Makale

Şeytanın kardeşleri kimlerdir?

Şeytanın kardeşleri kimlerdir?

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
ihkarsli@diyanet.gov.tr

“Şüphesiz saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.”
(İsra, 17/27.)

G arip bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü bir kıtada insanlar çile ve ıstıraptan gözyaşı dökerken, diğer kıtadakiler şımarıkça eğlenmektedir. Bir tarafta insanlar açlık ve kuraklıktan ölürken, diğer tarafta tam bir israf ve tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır.
Dünya Gıda Örgütünün tespitlerine göre yılda yaklaşık 10 milyon insan açlık ve yetersiz beslenmeden ölüyor. 1 milyar insan ise açlık tehlikesi altında yaşam mücadelesi veriyor. Bununla beraber geçtiğimiz yıl dünyada 1 milyar 300 milyon ton yiyecek çöpe atıldı. Kalkınmış ülkelerde çöpe giden gıdaların % 40’ı ise hâlâ yenebilecek durumdadır. Ülkemizde de günde ortalama 120 milyon adet ekmek üretimimiz var. Bunun 6 milyonunun çöpe atıldığı belirtilmektedir.
Görülüyor ki israf hastalığı, sadece Batı toplumlarının değil, Müslümanların da en önemli ahlaki problemlerinden biri hâline gelmiştir. Ne yazık ki, ülkemiz insanının alım gücü ve imkânları geliştikçe, israf hastalığı da artmaktadır. Artık Müslümanlar, yemek masasında önlerine konan yemeklerin bir kısmını öylesine bırakmakta ve bunların çöpe atılmasından pek rahatsızlık duymamaktadırlar. Oturdukları iftar masalarından tencereler dolusu yemek ve ekmek atıklarının çöp bidonlarına gitmesini normal karşılayabilmektedirler. Müslümanca bir hayat açısından bakıldığında, herhâlde bundan daha büyük bir çelişki olamaz. İsrafın haram olduğuna dair ilahî uyarılar, nasıl da bu kadar kolay unutulabilmektedir?
Modern dünya görüşü, aldığımız gıdaların “nimet” olma vasfını bizlere unutturmakta, onları sıradan nesneler olarak algılamamıza yol açmaktadır. Bundan 40-50 sene öncesine kadar, bir ekmek parçasının, insanın beslenme ihtiyacını karşılayacak bir madde olmanın ötesinde “nimet” olma değeri, kadir kıymeti vardı. Bir Kur’an sayfasına gösterilen hürmette olduğu gibi ekmek kırıntılarının ayaklar altında çiğnenmesine fırsat verilmezdi. Aksine bu, nimete karşı bir hürmetsizlik olarak değerlendirilirdi. Çünkü eskiler, şu nebevî uyarıyı iyi biliyorlardı: “Birinizin elindeki lokma yere düşerse ondaki toz toprağı gidersin ve onu yesin. Onu şeytana bırakmasın.” (Müslim, Eşribe, 136.) Şimdilerde ise o, bu manevi ve kutsi anlamını, rızık olma niteliğini kaybetmiş bulunmaktadır.
Çok eskiye gitmeye gerek yoktur. Baba ve dedelerimiz yoksulluğun, kıtlığın ne demek olduğunun çok acı tecrübelerini yaşamışlardı. Gün gelmiş bir çanak çorbadan mahrum kalmışlar, gün gelmiş bir parça ekmeğin hasretini çekmişlerdi. Ancak şimdilerde nasıl olmuşsa bunlar, tarihte sanki hiç yaşanmamış gibi unutuldu. Sanki bizler, fakr u zaruret içerisinde kıt kanaat geçinen o insanların torunları değildik. Onların başına gelen bu sıkıntı ve musibetin bir daha bu milletin başına gelmeyeceği konusunda âdeta söz almıştık.
