Makale

İslam Kültüründe Hz. Ali

Dr. Mehmet Çelenk
Uludağ. Üniv. İlahiyat Fak.

İslâm
Kültüründe
Hz. Ali

İslâm dini Hz. Muhammed vasıtasıyla insanlığa hidayet rehberi olarak indirilen son dindir. Kısa bir süre zarfında ruy-i zeminin dört bir yanı İslâm güneşi ile aydınlanmış, beşeriyet bu yeni hidayet kaynağı ile iki dünya saadetinin reçetesini elde etmiştir. İlâhî iradenin talimi ile ahlâklanan yüce Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) bir hoca ve muallim gibi ashâbını eğitmiş, hem kendi döneminde hem de kıyamete kadar insanlara ve Müslümanlara model olacak din ve davranış kalıpları öğretmiştir. Bu kalıplar on dört asırdan beri her Müslümanın benimsediği, uyguladığı ve buna bağlı tarz-ı hayat ve dindarlıklar inşa ettiği modellerdir. Bu cihetle Hz. Peygamber’in vaz ettiği dinî anlayış hem yazılı gelenek vasıtasıyla kaydedilmiş hem de fiili sünnet yoluyla, bugün de müminlerin hayatını şekillendirmeye devam etmektedir.
Hz. Muhammed’in meclisinde bulunup, onun nebevî feyzinden hisseyâb olan sahabe yine onun lisanıyla, "her biri gökteki yıldızlara teşbih edilmiş ve her birisinin hidayet rehberi olduğu" ifade edilmiştir. Her sahabi Peygamber meclisinde muttali olduğu hakikati, ulaşabildiği her insana aktarma telâşı ve gayreti içinde olmuş, Hz. Peygamber’in meclisinde ve onun diliyle kıvam bulan hakikatler, samimi gönülleri ve kalpleri aydınlatacak birer kandil olarak dört bir yana ulaştırılmıştır. Hz. Ali’nin, hiç şüphesiz, bu çerçevede oldukça müstesna bir yeri vardır. İslâm’ın en erken döneminde İslâm nuru ile tanışması, Hz. Peygamber’in rahle- i tedrisinde sair ashabdan daha fazla bulunmuş olması hasebiyle Hz. Ali nebevî feyzin, tabir caizse, serçeşmesinde bulunmuş ve bundan en geniş ve külli anlamda istifade etmiştir.
Hz. Ali küçüklüğünden itibaren Hz. Peygamber’in dizinin dibinde büyüdü. İlâhî vahyin Hz. Muhammed vasıtası ile dünyayı tenvir ettiği süreci Hz. Ali, Hz. Peygamber’in hemen yanı başında idrak etti, tabir caizse vahyin muhatabına en yakın bir komşu ve dost sıfatıyla, bu rahmet dairesine ilk girenlerden birisi oldu. Hz. Ali’yi ilim şehrinin anahtarı yapan da bu olsa gerek. Bütün sahabiler, liyakatları ve şahsi istidadları düzeyinde, Hz. Peygamber’in feyiz çeşmesinden istifade etmişlerdir. Lâkin Hz. Ali sair ashâb ile kıyaslandığında, Hz. Peygambe- r’e olan her türlü yakınlığı sebebiyle, bu feyizden en geniş anlamda istifade eden sahabilerden olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber de ona bu şekilde iltifat etmiştir.
Aşere-i mübeşşere’den olması hasebiyle, Hz. Ali’nin fazilet ve ke- malatına dair rivayetler çoktur. Hz. Peygamber’in yaptığı bir hac sonrasında Hz. Ali’nin elini tutup, "Ben kimin dostu isem, onun dostudur. Allahım! Sen buna dost olana dost, düşman olana düşman ol!" buyurmuştur. Hz. Peygamber umumiyetle bütün ashâbının sevilmesi ve sayılması yönünde ifadeler kullanmış olmakla beraber, hizmeti ve gayreti büyük olan bir kısım sahabilerin sevilmesi için daha fazla vurguda bulunmuştur. Nitekim Hayber kuşatması esnasında Hz. Peygamber, "sancağı bir gün sonra Allah ve Resulünü seven birisine vereceğini ve zaferin onun eliyle kazanılacağını" söylemiş, daha sonra sancağı Hz. Ali’ye vermiş ve fetih gerçekleşmiştir. Çocukluğunda hiç puta tapmadığı için daha sonraları kerremallahu vechehu (Allah yüzünü şereflendirsin) olarak tavsif edilmesi de Hz. Ali’nin şahsi kemalâtına işaret eder.
