Makale

“Yol” ve “Yolcu” Muhasebesi


Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
ihilmi.karsli@diyanet.gov.tr

“Yol” ve “Yolcu”
Muhasebesi

“Biliniz ki, Benim dosdoğru yolum işte budur. Size bu yolda yürümek düşer. Sizi bu yoldan ayıracak başka yollara sapmayın.”
(En’am, 6/153.)

Biz, bu hayatta maddi varlığımızla anne rahminden toprağa uzanan bir yolun yolcularıyız. İnanç ve hayat tarzımızla da bir yolda seyrediyoruz. Bu anlamda bizler, “Allah Yolu”nun yolcularıyız, bu yolda yürümeye karar vermişiz. Hayatın ancak bu şekilde anlamlı olacağına inanmışız.
Kıldığımız namazlarda hep “doğru yol”da kalmayı niyaz eder ve şöyle yalvarırız: “(Ya Rabbi!) Bizleri doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna kavuştur.” (Fatiha, 1/6-7.) Bu yakarışı yinelemekle manevi bir yolun yolcusu olduğumuz bilincini kazanırız. “Yol” ve “yolcu” hassasiyetine sahip olmak, başkaları için belki önemli değil, ama inanan kimseler için ayrı bir anlama sahip olduğu kesin.
Bu yolda ilk defa bizler yürümüyoruz. Aksine tarih boyunca başta peygamberler olmak üzere nice salihler bu yolu takip ederek Allah rızasına ve sonsuz saadete yürümüşlerdir. Onlar, manevi nimetlere mazhar olmuş, fazilete ermiş kimselerdi. (Nisa, 4/69.) İşte bizler de dualarımızla daima onların izini takip etme ve bu kervana katılma arzumuzu dile getiririz.
Hak yolda yürürken bazen zemin kaygan bir hâle gelebilir, ayaklarımız sürçebilir. Ama bu yolculukta bizler yalnız değiliz. Aksine Rabbimizin yardım ve desteği, koruma ve kayırması hemen yanı başımızdadır. Bu yüzden O’ndan daima azim ve kararlılık diler, ayaklarımızı sabit kılmasını şöyle niyaz ederiz: “Rabbimiz! Ayaklarımızı kaydırma, kâfirler topluluğuna karşı bize zafer lütfeyle.” (Bakara, 2/250.)
Kulluk yolu hep kavşaklarla doludur. “Doğru Yol” bilincine sahip olmayanların kafası bu yol ayrımlarında karışabilir. Dolayısıyla yanlış yollara sapmamak için insanın yol haritasını iyi belirlemesi gerekir. Allah’a (c.c.) götüren yolla şeytana götüren yolları birbirine karıştırmamalıdır. Şu ayette belirtildiği gibi Allah’a (c.c.) giden yol tektir. Ancak şeytanın yolları çeşitlidir: “Biliniz ki, Benim dosdoğru yolum işte budur. Size bu yolda yürümek düşer. Sizi bu yoldan ayıracak başka yollara sapmayın.” (En’am, 6/153.)
Yollar farklı farklıdır ve hepsi de insana açıktır. Bir tarafta sonsuz esenliğe götüren “dosdoğru yol” vardır. Diğer tarafta ise korkunç hüsrana götüren “yollar” vardır. Bir taraftan sonsuz mutluluk ve güzellikler diyarı cennetler vardır. Öbür tarafta ise elim azabın, hüsran ve hasretin olduğu cehennemler vardır.
Yolda seyretmenin kuralları vardır. Bu kuralları ihlal etmenin de bir bedeli, bir cezası vardır. Bazen bunu hayatınızla dahi ödemek mecburiyetinde kalabilirsiniz. Başkalarının hayatını da tehlikeye atabilirsiziniz. O bakımdan yola çıktığınızda bütün dikkatinizi toplarsınız. Çünkü dalgınlığa ve ihmale gelmez. Yoksa bedeli ağır olur. İşte kulluk yolculuğu da böyle bir şeydir. Bütün ilgi ve dikkatinizi toplayarak bu yolda yürümelisiniz. Sınırlara ve ölçülere riayet emelisiniz. (Nisa, 4/13-14.)
