Makale

Nasıl bir hayat? Ebediyet yolcusunun düşündürdükleri

Nasıl bir hayat? Ebediyet yolcusunun düşündürdükleri

Yrd. Doç. Dr. İhsan Çapcıoğlu
Ankara Üniv. İlahiyat Fak.

Doğan her canlı ölecek, “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır…” (Enbiya, 21/35.) Peki ama ölüm her şeyin sonu mu, yoksa yeni bir hayatın başlangıcı mıdır? Şayet ölüm bir son değil de, yeni bir başlangıç ise, bu durumda yeni hayatımızda bizi neler beklemektedir? Doğum gibi, ölüm de Yüce Yaratıcı’nın değişmez bir kanunudur. Evet, inanan insan için ölümün, yok olup gitmek değil, yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcı olduğunda kuşku yoktur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de, mümin olarak ölenlerin yok olmaktan kurtulup ebedîleşen peygamberler, sıddıklar, şehitler, salihler ile beraber olacağı ve böylece ebedî mutluluğa erişeceği haber verilmektedir. (Nisa, 4/69.)
Bu nedenle ölüm, aslında yeni bir diriliştir. “Ölüm günüm, doğum günümdür.” diyen Hz. Mevlana, Rabbine kavuşacağı ve ebedî vuslata ereceği anı, “düğün gecesi” anlamına gelen “şeb-i arus” olarak nitelemiştir. Merhum N. Fazıl Kısakürek de: “Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” diyerek ölümün müminler için yeni ve güzel bir başlangıç olduğuna dikkat çekmiştir.
Bilindiği gibi bu yeni hayata ahiret hayatı denir. İslamiyet’te ahiret inancı Allah inancı ile yakından ilişkilidir. Çünkü Allah’ın evrende kurduğu düzeni yeniden kurabileceğine; öldükten sonra insanları yeniden diriltebileceğine ve adil bir şekilde yargılayabileceğine inanmak, aynı zamanda Yüce Allah’a ve O’nun mutlak kudretine inanarak güvenmek anlamına gelir. (Yasin, 36/67; Mü’minun, 23/86.) Peki, o zaman nasıl bir hayat yaşayalım ki, ölüm ve ahiret düşüncesinin yaşantımız üzerindeki olumlu etkileri henüz bu dünyada iken görülebilsin? Elbette, ölüm ve ahiret bize bu kadar yakınken yapmamız gereken, oturup beklemek veya zamanı gelişigüzel harcamak değil, bu kaçınılmaz “son”a hazırlıklı olmaktır. Rasul-i Ekrem Efendimiz de: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise, nefsini arzularına tabi kılan ve Allah’tan boş temennilerde bulunup duran ve bunu yeterli görendir.” (İbn Mace, “Zühd”, 31.) buyurarak bizleri ahiret yurduna hazırlıklı olmaya çağırmaktadır.
İnsan dünya hayatında, iyi olanı seçip seçmemekte özgür bırakılmış olup tercihlerinin sonucu ahirette açıklanacak olan bir imtihanın öznesidir. (Mülk, 67/2.) Dünya hayatında Allah’ın ona verdiği güzel ve çekici nimetler dünya hayatı gibi geçicidir. Bu yüzden insan, dünya nimetlerinin çekiciliğine aldanmamalıdır. Çünkü onların albenisine kapılmak, ahirette ödül getirecek olan, doğruluk, dürüstlük, adalet, vefa, iyilik, diğerkâmlık, erdemlilik, affedicilik, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma gibi yüksek ahlaki değerleri unutmak ve onlardan uzaklaşmak sonucunu doğurabilir. (Nahl, 16/60; Nisa, 4/38; Mü’min, 40/27.) Diğer varlıklar karşısında ayrıcalıklı bir konumda bulunan insanın; haysiyet ve onurunu koruyarak, hem dünyayı hem de ahireti kazanmak için çalışması gerekir.
Sevgili Peygamberimiz; “Dünya ahiretin tarlasıdır.” (Acluni, Ebu’l-Fida İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafa, Beyrut 1351, I, 412.), “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.” (Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, Haydarabad 1344, III, 19.), “Müminlerin en hayırlısı, dünya için ahireti, ahiret için dünyayı terk etmeyendir.” (Hayatü’s-Sahabe, s. 1896–1897.), “Veren el, alan elden üstündür.” (Buhari, “Vesaya”, 9; “Rikak”, 11, “Zekât”, 18; Müslim, “Zekât”, 94, 97, 106.) gibi hadisleriyle; çalışmayı, kazanmayı, üretmeyi, kazanılan ve üretilen mal ve hizmetlerin bir bölümünü karşılıksız olarak toplum yararına harcamayı ve dengeli bir