Makale

Sala verenin de salasını verirler

Sala verenin de salasını verirler

Mehmet Demiröz

28 Şubat 2012 Salı günü sala verildi. Dikkatimi çekti. Çünkü ses Ankara Kocatepe’den geliyordu; bir de o gün cuma değildi. Sala bitince duyuruldu: “Kocatepe Camii müezzini Nurettin Okumuş vefat etmiştir, Mevla rahmet eyleye…”
Nurettin Okumuş, yıllarca o bülbül sesiyle Kur’an okumuş, ezan okumuş, sala vermişti. Demek ki sala verenin de salasını verirlermiş! Meğerse en son kendi salasını okumuş!... Bir ismi de Nurettin Sesigüzel’miş!
Diyanet İşleri Başkanlığı, bağlı kurumlar ve tanıyanları-sevenleri; basın-yayın ve diğer iletişim araçları ile vefat haberini verdiler, taziye dileklerini bildirdiler. Onlardan bazıları şu şekildedir:
“Ankara Kocatepe Camii müezzin kayyımı, ünlü mevlithan Nurettin Okumuş kalp krizi sonucu vefat etti. Trabzon’un Araklı ilçesi Ayvadere köyünden İshak Okumuş’un oğlu olan ve uzun yıllar Trabzon Bahçecik Camii’nde görev yapan Nurettin Okumuş, daha sonra Ankara Kocatepe Camii’nde görev yapıyordu. Dün öğlen vakitlerinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat eden Karadeniz’in “Bülbül’ü” billur ses, ünlü mevlithan da olan Nurettin Okumuş, sonradan yerleştikleri Samsun’un Terme ilçesi Pazar Camii’nde (29 Şubat 2O12) kılınan öğle namazının ardından toprağa verildi.”
Kocatepe Camii’ne gidince onu müezzin mahfelinde görürdüm. Birden, elini kulağına atıp, kendini tam vererek ezan okurken, kamet getirirken, sala verirkenki duruşu gözümün önüne geldi. 50-55 yaşlarında, İri yapılı, geniş yüzlü, orta boylu, buğday tenliydi. Müezzin olarak, insan olarak, hafız olarak edası, sedası, tavrı ve adabı düzgün bir insandı.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesinde yanındaki müezzin ile birlikte verdiği çift sala ve okuduğu ezan hâlâ kulaklarımda… Birisi bitirip, birisi başlıyordu. Kocatepe Camii’nin içini, yeri, göğü ve televizyonlar vasıtasıyla Türkiye’yi ve dünyayı çınlatmışlardı… Çok etkilendim ve duygulandım. Tüylerim diken diken oldu. Ağlamamak mümkün değildi. O anda şunları düşündüm: Acaba o büyük sefere, o büyük göçe, yani ahirete gitmeye yeterince hazırlandık mı? Kimseye borcumuz var mı? Hepsinden önemlisi Cenab-ı Hakk’a namaz borcumuz var mı? Eş, dost ile vedalaştık mı, helalleştik mi? Kabirde arkadaşlık edecek salih ameller işleyebildik mi? Hiç sadaka-i cariyemiz var mı? Evlatlarımızı İslam terbiyesi ve Kur’an ahlakı üzerine yetiştirebildik mi? Biz gittikten sonra arkamızdan ruhumuza bir Fatiha okuyup, hayır-hasenat yapacaklar mı? O gece Münker ve Nekir’in: “Rabbin kim, peygamberin kim, dinin ne, kitabın ne?” gibi en önemli suallerine cevap verebilecek miyiz? Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in Livaü’l-Hamd sancağı altında toplananlardan olacak mıyız? Kevser Havuzundan kana kana içecek miyiz? Zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselam dünyaya geldiği dakikada “ümmetî ümmetî” rivayat-ı sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “nefsî nefsî” dediği zaman yine “ümmetî ümmetî” diyerek en kutsi ve en yüksek bir fedakarlık ile, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan bir zatın gittiği âleme gidebilecek miyiz? Mahşerde hesabı kolay olup defteri sağ tarafından verileceklerden olabilecek miyiz?
Bilal-i Habeşi’nin başlattığı ezanı, sizler en güzel bir şekilde devam ettirdiniz. O önemli halkada yer aldınız.
Hele Mekke’de Arafat’ta okuduğun, milyonlarca hacıyı gözyaşlarına boğduğun ezan sesleri gökyüzünde kaybolmayacak.
Nurettin Hocam, demek Bilal-i Habeşi ile birlikte Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in sancağı altındaki içtimaya geç kalmak istemedin. Artık o ezanı Muhammedileri o bülbül sesinle cennette okursun. İnşaallah bize de birgün o tatlı sadaları, nameleri dinlemek nasip olur.
“Her nefis ölümü tadacaktır.” diye buyuran Cenab-ı Hakk’ın huzuruna kavuşan değerli hocamıza Allah (c.c.)’tan rahmet, geride kalan kederli ailesine, akraba, eş-dost ve sevenlerine sabır ve bu vesileyle cümle ölülerimize rahmetler dileyip, hayatta olanlara da sağlık, sıhhat ve Mevla’nın rızasına muvafık bir ömür niyaz ediyorum.