Makale

İmanın Sosyal Boyutu Ahlâk

İmanın Sosyal Boyutu
Ahlâk

Ercan Eser
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İmanın sözlük anlamı; bir kişinin söylediği sözü tasdik etmek, doğrulamak; kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak yürekten inanmak ve güven vermektir. (Dönmez, İbrahim Kâfi, İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997, 11, s, 392) Terim anlamı ise; inanç esaslarını kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Ayrıca iman kelimesi; emniyet, güvenlik, barış, huzur, sükûn anlamlarını da içermektedir. O halde iman sadece bir inanç değil, bu inancın sosyal hayata yansıyan davranış şekilleridir. Başka bir ifadeyle, buna ahlâkî davranışlar da denebilir. Kelime anlamına göre iman sahibi insan, güvenilir bir ahlâka sahip, toplumda barışı sağlamaya çalışan, kardeşlik bağlarını güçlendirerek insanların birbirlerine karşı hayat, mal, namus, şeref ve onurlarını garanti eden, diğer bir ifadeyle başkalarının kendisine, kendisinin de başkalarına güvendiği, kendisiyle iyi iletişim sağlanabilen bir kişidir. Buna göre yapılan her güzel davranışın imanla yakinen ilişkisi vardır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.); “İman altmış küsur kısımdır. Hatta, yolda insanlara zarar veren bir şeyi kaldırıp atmak bile imandan bir bölümdür.” buyurarak (Buhari, İman, 3; Müslim, İman, 57-38; Ebu Davud, Sünnet, 15; Tirmizi, İman, 6; Nesai, İman, 16; İbnu Mace, Mukaddime, 9), imanın, ahlâkî davranışla ilişkisinin olduğunu ortaya koymaktadır.

Mümin, imanın tadına vardığı ve iman onun gönlünün derinliklerine indiği zaman hak üzere devam eder. Rabbi kendisinden razı olur. Sonra bu iman, salih amel meyvesi verir. Bu bakımdan Peygamberimiz (s.a.s.); “Allah’a inandığını söyle sonra da istikamet üzere ol.” (Müslim, İman, 62; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/413; 4/385) buyurmuşlardır.
Burada imanın ahlâkî bir davranış olan istikametle ilişkilendirildiği ve bunun doğru bir imanın kaçınılmaz (zarurî) sonucu olduğu görülmektedir. İstikametin hakikatı, kulun Allah’ın kendisini yarattığı fıtrat üzere devam etmesi, o fıtrat nurunu günahlarla ve şehevi arzularla kirletmemesi ve O’nun kopmaz olan sağlam ipine sarılmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de de; “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud, 112) buyrularak, kişinin doğruluğu öncelikle kalbinin doğru olmasına bağlanmıştır. Çünkü, onun doğru olması halinde bütün organların da doğru olacağı, Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından ifade edilmiştir. (Buhari, İman, 39; Müslim, Musakat, 107: İbn Mace, Fiten, 14; Darimi, Buyu,
1)
İman, insanın kalbinde gizli olarak kalan, dışarıya yansımayan bir şey değildir. Aksine, sosyal hayatta etkili olan, birçok güzelliklerin ve hayırların gerçekleşmesini sağlayan önemli bir faktördür. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), Allah’a ve ahiret hayatına inanan kimsenin konuştuğu zaman insanların yararına olacak hayırlı sözler söylemesini, yahut susmasını, komşusuna ikramda bulunmasını ve misafirine konukseverliğin gereğini yapmasını tavsiye ederek (Buhari, Edeb, 31,85; Rikak, 23; Müslim, İman, 74,75,77; Lukata, 14; Ebu Davud, Edep, 123, Tirmizi, Birr,43, Kıyame, 50, İbn Mace, Fiten, 12; Darimi, Eti’me, 11; Ahmed b.Hanbel, Müsned, 5/247,412), imanın sosyal hayattaki etkilerine işaret etmişlerdir.