hayat yaşamayı teşvik/tavsiye etmiştir. Çünkü sonsuz ahiret hayatının kazanılması, geçici olan bu dünya hayatında gerçekleştirilecek ‘salih amel’ler, yani yalnızca Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle yapılan hayırlı, iyi işler ve eylemler ile mümkündür. (Tur, 52/21.) Yine Rasul-i Ekrem Efendimiz; “İnsanların en akıllı ve olgun olanları, ölümü en çok anan ve ona en çok hazırlıklı bulunanlardır. Bunlar dünyanın şerefi ve ahiretin kerametini beraber götürürler.” (Buhari, “Kitabü’l-Cihad”, 134.) ve “Dünyasını ahireti için, ahiretini ise dünyası için terk eden kimse, hem dünyası, hem de ahireti için çalışmadıkça sizin hayırlınız olamaz. Zira dünya, ahirete erişmek içindir.” (A. Himmet Berki, 250 Hadis, D.İ.B. Yayınları, Ankara 1974, s. 156, H. No, 191.) buyurarak, dünya ve ahiret dengesinin önemine dikkat çekmiştir. Bu nedenle, İslamiyet’te, geçiminden sorumlu olduğu kişilerin bakımını helal kazançla sağlamak için dinî görevlerini aksatmadan çalışan kişinin, bu içtenlikli çabası/cihadı, ibadet ölçüsünde değerli kabul edilmiştir.
İslamiyet, insana saygıyı önemli bir görev saymıştır. Peki, yalnızca dirilere mi saygılı olmamız gerekir? Elbette hayır. Zira Yüce Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak insan, hayatta iken olduğu kadar ebediyete uğurlanırken de saygıyı hak etmektedir. Sevgili Peygamberimiz, yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahudi cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine, “O da (yaşayıp ölen) bir insan değil miydi?” (Müslim, “Cenâiz”, 81.) karşılığını vermiştir. Cenazeye şahit olan kişi, vefat edenin yakınlarına taziyede bulunup üzüntülerini paylaşmalı, onlara ve cenazeye saygılı davranmalı, ayrıca bu durumdan ibret alarak tefekkür etmelidir. Ayağa kalkmak da bu ruh hâlinin bir ifadesidir. Bu nedenle, Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarından biri de saygılı bir biçimde onun cenaze namazına iştirak etmektir. Musallaya konulan kişi için kılınan cenaze namazı, yapılan dua, aynı zamanda o kişiye gösterilen fiilî saygının bir göstergesidir. Sevgili Peygamberimiz’in; “Ölülerinizi iyilikleriyle yad ediniz, kötülüklerini dile getirmeyiniz.” (Tirmizi, “Cenaiz”, 34.) tavsiyesine uyarak ölen kişinin arkasından iyilikleri anlatılmalı, güzel sözler söylenmelidir.
Ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemek ve üzüntülerinin paylaşıldığını göstermek gerekir. Ayrıca taziye için, “Başınız sağ olsun! Allah rahmet etsin/eylesin! Allah günahlarını bağışlasın! Mekânı cennet olsun! Allah sizlere sabırlar versin! Allah geride kalanlara ömür versin!” gibi teskin edici ifadeler de tercih edilebilir. Ölenin arkasından dua etmek, Kur’an okumak, onun adına hayır hasenatta bulunmak yapabileceğimiz en güzel iyiliklerdendir. Ayrıca ölen kişi adına hayır yapmak veya dua etmek için yedisi, kırkı, elli ikisi gibi belirli günleri takip etmek şart değildir. Zira “Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi yarlığa...” (Haşr, 59/10.) gibi ayetlerde, ölü ve diri bütün müminlerin iyiliği için her zaman dua edilebileceğine işaret edilmektedir.
Sonuç olarak, dünya, ahiret hayatı için gereken hazırlıkları yapabileceğimiz yegâne mekândır. Dolayısıyla, dünya hayatındaki sınavı geçerek ahirette sonsuz hayat ödülünü kazanacak olanların, özünde iyi olan yüksek ahlaki değerleri dünyada iken yaşayanlar ve yaşatanlar olduğunu, bunları yaşayıp yaşatma gayreti içinde olmayanların ise sınavı kaybedeceklerini unutmamalı; bu yüksek ahlaki bilinçle Yüce Yaratıcımızın huzurunda hesaba çekilmeden önce dünyada iken kendimizi hesaba çekmeli ve nihayet Rabbimizin inanan gönülleri ferahlatıcı, esenlik ve sonsuzluk vaad eden şu müjdesine nail olmaya çalışmalıyız: “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/27–30.)