Makale

Editörden...

Editörden...

Bir yılı daha geride bırakırken, yeni yılın heyecanıyla hazırladığımız dopdolu bir dosya ile karşınızdayız. Bu sayımızda kamuoyunun gündeminden hiç düşmeyen, son günlerde de iyice artan şiddet olgusundan, yankıları hala devam eden Papa XVI. Benedikt’in Türkiye ziyaretine ilişkin değerlendirmelere, Mahmut Yalın ve Faruk Çan’ın, 1850 denek üzerinde yapılan anket sonuçlarından hareketle "Gençler Hayatı Nasıl Algılıyor" başlıklı çarpıcı değerlendirmelerine, yine son günlerde sıkça gündeme gelen çocuk istismarına varıncaya kadar özenle hazırladığımız her bir yazıyı ilginize sunuyoruz.
Cehaletin, acımasızlığın, hatta acziyetin bir göstergesi olan şiddet, ne yazık ki reyting uğruna ekranlardan hiç düşmeyen görüntülerle neredeyse olağan hale geldi. Şiddeti artık kanıksar olduk ve toplum olarak pek çok alanda çevremizi saran bir "şiddet kültürü" ile karşı karşıyayız. Evet, hızlı bir toplumsal değişim ve kentleşme yaşıyoruz. Sorun şurada ki, toplumsal normların yıkılma hızı, yeni normların oluşma hızından çok daha büyük. Kuralları ve değerleri aşındırdık, fakat yerine yenilerini koyamadık. Toplumbilimcilerin ’anomali’ dediği kuralların geçerliliğini yitirdiği bir toplumsal ortam doğdu.
Genel olarak şiddetin öznesi de nesnesi de insandır ve çoğu zaman da yakınımızda bulunan kişilerdir. Failleri kim olursa olsun ve hangi gerekçeyle temellendirilirse temellendirilsin, diğer kişilerin haklarının yok edilmesine karşı yapılan bir zorlamadır. Yani özgür alanında bir diğer bireyin isteklerini zorla gerçekleştirilmesine yönelik bir taciz ve ileri aşamasında zulüm söz konusudur.
Ne yazık ki, günümüzde şiddetin nesnesi genellikle çocuklar ve kadınlardır. Yaşanan boyutu ise korkunç düzeydedir. Aslında bu gelişme insanlığın geleceğine yönelik bir karartma ve kötülük tohumlarının yeşertilmesi anlamına gelir.
Şiddetin psiko-sosyal temelleri incelendiğinde sağlıksız sosyal ortamlardan beslendiği, kişilik yetersizliği yaşayan kimselerin eliyle gerçekleştiği gözlemlenmektedir. Bu da problemin basit kızgınlık veya öfke hali ile açıklanamaya- cak ciddi arka planın olduğunu göstermektedir. Bu yüzden, polisiye tedbirlerin problemin çözümü için yeterli olamayacağı, meselenin daha kompleks ilişkiler çerçevesince ele alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Bu bağlamda, bütün dinî, ahlâkî, hukukî vb. oluşumlar, insanlığın geleceği adına bu konu üzerinde yoğunlaşmalı, bütün gayretlerini ortaya koymalı ve geleceğimiz adına şiddetin her çeşidiyle mücadele etmek için gerekli rolleri üstlenmelidir.
Bu ay idrak ettiğimiz Kurban Bayramı’nın, yeni yakınlıklara; yine bu ayda gerçekleşen hicretin, gönül dünyamızın amansız düşmanları olan kin, nefret ve ihtiraslarımızdan uzaklaşmaya vesile olmasını diliyor, 2007 yılının hepimiz için verimli, huzurlu ve mutluluk dolu geçmesini diliyorum.
Yüksel Salman