Misafire ikramda bulunmak, yüksek bir ahlâka sahip olan kimselerin yapabileceği şeydir. Bu güzel ahlâka sahip olan kimseler, kâmil imanın gereğini yerine getirirler. Asrı saadette Müslümanlar da misafire ikramda bulunmaya itina gösterirlerdi.
İmanın sosyal hayata yansıyan bir diğer örneği ise, komşu haklarına riayet etme ahlâkıdır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a ibadet etmeyi, ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı, ana-babaya iyilik etmeyi, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşu ve uzak komşuya, yakın arkadaşa iyilik etmeyi emretmektedir. (Nisa, 36) Peygamberimiz de, Cebrail’in komşu hakkını çokça tavsiye ettiğini, neredeyse birbirlerine varis kılacağını düşündüğünü belirterek, (Ahmed b.Hanbel, Müsned, 6/187) bu hakkın önemine vurgu yapmıştır. Diğer taraftan Peygamberimiz (s.a.s.), komşuya eziyet etmenin Allah katında büyük günahlardan sayıldığı, imanın kemaline aykırı olduğu, hatta önemine binaen komşusunun şerrinden ve zararından emin olmayan kimsenin, iman etmiş olmayacağını iki kere tekrarladığı rivayet edilmiştir. (Buhari, Edeb, 29; Müslim, İman, 73; Tirmizi, Kıyame, 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/387; 6/288, 336, 373; 3/154; 4/31; 6/385)

Bu bakımdan kâmil mümin, inancının ona verdiği şevkle hiçbir karşılık beklemeksizin, sadece Allah’ın rızasına ulaşabilme arzusuyla komşularına iyilikte bulunmanın, Allah’a yaklaştırmaya vesile olabilecek büyük bir ibadet olduğuna inanır. Mümin insan her zaman onları ziyaret ederek hâl ve hatıralarını sormayı, ihtiyaç duydukları konularda onlara yardım elini uzatmayı, sıkıntılı günlerinde onların yanında olmayı, sevinçli oldukları durumlarda kendileriyle beraber hareket etmeyi prensip edinir.

İmanın hayatımıza yansıyan en önemli işaretlerinden biri de insanın kendisi için olmasını arzuladığı hayırlı bir şeyin, başkaları için de olmasını arzu etmesidir. (Müslim, İman, 71, 72; Buhari, İman, 7; Tirmizi, Kıyamet, 59; Nesei, İman, 19, 33; İbn Mace, Mukaddime, 9; Cenaiz, 1; Darimi, İsti’zan, 5; Rikak, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/89,86; 3/176, 206, 251, 272) Bir başka ifadeyle, mümin kendisi için hoş gördüğü şeyi, kardeşi için de hoş görür. Böylece o, insanların kendilerine yapılmasını istemedikleri haset, kin, öfke, bencillik ve hırs gibi çirkin sayılan davranışların tümünü terk eder. Ayrıca, başkasının da kendisi gibi nimetlere sahip olmasını ister. Bu düşünceye sahip olan müminin kalbindeki iman güçlenir ve böylece iman sosyal hayata güzel söz ve güzel davranış olarak yansır.

Müminin imanı kemale ermekle, işlerinde yücelik, başkalarıyla olan ilişkilerini sağlayan ahlâkında yükselme olur. Kendi isteklerinden ve bencilliğinden vazgeçer. İşte bu duygu ve düşünce iman sahibi mümine, insanların eza ve cefalarına katlanmalarını, hatalarına karşı sabırlı olmalarını, kendilerine karşı işlenmiş bir kötülükten dolayı affetmelerini tavsiye eder. Sadece bununla da kalmaz, kardeşlerinin sevinçli ve güzel günlerinde onlara ortak olur. Hastaları ziyaret eder, muhtaçlara yardım eder, fakir, dul, yetim ve öksüzleri görüp gözetir.

Mümin, sahip olduğu malını kendi ihtiyacı olduğu halde, kardeşi muhtaç durumda ise onun için harcar, ihtiyaçlarını karşılar ve bunu yapmaya devam eder. Hiçbir zaman gıyabında veya kendi yanında kardeşinin kusurlarını söylemez. Onu daima güzel olarak bildiği niteliklerle anar ve en güzel isimlerle ona hitap eder.

İman, insanlar arasındaki “ben” duygusunu “biz” duygusuna, yani tekliği çokluğa dönüştürür. O iman, mümine kardeşinin de kendisi gibi hakkı ve hukuku olduğunu, dolayısıyla ona hakaret edemeyeceğini, onur ve şerefini koruyacağını öğretir. Nitekim ashabdan Ebu Zer el-Gıfârî’nin, bir kişiyi “siyah kadının oğlu” diye ayıplaması üzerine, Peygamberimiz (s.a.s.); “Ey Eba Zer! Onu annesinin renginin siyahlığıyla mı ayıplıyorsun?” diyerek, Ebu Zer’i bu yanlış tutum ve davranışından dolayı uyarmıştır. (Buhari, İman, 20; İtk, 15)

