Rusya’da… Türkçesi çok iyi değil… Anlaşamadığınız yerde ben yardımcı olurum.” dedi. Yanımıza gelen 25-30 yaşlarında bir genç kızdı. O, Türkçeyi iyi bilmediği söylenen kızın da bize ilk sözü “Selamün aleyküm” oldu. Konuşmanın sonraki bölümlerinde babasının yardımıyla anlaştık ama o ilk söz yani selam vermesi onu da bizimle tanış yaptı. Sonradan öğrendik ki yıllardır Rus zulmüne maruz kalarak dinlerini, dillerini, kültürlerini unutmak zorunda kalan bu insanlar, selamı hiç unutmamışlar ve o diyarda selam sözü onların birbirlerini tanımalarında anahtar kavram olmuş.
Türkiye’de yaşayan biri ise selamı elbette bilir. Bir kahveye yahut eve mi gittiniz, daha önce hiç gitmediğiniz bir şehirde bir adres mi soracaksınız yahut bir parkın bankında otururken yanınıza biri mi geldi ilk söz elbette selamdır. O söz söylenmişse arkası gelir. Hâl hatır sorulur, koyu bir sohbete dalınır. Hatta ayrılırken de adresler, telefonlar alınır. Zira selamla bir kadim dostluğa başlangıç yapmışsınızdır. Çünkü selam, Müslümanların yaşadığı coğrafyaların en özel kelamıdır. İnsanlar, yıllarca, hatta asırlarca selamla birbiriyle kardeşlik hukuku oluşturdular. Biliştiler, tanıştılar, görüştüler. Biliyorduk ki selamlaşanlar, birbirlerine kötülük yapmazlardı. Selam, emin insanların sözüydü.
Sonrası ise trajik bir hikâyedir. Zamanla selamdan koptuk. Önce tanıdık, tanımadık gördüğümüz herkese hatta her varlığa selam verirken giderek selamlaştığımız kişiler azaldı. Yüz yüze tanıdıklarımızla, daha sonra da aramızda bir şekilde akrabalık, komşuluk vb. hukuku olanlarla sınırladık selamlaşmayı. Hele apartman düzenine geçtikten sonra selamlaşma alanı daha da daraldı. Aynı binada hatta karşılıklı dairelerde oturanlar bile birbirleriyle selamlaşmaz oldular. O yüzden dairelerimize alarmlar taktırıyor, apartmanımızda bile güven içinde oturamıyoruz. Çünkü emniyette hissetmiyoruz kendimizi. Bir sıkıntımız, bir sevincimiz olduğunda selam verip kapısını çalabileceğimiz komşulardan yoksun kaldık. Yoğun bir yalnızlık ve yabancılaşma hepimiz için ciddi bir probleme dönüştü.
İşin tam da bu noktasında Yunus Emre’nin o ayrılık, düşmanlık çağında söylediği şu mısralar geliyor aklıma: “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz.” Siz, bunu duyunca selamı hatırlamaz mısınız? Çünkü Yunus Emre, bu dörtlüğünde “tanış olmak”tan “işi kolay kılmak”tan, “sevmek ve sevilmek”ten söz ediyor. Sevgiye, kardeşliğe dayalı bir hayatın şifresini söylüyor bize… Sadece bu hayatın değil ebedî hayatın şifresi de selamda gizli. Biliyoruz ki cennete "daru’s-selam=selamet evi, barış konağı, barışıklık yeri" denilir. Mademki cennet, barış yeridir. Oraya vasıl olmak için öncelikle bu dünyayı böyle bir barış, esenlik, güven ve huzur yurduna çevirmek gerekiyor. Yunus’un mesajının özü de işte budur.