Yol haramilerine de dikkat etmeliyiz. Önümüzü kesmek için haydutlar, eşkıyalar beklemektedir. Onlar, karşımıza çıkıp bizleri sarp yollara saptırmak istemektedir. Evet, şeytan ve taifesi Allah’a (c.c.) giden yolun üzerinde oturmaktadır. Nitekim İblis, “Senin doğru yolunun üzerinde oturup bekleyeceğim.” (A’raf, 7/16.) diye ilan etmiştir. Bizler onu ve askerlerini göremiyoruz. Ancak onlar her daim bizleri gözetlemektedir. (A’raf, 7/27.) Pusu atmış bizleri beklemektedirler. “Nereden avlayabilirim?” Bunun hesabını yapmaktadırlar.
Şeytan, bazen de önümüze düşer, samimi bir yoldaş gibi bizimle beraber hareket eder. Doğru yoldan saptırmak için peşine takılmamızı, adımlarını takip etmemizi ister. Kur’an bu konuda bizleri şöyle uyarır: “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin.” (Nur, 24/21.)
Şeytan ve takipçileri Hak’tan yana gözükerek bizleri şerre sürüklemeye çalışır. İnsanın şeytanla olan yoldaşlığı Kur’an’dan kopuşla başlar. Bu öyle bir kopuştur ki insan doğru yoldan saptığını dahi fark edemez bir hâle gelir. Hak yolda olduğunu zannederek şerre hizmet etmeye devam eder.
Bu konu da ilahî Kelam’da şöyle dile getirilir: “Her kim Rahman’ın buyruklarından yüz çevirirse Biz de ona şeytan(lar)ı musallat ederiz. Böylece şeytanlar onun en yakın yoldaşı olur. Şeytanlar böylelerini yoldan çıkarır; ama onlar hep doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 43/36-37.)
Varlık boşluk kabul etmez. Bu hüküm, insanın iç dünyası için de geçerlidir. Sen, duygularını, düşüncelerini, kalbini, aklını yönetemezsen onu yöneten birileri çıkar. Bu, şuna benzer: Bir ülkenin iktidarı zayıf olursa o ülkeyi yönetmeye kalkışan çok olur. Aynı şekilde insanda da iman ve teslimiyet kalesi güçlü olmazsa, şeytan o insanın iç dünyasında yönetimi ele geçirir. (Mücadele, 58/19.) Ancak bu insanlar hâlâ kendi akıllarıyla kendilerini idare ettiklerini zannederler.
İnsanlardan da şerre saplanıp doğru yolu kesmeye, onu eğri büğrü göstermeye çalışacak olanlar vardır. Bunlar, din konusunda şüphe ve istifhamlar ortaya atıp hakikati gölgelemeye gayret edeceklerdir. Peygamberlerin hayatı bunlarla mücadele ile geçmiştir. Nitekim Şuayp Peygamberin halkına şöyle seslendiğini görüyoruz: “Hem öyle tehditler savurarak, yol başlarını tutup, Allah’a iman edenleri O’nun yolundan çevirmeyin ve bu yolun eğri büğrü olduğuna dair, şüpheler verip halkı yanıltmayın.” (A’raf, 7/86.)
Girdiğimiz her yol bizi bir hedefe götürür. Hayat yolunun sonunda da hepimiz Allah’a (c.c.) varacağız. Bütün yollar O’na çıkmaktadır. Bir toplanma günü bizleri beklemektedir. Hayatta hangi yolu takip edersek edelim, O’nun huzurunda olacağız. Bundan kaçış yoktur. Ancak burada önemli olan O’nun razı olduğu yoldan O’na varmaktır. Rahmet Elçisi’nin izini takip ederek O’na kavuşmaktır.
Mademki insan nihayetinde Ebedî Dost’a varacaktır. Öyle ise mümin bu dostluğu buradan başlatır. Gönül dünyasında Rabbine mutena bir yer ayırır. O’nunla özel bir muhabbeti ve ülfeti olur. Hiç kimseye açmadığı sırlarını, dertlerini O’na açar. O’na açılmakla yalnızlıktan kurtulur. Namazlarla bu gönül bağı sürekli tazelenir. Böylece kalbinin katılaşmasına fırsat vermez. Rükûsunda, secdesinde bütün içtenliği ile şükrünü ve saygısını O’na arz eder. Var yok her şeyini O’na borçlu olduğunu derinden hisseder. Bütün samimiyetiyle O’na bağlanır. Çünkü O, şahdamarından daha yakındır ve daima onunla beraberdir. (Kaf, 50/16; Hadid, 57/4.)