Ehl-i beyt sevgisi kökenlerini Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in sünnetinden alan kutsi, temiz ve duru bir sevgidir. Bizim kültürümüzde ehl-i beyt sevgisi, samimi dindarlığın bütün unsurlarını yansıtacak şekilde gelişmiştir. Hz. Ali ve ehli beyt bizim kültürümüzde, samimi, halis ve duru bir sevgi kanalı olarak mütalaa edilmiş, hep canlı ve zinde tutulmuştur. Ali, Hasan, Hüseyin başta olmak üzere ehl-i beyt mensubu olarak temayüz etmiş mübarek zevatın isimleri, asırlardan beri insanlarımıza isim olmuştur. Ona nispet edilen hike- miyât, darb-ı mesel, hikmetli ve güzel sözler, şecaati, dünya karşısındaki tavrı ve samimi dindarlığı, inanan kalpleri aydınlatan manevî bir kandil olarak muhafaza edilmiştir.
Hz. Ali, hiç şüphesiz, İslâm kültüründe Hz. Peygamber’den sonra isminden en çok bahsedilen şahsiyetlerden biridir. Şahsî kemalâtı, İslâm’ın neşrindeki fiilî ve manevî hizmetleri ile örnektir. Hz. Ali kendi hayatı boyunca aşırılıklar ile mücadele etmiş, kendisini insan, Müslüman ve halifelik vasfı dışında bir keyfiyetle ele alan yaklaşımları şiddetle reddetmiştir.
Hz. Ali ancak İlmî ve kültürel mirası gözetilerek, yazılı kaynaklara müracaat edilerek ve Islâm dairesinin dinî ve beşerî sınırları çerçevesinde anlaşıldığında, gerçek manada günümüz insanına model olabilir. Hz. Ali’nin isminin şecaat ve ilim ile yâd edilmesi bir tesadüf değildir elbette. İslam’ın ilk dönemlerinde vuku bulan savaşların hemen tamamında fiilen bulunmuş, kahramanlığı ve cesareti ile İslam ordularının zaferlerine katkı sağlamıştır. Bu şecaat ve cesaret Müslümanların muhayyilesinde hep canlı bir örnek olarak var olagelmiştir. O, bu cesareti sayesinde Müslümanlar nezdinde Haydar, Esedullahi’l-Gâlib, Haydar-ı Kerrâr, Şâh-ı Merdân ve Allah’ın rızasını kazanmış anlamında el-Murtaza gibi sıfatlarla anılmıştır. İslâm dünyasında Hz. Ali’nin bu güzel vasıfları, şairlere ve hanendelere ilham kaynağı olmuş, şiir, edebiyat, mesel ve bilumum vesileler ile işlenmiş ve dile getirilmiştir.
İlmî veçhesi
Hz. Ali, Hz. Peygamber’e olan her türlü yakınlığı sebebiyle dinin hakikatlerine, Kur’an’ın inceliklerine ve İslâm dininin teorik ve pratik veçhelerine vukufiyetle hâkim idi. Bu da onu daha sonra teşekkül edecek İslâmî ilimlere ve disiplinlere birçok açıdan ilham kaynağı yapmıştır. Nitekim o, Hz. Peygam- ber’in vahiy kâtiplerinden birisi idi. İslâm vahyi başladığında henüz çocuk olan Hz. Ali, İslâm dininin neşv ü nema bulması ile paralel olarak büyümüş, ortaya çıkan her dinî hakikati akıl ve gönül hanesine kaydetmiştir, ilimdeki üstünlüğü ashâb ve tâbiîn uleması tarafından da kabul edilmiştir. Nitekim Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük sahabiler de İlmî ve fıkhî meselelerde Hz. Ali ile müzakere ve müşavere ederlerdi. Mamafih bu, kendisine dinin esrarına dair bir şeyler bahşedilmiş olduğu anlamına gelmez. Nitekim kendisine, "bizi Re- sulüllah’ın sana sır olarak bildirdiğinden haberdar et" diyenlere, Hz. Peygamber’in kendisine böyle bir sır vermediği şeklinde cevap vermiştir.
Sahabeden Abdullah ibn Ab- bas’ın, Hz. Ali’yi temsilen Haricilerle görüşmeye gittiğinde dile getirdiği "Kur’an onlara inmiştir, onlar Kur’an’ın tefsirini sizden daha iyi bilirler." şeklindeki sözleri de Hz. Ali’nin Kur’an ve sünneti anlamadaki kıdemi ve derinliğine işaret eder.
Hz. Ali, belâğat ve fesahatta çok ileri bir noktada idi. Hz. Peygamberden sonra Aliyyul Murtaza derecesinde beliğ hutbe irad eden bir zat görülmemiştir. Arapça’ya fevkalade hâkim olduğu için Arap lisanının kaidelerini tespit eden ilk kişi olarak bilinir. Kur’an’ın belâğa- tı, icazı ve hakikatleri, Peygamber’e en yakın sahabi olması hasebiyle onun tezgâhında arz-ı endam ederdi. Bir hutbesinde sahabelere hitap ederken, kendisine Kur’an’a dair ne isterlerse sorabileceklerini, zira bütün ayetlerin hangi zamanda ve zeminde nazil olduğu bilgisine sahip olduğunu söylemiştir.