Dünyanın değişik yerlerinde yaşanan açlık ve kıtlığın bizim başımıza gelmeyeceğinden ne kadar da emindik. Hem geçen yüzyılda dedelerimizin maruz kaldıkları yoksulluğu unutmuş, hem de şu anda dünyanın değişik yerlerinde yaşanmakta olan çile ve dramı göremez olmuştuk. Dedelerimiz fakirlik ve kıtlıkla imtihan edilmişti; bizler ise bolluk ve varlıkla imtihan edilmekteydik.
Günümüzde tüketim moda hâline gelmiştir. Son derece cazip reklamlarla ihtiyaç olmayan mal ve eşya ihtiyaçmış gibi pazarlanmaktadır. İnsanların tüketim arzuları sürekli kamçılanmakta, “Falanda var, bende neden yok?” kompleksine kapılarak hareket edilmektedir. Araba, mobilya, telefon vb. teknolojinin ürettiği son model eşya ve aygıta sahip olmak için büyük bir rekabet yaşanmaktadır.
Ne yazık ki İslami hassasiyete sahip olması gereken Müslümanlar da bahsedilen bu tüketim ekonomisinin müşterileri hâline gelmiştir. Gerek mutfaklarımızdan çöpe akan yemek ve ekmek atıkları gerekse tam bir aymazlık içerisinde çığ gibi büyüyen harcama alışkanlıkları hiç de iyi bir durumda olmadığımızı göstermektedir.
Konunun basite alındığı anlaşılmaktadır. Oysa ilgili ayet ve hadisler, insanın eşya karşısındaki bu savurgan tutumunun hiç de öyle hafife alınacak bir durum olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü bu, doğrudan Allah Teala’nın kullarını sevip sevmemesi, onlardan hoşnut olup olmaması ile ilgili bir konudur. Nitekim bu bağlamda israf eden insanların O’nun sevgisinden mahrum kalacakları beyan edilmektedir. Üstelik bu, vurgulu ifadelerle iki defa Kur’an’da tekrarlanmaktadır (En’am, 6/141; A’raf, 7/31.) Herhâlde bu, ilahî rızayı amaç edinmesi gereken bir mümine yapılabilecek en ağır uyarıdır. Dolayısıyla bir müminin bu ayetlere rağmen hâlâ israfa düşmeme konusunda tam bir gayret içerisinde olmaması, Mevla’ya karşı bir saygısızlıktan başka nasıl değerlendirilebilir?
Yine yazının başında verdiğimiz ayette görüldüğü gibi, israfa dalanların, şeytanların kardeşleri oldukları ifade edilmektedir. Bu da israfın, Allah Teala katında ne denli çirkin ve kabul edilemez bir fiil olduğunu ortaya koymak açısından oldukça dikkat çekicidir. Çünkü israf edenle şeytan arasında bir yakınlık kurulmaktadır. Hatta bu ikisinin “kardeş oldukları” ifade edilmektedir. Şeytan ise günah ve isyanın sembolüdür; çirkinliğin timsalidir. Araplar, bir şeyin ne kadar kötü olduğunu ifade etmek için onunla şeytan arasında bir irtibat kurarlardı. Dolayısıyla israf etmek, bir anlamda şeytanın rolüne bürünmek, onun gibi günah ve isyana dalmak, kötülük ve çirkinliğe alet olmaktır.
Ayetin sonunda şeytanın nankörlüğünü ifade eden “kefur” kelimesi gelmektedir. Kelime, bir şeyi örtmek, onu gizlemek anlamına da gelir. Dolayısıyla konumuzla ilgili şu yorum da yapılabilir: İsraf eden insan, nimetin kıymetini görmezlikten gelmekte, ona harcanan parayı, sarf edilen enerjiyi ve verilen emeği bir anlamda gizlemektedir. Yine bu kimse, israf edilen o nimette başkalarının hakkı olduğunu, tabiata karşı bir sorumluluğu bulunduğunu da görmezlikten gelmektedir. Dolayısıyla israf, Allah’a karşı bir hürmetsizlik olduğu gibi, gelecek nesillere, doğal kaynaklara ve insan emeğine de bir saygısızlıktır. Sonuç olarak Allah Teala’nın has kullarını tasvir eden şu ayetle konuyu bitirelim: “Onlar harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arasında dengeli bir harcamadır.” (Furkan, 25/67.)