Peki, bu nasıl olacak? Elbette selamla, selamlaşma ile olacak. Zira tanış olmanın ilk adımı selamla atılır. Selam, karşılıklıdır. Yani birimiz selam verip, diğerimiz de aldığımızda selamlaşma olur. İki insan arasındaki selam hukukun kurulması böyle sağlanır. Bundan dolayıdır ki selamı veren, alandan bir adım öndedir. O başlatmıştır böylesi bir güzelliğin inşasını. O, selam vererek bir sünneti yerine getirmiştir; ama karşılıksız kalmaz onun bu ilk adımı. Zira selam vermek sünnet hükmündeyken almak farz hükmündedir. Yani bir el uzatılmışsa onu havada bırakmayıp tutmak gerekir. Nitekim öyle değil midir? Selamlaşmanın ardından eller birbiriyle buluşur, musafaha yapılır. Hatta bunu çoğu kez kucaklaşma, sarılma takip eder. Tam da burada Buhari’de geçen şu kutlu sözü nasıl hatırlamayız ki: “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek mümin olamazsınız. Size bir şey göstereyim ki, onu yapmadığınız zaman birbirinizi sevmiş olamazsınız: Aranızda selamı yayın.” İşte selamın hikmeti, gücü, manası buradadır. Selamla birbirimizi sever, birbirimizi sevdikçe gerçek müminler olabiliriz.
Selam, bizi, yeni bir hayat ve insan algısına çağırıyor. Burada Yunus’un sözünü ettiğimiz dörtlükte söylediği “işi kolay kılmak” ifadesi üzerinde de düşünmek gerekiyor. Yani zor işlerin kolay kılınması ancak birlik, dirlik içinde olabilirsek mümkün olabilir. Yine “sevmek ve sevilmek”, insan için en temel yaşama gayesi ise bu hedeflerin gerçekleşmesinin temel şartı selamlaşmak olacaktır. Fakat burada önemli olan selamı bütün manası ve ruhuyla canlı, hakiki bir kelama dönüştürmektir. Değilse sadece söz olarak söylemenin çok da anlam taşımayacağı ortadadır. Söz, selama uygun davranışı, hareketi beraberinde getirirse selamlaşmanın bir manası olacaktır. Tıpkı onu da dua gibi “kalbî, kavlî ve fiilî” boyutları olan bir kavram olarak bir bütünlük içinde anlamak gerekiyor.
Burada duadan söz ederken selamın aynı zamanda dua manasına geldiğini de hatırlayalım. Selam, nasıl bir dilden/gönülden başka dil ve gönüle gönderilen ve karşılığı da hemen verilen bir eylem ise dua da öyledir. Muhatabınız içindir duada dilediğiniz hayırlar ve güzellikler. Sizin gönlünüzden doğup dilinizde söze dönüşen dua da selam gibi gönüller arasında nice muhkem köprüler kurar. Zira ikisi de Allah adına yapılır. Selam da dua da O’ndan gelir ve O’na gider. Dolayısıyla selamlaşmak hem bu dünyada hem de bir sonraki (son) durak olan ahirette karşısındaki kişiye barışı, selameti, esenliği, hayrı dilemenin ta kendisi olarak duaların en güzeline dönüşür.
Yine her varlığın da bizde bir selam ve dua hakkı vardır. Bir yere girildiğinde içinde insan olmasa bile selam verilmesinin tavsiye edilmesi işte bundandır. İnsan yoksa melekler vardır orada. Onların da selam hakkı vardır. Gönül gözü daha derini görür elbette. Dağa, taşa, akan suya, uçan kuşa da selam verir. Bilir ki cümle yaratılmışa bir göz ile bakmak ve selamla tanış olmak gerekir. Bilir ki cümle yaratılmış da onu selamlamaktadır. O zaman ne ayrılık kalır ne gayrılık… Selam, cümle yaratılanı kendi merkezinde bir kılar. Öyleyse selam olsun bize selamı öğreten yüce Elçiye. Selam olsun bütün insanlara ve dahi secde eden dağlara, zikreden kuşlara. Kuşlara dedik asırlardır selam, türkülerimizde turnalarla gönderilmez mi sevdiklere? Öyleyse “evvela mahsus selam edelim cümle yâr ve yârana: “selamün aleyküm.”