Hanedan-ı nübüvvete mensup olan Hz. Ali, Hz. Peygamber’in sî- retine, sünnetine, akvâl ve efâline herkesten daha ziyade muttali idi. Kendisinden beş yüzden fazla hadis rivayet edilmiştir. Kendisine, "sen insanların hayırlısısın" diye hitap edildiğinde o, Peygamber’den işitmiş olduğu, "Bu ümmetin en hayırlısı, Peygamberden sonra, Ebû Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.) dir." sözünü nakletmiş, nefsine en küçük bir hisse fırsatı vermemiştir.
Silsile-i zeheb içinde yer alan Hz. Ali, erbâb-ı tasavvuf için bir zühd ve takva önderi olmuş, dünya hayatının geçiciliğini anlayan, baki hayatı özleyen yüce gönüllerin ilk mürşitlerinden olmuştur. Yine ahilik teşkilâtı da onu pir ve mürşit kabul etmiş, birçok meslek piri silsilesini Hz. Ali’ye dayandırmıştır.
Hz. Ali İslâm toplumunu kuşatan fitne hareketleri karşısında da teenni ve tedbir ile hareket etmiş, sahip olduğu yüce İslâm ahlâkı, hissettiği derin teessüre rağmen, onu her türlü taşkınlıktan muhafaza etmiştir. Yaratılışındaki asaleti ve İslâm ahkâmına olan vukufiyyetini takdir edemeyenler, onun tavırlarını anlamlandıramayabilirler. O, temiz ruhunu hileli işlerden uzak tutmuştur. Kendisine nispet edilen bir beyitte, "ölümün bize yönelmiş hedef şaşırmayan okları var / bugün ondan kurtulanın yarın hedef olacağı aşikâr" demektedir. Bir Müslüman için de meselenin bu tarafı oldukça önemlidir. Zira her insan tabiatı gereği birtakım şeylerle imtihan olunur. Haddi zatında dindarlık dediğimiz şey de bu imtihan vesileleri karşısında takındığımız tavırlar bütünüdür. Bu meyan- da Hz. Ali’nin yüce ahlâkı bizler için tutunacak bir vesile, örnek alınacak bir modeldir.
Hz. Ali’yi hayatımıza nasıl dâhil edebiliriz?
Hz. Ali, Hz. Peygamber’in sünneti ve ahlâkı ile ahlâklanan kişinin ulaşabileceği manevî mertebe açısından önemli bir örnek ve modeldir. Her ne kadar bu kemalât ve ahlâk güzelliğinin bir tarafı bizzat Hz. Peygamber’in meclisinde bulunmak ve onun sesini, soluğunu ve her türlü davranışını müşahade ederek fiilî anlamda elde edilmiş olsa da, ona bunu kazandıran şey Hz. Peygamber’in ashabına talim ettiği düstur ve prensiplerdir, biz bugün de bu güzelliklere sahibiz. Temiz bir ahlâk, güzel bir hayat ve güzel sîret sahibi bu zevatı kendimize model alarak, modern zamanların güzel insanları olabiliriz. Bu, İlâhî meşiete ve rahmete zor değildir, yeter ki bu yolda yürümeye azmetmiş temiz sineler bulunsun!
Bugün cimrilikten bunalanlara Hz. Ali’nin keremi, teşebbüs ruhunu kaybetmiş bedbahtlara onun şecaati, kalbi ve aklı paslanmışlara, azla yetinen, yerinde sayan, iki günü bir olan ve bunun sonucunda fıtrî melekeleri körelmiş zamane miskinleri ve tembellerine, onun ilme olan iştiyâkı rehberlik edebilir. "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." diyen yüce gönüllü zatın sîreti model olabilir.
Şu hakikat sürekli göz önünde bulundurulmalıdır: İslâm irfanı ancak ve ancak ayakları yere basan tanımlarla ifade edildiğinde insanlara hidayet sebebi olabilir. Aşırılıkların odağında din ve dindarlık tanımlarının Müslümanlara vereceği pek bir şey de yoktur! Hz. Ali nebe- vî feyiz çeşmesinden kana kana içmiş, İslâm dinini bizzat Hz. Resulûllah’ın rahle-i tedrisinden geçerek öğrenmiş, sahabe arasında ilim ve marifeti ile müstesna bir mevkiye yükselmiştir. Hz. Ali dinî, beşerî ve ahlâkî faziletlerin odağında olarak ele alındığında hiç şüphesiz bir maneviyat önderi olarak yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir. Binaenaleyh ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali’yi, onun ahlâkını ve sîretini hazmederek, modern zamanların şahsiyet buhranlarına karşı bir reçete olarak sunabiliriz!