İmanın sosyal hayattaki yansımaları, erdemli bir toplumun oluşmasına katkı sağlar. Fertler arasında sevgi bağlarını güçlendirir. Peygamberimiz (s.a.s.) de; “Cenab-ı Hak kıyamet gününde; Benim celâlim için birbirlerini sevenler nerede? Benim gölgemden başka bir gölgenin olmadığı bugün onları gölgeleyeceğim diye seslenir.” (Müslim, Birr, 38; Tirmizi, Zühd, 53; Daremi, Rikak, 44; Muvatta, Şi’r, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/237; 328, 338, 370, 533, 535; 3/87; 4/128, 386) buyurarak, bu sevginin uhrevî karşılığını haber vermişlerdir. Diğer bir hadislerinde de, Allah için birbirlerini seven, buğz eden, Allah için bir şey veren veya esirgeyen kimsenin imanının kemale erdiği (Tirmizi, Kıyamet, 60; Ebu Davud, Sünen, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/430,431, 440) bildirilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.), cennete gitmenin şartını imana bağlamakta, iman etmenin şartını da birbirlerini sevmeye, bu sevgiyi meydana getirmenin yolunu da insanlar arasında selâmın yayılmasına bağlamaktadır. (Müslim, İman, 93; Tirmizi, Eti’me, 45; Kıyamet, 56; İbn Mace, Mukaddime, 9; Edeb, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/165, 167; 2/391, 442, 447, 495, 512) Yine, Peygamberimiz (s.a.s.) kini ortadan kaldırmak için musafaha yapmayı, düşmanlığı ortadan kaldırmak için sevgiyi ve hediyeleşmeyi tavsiye etmiştir. (Muvatta, Husnu’I-Huluk, 16)

İmanın gereği olarak birbirlerini sevenler, sadık kardeşlik ve gerçek sevginin toplumda neşvü nema bulmasını sağlarlar. Böylece, müminler arasında ölünceye kadar vefa duygusu, samimiyet ve sevgi devam eder. Hatta bu sevgi ölümden sonra da sevdiği kişinin ve din kardeşinin çocukları ve dostlarına karşı iyilik yapmasını gerektirir. Bir defasında Peygamberimiz (s.a.s.), kendisini ziyarete gelen bir kadına ikramda bulunur ve onun kim olduğu sorulunca: “Bu kadın Hatice hayatta iken bize gelirdi. Ahdin güzelliği imandandır.” (es-Sülemi, Ebu Abdirrahman, Adabu’s-Sohbe, Mısır, 1990, 66) şeklinde cevap verdiği rivayet edilmektedir.
İman, müminleri kardeş yapmış, aralarındaki kardeşlik bağlarını birbirini sıkıca tutan güçlü bir bina gibi sağlamlaştırmıştır. Sevgili Peygamberimiz, kardeşlerin birbirlerine karşı ilişkilerinde kolaylık göstermelerini, zorluk çıkarmamalarını, müjdeci olup nefret ettirmemelerini ve birbirlerini küçümsememelerini emretmiştir. (Buhari, İlim, 11; Megazi, 60; Edeb, 80; Müslim, Cihad, 4; Ebu Davud, Edep, 17; Ahmed b. Hanbel, 1/239, 283, 365; 3/131,209; 4/399, 412, 417)

Kısaca, gönüllerdeki iman kişinin sadece bu dünya hayatıyla sınırlı işler yapmasını ön görmemiş, bilâkis ahirette göreceği sevabdan dolayı ölümden sonra da kendi amel defterinin kapanmaması için, insanlar ve bütün canlılara yararlı olacak işler yapmasını teşvik etmiştir.

İşte iman, sadece gönüllerde yer eden, vicdanı ilgilendiren bir inanma duygusu olmayıp, insanın hayatına yön veren hatta bir çok hayırlı işler yapmasına ve kötü davranışlardan uzak kalmasına sebep olan ve insana dünya hayatında, Yaratıcısına karşı olan sorumluluğunun idrakini kazandıran önemli bir faktördür. Diğer taraftan iman, toplu olarak yaşama zorunda olan insanın, başka varlıklarla hayatın her alanındaki ilişkilerini düzenleyen prensipler getirmektedir. Müminler işte bu prensipleri sosyal hayatlarında uygularsa, istikamet üzere yaşama imkânına kavuşur, mutlu ve güvenli bir toplum yapısını oluştururlar.